Recep Tayyip Erdoğan neden hep kazanıyor?

İhsan Aktaş / GENAR Başkanı
7.07.2018

Türk siyasal hayatında seçimler başlayıp, bittiğinde; her zaman seçmenin ne kadar sofistike davrandığını, ne kadar ince ayarlar yaptığını ve ne kadar sağlıklı mesaj verdiğini konuşmuşuzdur. Seçimde daha ilk akşamdan 50 milyon seçmenin Türk siyasetine, liderlerine ve siyasi partilere ne kadar anlamlı mesaj verdiğini görmüş olduk.


Recep Tayyip Erdoğan neden hep kazanıyor?

Bu seçimde de seçim yarışının galibi, Recep Tayyip Erdoğan oldu. Seçmen, Erdoğan’ı “Başkan” olarak seçerken; aynı zamanda AK Parti ile alakalı da bir uyarıda bulundu. Seçmenin AK Parti’ye yapmış olduğu bu uyarı, AK Parti’nin ömrünü uzatacaktır.

Türkiye’nin siyasi geçmişinde 7 Haziran seçimleri gibi bir deneyim yaşanmıştır ve bu deneyim göstermiştir ki; AK Parti seçmenden aldığı mesajı sağlıklı bir şekilde değerlendirip, kendisini onarma kabiliyetinde bir partidir. Son seçimde almış olduğu mesajı da doğru bir şekilde yorumlayıp, kendi siyasal ömrüne bir katkı olarak sunacaktır. Yazımızın başlığı olan Erdoğan’ın neden kazandı meselesine gelecek olursak; AK Parti kuruluşundan beri neredeyse bir araştırmacı tasnifiyle toplumun problemlerini sınıflandırmış ve toplumun önceliklerine göre çözümler üretmiştir. 15 yıllık süreç içerisinde yapılan yatırımlar, ekonomi yönetimi, reformlar, toplumun zenginleşmesi, gelir dağılımındaki adalet, dar gelirlilere yapılan sosyal yardımlar, belediyelerin yapmış olduğu faaliyetlerle AK Parti, -ideolojik tabanını da hesaba katacak olursak- yaklaşık yüzde 40’lık seçmen tabakasını kendi yanında tutmayı başarmıştır. Yüzde 40 ile yüzde 50 arasındaki seçmen ise ekonominin o günkü durumu, sosyal refah ve AK Parti’nin gelecekle ilgili sunmuş olduğu vizyona bağlı olarak tercihini zaman zaman değiştirmiştir.

Liderlik ve parti dengesi

Geleneksel olarak siyasal ortamda bir parti iktidara geldiğinde, doğal olarak yıpranmaya başlar. Bu süreç içerisinde hükümet faaliyetleri, parti faaliyetlerine göre daha çok önemsenir. Liderler geriye döndüğünde partilerini yıpranmış olarak bulurlar. 2002’den beri sürekli iktidarda kalarak hâkim parti unvanını kazanan AK Parti, Erdoğan’ın hükümet ve parti kıyaslamasında her zaman yüzde 51’e yüzde 49 oranında partisini önemsemiştir. Deneyimli bir siyasetçi şunu bilmektedir ki; parti yoksa iktidar da yoktur. Bu bağlamda toplumun değişim talebini sürekli bir şekilde karşılayarak gerek vizyondaki yenileme, gerekse kadrolardaki değişimle partisini diri tutmayı başarmıştır.

Mazlum dünyaya arka çıkmak

Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Batı sömürge imparatorluğu dünyanın geri kalanını işgal ettiğinde, Türkiye’nin vermiş olduğu Kurtuluş Savaşı mücadelesi mazlumlar için cesaretlendirici bir örnek olmuştur. İçinde yaşadığımız yüzyılda sömürgeci Batıcılara karşı kendi milletinin hakkını, hukukunu savunan, zaman zaman büyük Batılı devletlerle karşı karşıya gelen, zaman zaman onlarla müzakere eden, BM toplantılarında “Dünya beşten büyüktür” diyen ve bütün insanlığın vicdanını temsil eden, Filistin meselesinde ABD’nin BM salonunda yenilgiye mahkûm eden Erdoğan’ın tutumu; bütün mazlum milletlerde Türkiye üzerinden bir beklentinin oluşmasına sebep olmuştur. Bu beklenti, Amerika karşısında ezilmiş olan Latin Amerika ülkelerinden, Afrika ve Asya ülkelerinin tamamında mevcuttur. Türkiye üzerinde oluşan bu beklenti, Erdoğan ile sembolleşmiştir. Muhafazakâr seçmen nezdinde birçok rasyonel değerlendirmenin dışında mazlum dünyanın beklentisi de Recep Tayyip Erdoğan’ı yüksekte tutmanın bir saiki olmuştur.

