Putinizm Rusya’sı yeni Soğuk Savaş’a hazır mı?

Cengiz Sözübek
31.12.2016

Rusya’nın, yeni Soğuk Savaş’ın bir tarafı olarak ısıtılması Batı medyasında oluşturulan “Diktatör Putin nefreti”nin çok ötesinde, stratejik düşünce kuruluşlarının analizlerinde de kendisini gösteriyor. Fakat aynı parametrelerle kurulacak bir Soğuk Savaş’ta Rusya belki Sovyetler kadar güçlenebilir ve askeri bir küresel güç olabilir ama tarih Sovyetler’in sonu kısmında da tekerrür edebilir.


Putinizm Rusya’sı yeni Soğuk Savaş’a hazır mı?

“Sen secde et Rusya’nın Çarı! Başını secdeden kaldırdığında kendini bütün Slavların Çarı olmuş göreceksin.”

Fyodor İvanovich Tyutçev

Romen filozof Emil M. Cioran, Rusya’nın “tarihte yer alabilmenin acısını çektiği” tespitinde bulunur. Bu anlamdaki son büyük acısını yarım yüzyıl boyunca Soğuk Savaş’la tarih sahnesinde yer alarak yaşayan ve bu savaştan mağlup taraf olarak çıkan Rusya, Yeltsin’le birlikte girdiği süreçte varlık ve beka sorunu gibi bir “acı”yla da karşı karşıya kalmıştı. İyi-kötü küresel bir güç olan Sovyetler Birliği konvansiyonel bir savaşa dahi gerek kalmadan yıkılmış, elde kalan Federasyon’un da “yakın çevresi” olarak gördüğü Kafkaslar ve Balkanlar gibi bölgelerden bile tecrit edilerek küçük bir ulus devlete dönüşmeye başladığı “sarhoş Yeltsin”li bir başka acıya düçar olmuştu.

‘Tek kutup felakettir’

Teslim bayrağının çekildiği Gorbaçov ve Rusya devletinin teslim edildiği Yeltsin dönemlerinin getirdiği Rusya’nın kabuğuna çekilerek “tarihte yer alamayacak olması” duygusu, Rusya devletinde bir refleks olarak Putin-izm’i bir anlamda mecbur kılmıştı. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından yaklaşık 10 yıl sonra iktidara gelen Vladimir Putin, Rusya’nın yeniden “Ben varım” demesinin bir simgesi olmuştu. Yeltsin’in Rusya devletini teslim ettiği oligark sermaye gruplarını tasfiye ederek işe başlayan Putinizm Rusya’sı, 2000’li yıllarda yakın çevresindeki sorunları hallederek ve yüksek Petro-gaz fiyatlarıyla ekonomisini güçlendirerek toparlanma süreci yaşadı.

Rusya’nın, Batı’yı ve özelde Amerika’yı, varlık ve bekasını tehdit etmekle suçladığı bu dönem Putin-izm’in arka planda “Neo-Sovyet” düşlerinin olduğu yeni bir “Soğuk Savaş”ın tarafı olmaya da hazırlanmasıydı. Putin 10 Şubat 2007’de 43. Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada bunu ilk kez çok açık bir şekilde söyleyecekti:

“Günümüz dünyasında, tek kutuplu dünyanın kabul edilemez olmasının yanı sıra, aynı zamanda imkansız olduğu kanaatindeyim (…) Ve aslına bakarsanız, bağımsız yasal normlar, gittikçe bir devletin hukuk sistemine benzemektedir. Bu tek devlet, en önemlisi ve en başta ABD, her yönden ulusal sınırlarının ötesine geçmiştir. Diğer uluslara dayattığı ekonomik, siyasi, kültürel ve eğitimsel politikalar bunun kanıtıdır. Peki, bundan kim hoşnut?  (…) BM yerine NATO ya da AB’yi koymamıza gerek yok.”

