Referandum cenderesi

Ercan Yıldırım
30.09.2017

Belki de dünya tarihinde emperyalistlerin desteğiyle kurulan devletlerin başında gelecek Kürdistan. Boşnaklar kafirle savaştı, Çeçenler de, Filistinliler de... IRA’dan, Che’ye kadar pek çok halk da emperyalistlere karşı bağımsızlık mücadelesi verdi. Lenin’in self-determinasyonu da BM’nin kabul ettiği “kendi kaderini tayin” fikri de “sömürgecilik sonrası”nı işaret eder. Barzani “özerk yönetim” zaten!


Referandum cenderesi

Yılmaz Güney’in Yol filminde, kamera Fırat’ın doğusuna geçerken ekranda büyük harflerle Kürdistan yazısı belirir. Cannes’da ödül alır film... Jandarma vardır, baskı/n vardır, ezen bir devlet vardır. 27 Mayıs’a kadar, Türkiye’yi Sovyetler’in yanına çekmeye çalışan Menderes’in idamıyla tamamen ABD dünya sistemine entegre olanadeğin Kürtçülük sosyalizmin (devrimcilik), dindarlığın (şeyh), feodalizmin (ağa) içinde temsil ediliyordu. Darbecilerin açtığı yoldan Kürt ulusçuluğu da girdi, aktif sosyalist mücadeleye katıldıktan sonra 70’lerden itibaren Kürdistan söylemini merkeze oturtarak sosyalist hareketi de kendi bünyesine kattı. O tarihten beri beka kaygımızın boyutları da çoğullaştı, komşularımızın, Urusların, Yunanların işgali kadar Kürt ayrılıkçılığının Kürdistan Kızıl Elma’sı da milli güvenlik meselemiz haline dönüştü. Bir ihtimal, hayal, beklenti üzerinden siyasetimizi, düşüncemizi kilitledik, sürekli ayar yedik, terör örgütü nedeniyle pek çok gencimiz toprağa düştü, hükümetler devrildi yenileri geldi... Soğuk Savaş bitti, medeniyetler çatışmasına geçildi, 11 Eylül gerçekleşti, işgallerle birlikte nihayet dünyadaki tektonik alanların hepsine kaldıracağından fazla enerji yüklendi, “levha”lar çarpışmaya başladı. 

Nihayet o gün geldi çattı, Barzani referandumunu yaparak sürecin işaret fişeğini ateşledi. Meğer ne kadar hazırlıksızmışız, Yol filmini yasaklarken bu günler için strateji oluşturmamışız. Şimdi öncelikle “yüzleşme” sonra “hesaplaşma” zamanı... Barzani’nin referandumu, Türkiye’de çok önemli sonuçların ortaya çıkmasına, farklı kesimlerin kendine özgü yorumlarına, yaklaşımlarına neden olduğu gibi fantezilerinin, tutkularının nerelere kadar açılabildiğini de gösterdi. Öyle ya kendi etnik iddiasını bir şekilde dindarların, sosyalistlerin, liberallerin arasında göstermeye neo-liberal ve post-modern tezlerle siyasal alana getirenler referandumla “uç verecek” yeni fiili durumdan umutlanmaya başladı. Referandum  devletleşmeye neden olursa sahiden bölgedeki Kürt kimliklerin hayallerine dizgin vurulamaz. Yıllarca “bölünme paranoyası” diye yaşadığımız süreç gözlerden uzak tutuldu. Anlaşılan o ki devlet varlığını koruma güdüsü milliyetçilikle yaftalanıp töhmet altında bırakılırken paranoya merkezli söylem matbuatta ve siyasette etkisizleştirme aracı şeklinde evvelden düşünülmüş zaten. Buna bağlı olarak Barzani’nin Kürdistan’ı için “komşu” kavramı da yine bu merkezlerden üretildi bile. Halbuki Kuzey Irak Kürdistan’ı haritalardaki “büyük” sınırlarına ulaşır mı bilinmez fakat Kürt siyasallığına özgüven kazandırdı bile. 