Seçimin başlangıcından son gününe kadar AK Partili seçmende “Ne de olsa Erdoğan kazanır” düşüncesiyle, zımni bir rehavetten söz edebiliriz.

Muharrem İnce’nin İstanbul mitingini yaptıktan sonraki zamandan oy kullanma vaktine kadar, AK Partili çevrelerinde çok yüksek düzeyde hararetli tartışmalar meydana geldi. Sandığa gitmek istemeyen, zihninde AK Parti’ye ders vermek isteyen birçok seçmen, kararını değiştirerek yüksek bir motivasyonla sandığa gitti ya da yakınlarını sandığa taşıdı. Bu da göstermektedir ki; sosyolojik olarak orta sınıfı temsil eden AK Partililer, ne iktidarı devretmeye hazır ne de Erdoğan’ın kaybetmesine razı... Bu bir yönüyle Erdoğan’ın toplumla kurmuş olduğu bağa işaret etmektedir.

Beyanname ve kampanya

AK Parti, kuruluşundan bugüne kadar bir siyasi kurumsal kapasite ortaya koydu. Her ne kadar ayak uyduramasa da; hükümet faaliyetleri ve bürokrasiyi bu siyasi kapasiteyle sürükleyerek yönetti. Öyle ki; Erdoğan’ın temsil ettiği bu siyasi kapasiteye zaman zaman AK Parti yönetimi bile ayak uydurmakta zorluk çekti. Bir yönüyle Erdoğan kampanyayı tek başına sürükledi diyebiliriz. İletişim alanında yapılan faaliyetler, kurgulanan strateji bu kapasiteye uygun olsaydı, muhtemeldir ki AK Parti’nin daha yüksek sonuçlara erişme imkânı mümkündü.

Birçok kişi bu detayı görmemiş olabilir, fakat AK Parti beyannamesinde çok ince bir detay mevcuttu. AK Parti uzun yıllar iktidarda kaldığı için öncelikli olarak beyannamede yapmış olduğu faaliyetleri esas aldı. İkinci konu olarak gelecek vaadinden bahsetti, üçüncü ve en önemli mesele olarak muhalefetin gündeminde olabilecek ve seçmen tabanında itirazlara sebep olacak bütün konuları, daha muhalefet dillendirmeden ciddi bir biçimde ele aldı. AK Parti kampanyası başlangıçta Muharrem İnce’yi merkeze alıp Meral Akşener’i unutturma başarısı gösterdi. Son günlerde ise İnce’yi fazlaca gündemde tutarak neredeyse vizyonunu halkla paylaşıp paylaşmamakla yüz yüze geldi. Özellikle bu dönemde teknolojiyle iç içe olan Türk gençliğini ve seçmeni heyecanlandırmak için AK Parti’nin hükümet olarak hazırlıklar yaptığı, bilim, sanayi, teknoloji ve bilişim alanındaki faaliyetlerini ve vizyonlarını yeteri kadar halkla buluşturamamış oldu. 100’e yakın Teknopark ve dört ana teknoloji merkezi kuran, bine yakın ar-ge merkezi işleten, savunma sanayinde olağanüstü başarılar gösteren, Antartika’da bilim üssü kuran bir vizyon, gerektiği gibi seçimin konusu olamadı. Buna karşın birkaç cümle ile bilimden, teknolojiden bahseden muhalefet partileri kendi meselelerini daha iyi anlattı.