Putin yaptığı konuşmada tek kutuplu bir dünyanın felaket olacağını söylerken, hazır denenmiş bir Soğuk Savaş’ın bilinen bir düşmanı olan Rusya’nın yeniden küresel dengenin bir tarafında olmasını ima ediyordu. Nitekim Putin bu konuşmayı yaptıktan yaklaşık bir buçuk yıl sonra, Rusya Gürcistan’a savaş açacak ve Sovyetler yıkıldıktan sonraki ilk “toprak kazanma başarısı”nı elde edecekti.

Soğuk Savaş’ın galibi olarak Batı dünyası ve özelde de doğrudan Amerika gibi görünse de aslında Soğuk Savaş’ın sona ermesi “Amerikan Yüzyılı”nın da bitişiydi. Amerika küresel liderlik rolünün zirvesine paradoksal bir şekilde Soğuk Savaş’ın en netameli dönemlerinde ulaşmıştı. Başta merkezi kıta Avrupa’sı ülkeleri ve Britanya olmak üzere Batı bloğunu konsolide edecek ve Batı’nın doğal “hamisi” olacak bir Amerika için Sovyet tehdidi makul bir meşruiyet aracıydı. Soğuk Savaş diyalektiği ve jeopolitiği temelde, ülkelerin bu karşılıklı korkular üzerinden Amerika ve Sovyetler Birliği’nde kümelenerek iki merkezde kutuplaştığı küresel dengeyle şekillenmişti.

Soğuk Savaş düzeni tüm Avrupa ülkelerinin birbirlerini tüketerek son tahlilde “yenildiği” II. Dünya Savaşı’nda yenilmeyen tek Batılı güç Amerika’nın mutlak hegemonyasıydı. Bu düzenin karşı tarafında yer alan ve Batı için “gerekli şeytan” olan Sovyetler de benzer şekilde “kendisine düşen alanlarda” gücünü pekiştirse de, ekonomisi kötürüm bir askeri güç olarak kontrol edilebilir ve yenilmesi mukadder bir rakipti. ABD-İngiltere bloğu, Soğuk Savaş döneminde Sovyet tehdidi üzerinden NATO şemsiyesi altında yaptığı hamlelerle, ekonomisi sağlam temellere dayanan merkezi Avrupa ülkelerinin askeri bir güce de dönüşmesini önleyerek küresel bir güç olma ihtimaline ciddi darbe vuruyordu. Bugün bu stratejinin son hamlesi Brexit olarak tezahür ederken, Çin’in küresel ekonomiye dahil olmasıyla ekonomisi ciddi yaralar alan Avrupa hâlâ müstakil bir ordusu olmaması gerçeğiyle yüzleşmeye çalışıyor.

Rusya ile Çin’e hamle

Trump’la birlikte izolasyonist politikalara yöneleceği anlaşılan Amerika’nın bu yeni politikasını, “faydası zararını karşılamayacak yerlerden çekilme” olarak açıklayabilir, bu anlamda da Amerika’yı Ortadoğu’dan Uzak Doğu’ya çekmeye başlayan Obama Doktrini’nin bir devamı olarak okuyabiliriz. Putin’in 2007-Münih konuşmasının da ABD’nin yeni stratejisinin küresel fay hatlarında oluşturacağı vakumun doldurulmasıyla ilgili olduğunu dikkate aldığımızda, Putin-izm’in bu misyonu için küresel bir mutabakat olduğu, sadece yöntem konusunda ayrılıklar olduğu söylenebilir.

Sovyetler’in Soğuk Savaş boyunca Amerika’ya Avrupa’yı kuşatma “meşruiyeti” veren bu misyonu bugün, Putin-izm’li Rusya üzerinden benzer bir rolle Avrupa’nın da dahil olduğu ama artık ağırlıklı olarak Çin’in dengeleneceği yeni bir Soğuk Savaş’la kurulmak isteniyor. ABD’nin Rusya üzerinden Çin’le daha etkin bir mücadele stratejisi, birbirini tamamlayabilecek iki taktik hamleyle gerçekleşebilir: Amerika’nın “uzlaşarak bölüşelim, bölüşerek uzlaşalım” çerçevesinde kendisi için faydasız yerleri, çekilerek Rusya’ya bırakması ve böylelikle Çin’e daha da yoğunlaşması; ikinci olarak da Rusya’yı Çin’e karşı özellikle askeri güç olarak öne sürerek Çin’i hantal askeri harcamalara mecbur bırakması.