Uluslararası ilişkiler

Uluslararası ilişkiler meselesi her ne kadar birebir seçmen tercihini etkilemese de AK Parti ile alakalı muhalefetten şöyle bir eleştiri gelebilirdi: AK Parti hükümeti dünyanın bütün devletleriyle problemli ve bu problemler bizim ekonomimizi etkileyecek... Fakat, hükümet daha seçimlerden önce ülkenin bulunduğu jeopolitik konumun da gereği olarak çok yönlü diplomasiden önemli başarılar elde etti. Bilindiği gibi Rusya, İran ve Türkiye, Suriye’de çatışmasızlığı yönetmektedir. Diğer taraftan ise İngiltere ve Türkiye ortak uçak üretimi ve aynı zamanda çok önemli siyasi ve ticari ilişkiler geliştirmiştir. ABD ile birkaç ay önce çatışmanın eşiğine gelen Türkiye, bugün Membiç’ten PKK ve PYD’yi çıkarma projesi yürütmektedir. Diğer taraftan İran, Türkiye ve Irak, PKK’nın kandilden çıkarılması için bir dayanışma içerisindedir. Bakıldığında bir yıl öncesine göre hükümet, uluslararası ilişkileri önemli bir dengeye oturtmuş ve karşılıklı mücadelede birçok alanda karlı çıkmıştır. Diğer taraftan AB, Türkiye’nin bölgedeki etkisini hesaba katarak bugün daha iyi ilişkiler kurmanın arayışı içerisindedir. Bütün bunlara bakıldığında AK Parti hükümeti muhalefetin elinden bu argümanı da almış gözüküyor. Umarız ki Türkiye’nin uluslararası ilişkileri, ekonomisini, ihracatını ve istikrarını daha da güçlendirir.

Güvenlik ve istikrar

Her ne kadar son dönem araştırmalarında ekonomik sorunlar güvenlik meselesinin önüne geçmiş olsa da; 2014’ten bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dünyanın üç terör örgütüne karşı vermiş olduğu mücadele bir yönüyle bu seçimin belirleyicisi olmuştur. Suriye savaşı çıkmaza girdiğinde DEAŞ sıkça Türkiye’de eylem yapabiliyor, PKK Çözüm Süreci’ni sabote ettikten sonra ortalama günlük neredeyse her yerde bomba patlatabiliyordu ve FETÖ neredeyse devletten güçlü hale gelmişti. Teyakkuz zamanlarında başarılı olan Türk hükümeti ve halkı, kısa bir süre içerisinde dünyanın bu üç büyük terör örgütünün üstesinden gelmeyi başarmış ve bugün teröristleri yabancı ülke topraklarında kovalayacak hale gelmiştir. Halkın ekonomik beklentilerinin yanı sıra kendini güvende hissetmesi de Erdoğan’ın kazanmasının bir sebebidir. Bir başka deyişle, liderler arasında PKK ve FETÖ ile en etkin mücadele edecek kişinin Erdoğan olması, seçmen tercihleri üzerinde etkili olmuştur.

Elbette ki bu seçim üzerine daha çok yazılar yazılacak ve detaylı incelemeler, değerlendirmeler yapılacaktır. Bu detaylı incelemelerde AK Parti’nin parti olarak neden gerilediği, MHP’nin sürpriz çıkışı, Güneydoğu Anadolu halkının baraj altında bıraktığı HDP’nin CHP’nin desteğiyle barajı geçmesi, CHP’nin adayı İnce’nin kendi partisinden hatırı sayılır derecede oy farkı alması, İP’in almış olduğu 10 bandında oyla yenilmiş sayılması gibi her konu aslında kendi içerisinde detaylı yorumlara tabi tutulabilir. Seçim sürecinde sıkça vurguladığımız bir konu vardı: Türk halkının seçimi takip ederken mitingleri, polemikleri, siyasi tartışmaları elbette keyifle izlediği malumdur. Fakat seçimin bitimine yakın son hafta, seçmen zihninde bir mukayese başlatır. “Bu ülkede benim ekonomi, terör, uluslararası ilişkiler, eğitim, sağlık gibi onlarca problemim var. Bu problemi liderlerden hangisi çözebilir?” dediğinde, teker teker Erdoğan ile diğer liderler arasında mukayese yapar. Sonunda kendi meselelerini çözecek adaya yönelir. Bu mukayesede de Erdoğan’ın diğer liderlere göre ülke meselelerine olan vukufiyeti, uluslararası alanda olan deneyimi, ülkenin en zor meselelerinden biri olan terörle mücadeledeki başarısı ve özellikle FETÖ’nün O giderse Türkiye’de etkin olma hevesi, halkın Erdoğan’ı tercih etmesine sebep olmuştur.

@ihsanaktas