Bu yeni Soğuk Savaş taleplerinin işaret fişeklerini Batı yakasında dillendiren simge isim ise, mütemadiyen görüştüğü Putin’le şahsi dostluğu bilinen ve geçen ay Putin’e “Onu Hitler’in Kavgam kitabıyla değil, Dostoyevski romanlarıyla anlayabilirsiniz… Kendisi Dostoyevski romanlarından çıkmış birisi gibi” iltifatlarında bulunan Henry Kissinger.

Kissinger’ın Rusya’ya biçtiği rolü ve Rusya’nın askeri ve politik beyin olacağı küresel bloğun yapıtaşlarını, yeni Soğuk Savaş’ın ilk büyük “provası”nın yapıldığı Suriye iç savaşıyla ilgili olarak farklı zamanlarda yaptığı açıklamalarda okuyabiliyoruz: “Rusya, çelişkili ve karmaşık ABD politikalarının neden olduğu vakumu dolduruyor (…) DEAŞ’a darbe vurmak, Esed’in devrilmesinden daha önemli (…) Suriye’ye müdahale küresel sistemi çökertme riski taşıyor.”

Soğuk Savaş yıllarında Avrupa’yı “Avrupa’nın telefon numarası kaçtı?” diyerek aşağılayan Kissinger, Rusya’ya ambargo uygulayan Avrupa’ya kendi Hitler’lerini de hatırlatarak Rusya’yı yeni Soğuk Savaş’ın tarafı olarak pazarlıyor. Kissinger’ın bu yaklaşımındaki stratejik aklı; ekonomisi ağırlıklı olarak petrol ve gaz gelirlerine bağımlı olan Rusya’nın düşen enerji piyasası fiyatlarıyla birlikte yaşadığı ekonomik sıkıntılara, birkaç cephede yaptığı savaşlar ve Batı’nın uyguladığı ambargolar eklenince, Rusya’nın yeni Soğuk Savaş’ı sürdürecek asgari bir güce ulaşmasını istemesinde arayabiliriz.

Rusya’nın muazzam coğrafi genişliği ona neredeyse tüm küresel meselelere müdahil olabilecek fırsatlar veriyor. Rusya’nın yeni Soğuk Savaş’ın bir tarafı olarak ısıtılması Batı medyasında oluşturulan “diktatör Putin nefreti”nin çok ötesinde, stratejik düşünce kuruluşlarının analizlerinde de kendisini gösteriyor. Örneğin, Foreign Policy’den Paul Miller geçtiğimiz kasım ayında yazdığı “Letonya’da III. Dünya Savaşı Nasıl Başlayabilir?” başlıklı makalesinde, Rusya-NATO ilişkilerinin Baltık ülkelerinde gerileceğini ve hatta 3. Dünya Savaşı’na yol açabileceğini iddia etmişti.

Peki Rusya için, Neo-Sovyet duygularını tatmin edeceği yeni bir Soğuk Savaş ne anlama geliyor? Aynı parametrelerle kurulacak bir Soğuk Savaş’ta belki Sovyetler kadar güçlenecek ve askeri bir küresel güç olacak ama tarih Sovyetler’in sonu kısmında da tekerrür edecek.

Rusya’nın tarihte yer alması ya da almamasının kendisine acı vermemesi; Soğuk Savaş gazı ve Kissinger hormonu yerine, tabii sınırlarında oluşan organik bir yaşam alanında ekonomisine ve demografik/kültürel sorunlarla boğuşan “sosyolojisine” yatırım yapmasıyla olabilir ancak.

Bir Rus atasözünde de denildiği gibi: “Barda bulduğunu, barda kaybedersin.”

Cengiz Sözübek / Yazar