Referandumun gösterdikleri

Barzani’nin Kürdistan’ı varlığını dünya sisteminin açıklarından yararlanma üzerine kurdu. Bu bakımdan Türkiye’nin İstiklal Harbi sürecinde Rusya ile Batı arasındaki tampon olma misyonu şimdilerde Kürdistan’a havale edilmiş durumda. Böylece Bat’ının ve tabi ki İsrail’in güvenliği artık Kürdistan’da sağlanacak. Bunun için dünya sistemi çok sert bir evrim de geçirdi. Soğuk Savaş’ın bitimi ve ‘tarihin sonu’, 11 Eylül ile yeni bir “dünya imparatorluğu”na evrilirken Afganistan ve Irak’ın işgali, Arap Baharı ile istikrarsızlığın genişleyip derinleşmesi akabinde Suriye meselesi aslında Kürdistan’a “alan açma”ydı. Devletler kalmadığı için, zaten asabiyeye dayalı hiyerarşinin millet varlığını örtmesiyle açılan yarıktan Kürdistan sızdı. Bu açıdan Kürt devletinin, Barzani ve Suriye’deki Rojava’nın “kendiliğinden”lik niteliğinin bulunmaması, tüm Batılı ve Doğulu güçlü devletlerin desteğiyle kurulması onun “self–determinasyon” hakkı isteyemeyecek kadar bağımlı olduğunu gösterir. Rojava’dan Batı zorlamasını çıkardığınızda, Irak’ı ve tüm Ortadoğu’yu “kendi haline” bıraktığınızda en zayıf aktörün Kürtler olduğu görülür. Bu konjonktür “güçlü devlet”in ne kadar büyük nimet olduğunu ayan beyan belli etti.

Bugün devlet kimliğine, millet bağına sürekli “totaliter-faşist” biçiminde yüklenenler, etnik, mezhep kimliklerini siyasal alana taşımaya çalışanlar Tür-kiye’nin Irak-Suriyelileştirilmesi gayretlerinin peşinde. Bu nedenle kısa–orta vadede devlet merkezli düşünme pratiğimiz güçlenecek, buna isterseniz milliyetçi isterseniz yurtsever deyin korumacı saikleri eklemek gerekir. Süreçten anladığımız bir başka husus Kürdistan’ın devlet olmaktan çok “çatış-maların sürekliliği”ne bağlı istikrarsızlıkla Batı’ya, İsrail’e yönelebilecek tehditlerin Kürt bölgesinde karşılanmasına yarayacağı. Kendi toprakları dışında savaş stratejisi artık Kürdistan yani “hançer ülke” ile birlikte daha somutlaşıyor. 

İsrail de artık “topraklarında” savaşmaktan kurtulacak belli ki. 

Böylelikle güney sınırlarımız bir açıdan “müttefiklerimiz”le kuruldu, Barzani de bir zaman ufak müttefikimizdi... Burada referandum sonrası fanteziler üretilirken savunulan “Kürtlerin de devlet kurma hakkı var” fikrinin örnekleri önemli... Belki de dünya tarihinde emperyalistlerin desteğiyle kurulan devletlerin başında gelecek Kürdistan. Boşnaklar... kafirle savaştı, Çeçenler de, Filistinliler de... IRA’dan, Che’ye kadar pek çok halk da emperyalistlere karşı bağımsızlık mücadelesi verdi. Lenin’in self-determinasyonu da BM’nin kabul ettiği “kendi kaderini tayin” fikri de “sömürgecilik sonrası”nı işaret eder. Barzani “özerk yönetim” zaten! 

Sömürge idarelerinin kalkmasından sonra oradaki yapılar kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahip olurlar, yani self–determinasyon “kafasına göre” her kültürel kimliğin devletleşmesini sağlamaz... Öyle olsa binlerce devlet kurulurdu. Bu fikir dünya sistemi için kötü değil bir bakıma. Dünya-nın geri kalanında değil ama kapitalist merkezi tehdit edebilecek güç alanlarında çok devletli yapılar, klan devletler öngörülüyor. Türkiye ve çevresi klan devletler açısından “pilot bölge” konumunda!

İki büyük tehlike

Referandum sonrasında Türkiye’nin neler yapması gerektiğine ilişkin görüşler, öneriler ve tabii ki fanteziler piyasayı kapladı. Özal’ın, Kür-distan ileride bize katılır, cümlesini Misak-ı Milli ile Musul ve Kerkük’ü alma fantezileriyle izah edenler belki çaresizlikten olacak girişimi olumlu buldu. Hassaten Kerkük yani petrol olmazsa Kürdistan’ın manasızlaşacağını, aç kalacağını düşünmeyenler, devletin kurulmasının sebebini de göz ardı ediyor. 

Buna elbette “Barzani bizim müttefikimiz, elimizden kaçırmayalım” fantezisini de eklemek gerek. Yine Kürdistan üzerinden bir cazibe merkezi oluşturup Türkiye’deki Kürtleri entegre etmek isteyenler Barzani’nin abisi olacağımızı, Kürdistan’ın kontrolünü sağlayabileceğimizi, ona kompetanlık yapabileceğimizi dahası millileştirebileceğimizi iddia ediyor. Haliyle bu “ayartma” çabasının yine reel-politikle ilgisi yok. 

Bu aşamada bölgede güvenebilecek bir tane devletin, yapının olmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. İran ile “kader ortaklığı” kurduğumuz düşü-nülebilir fakat İran’ın Habur’u kapatmamız durumunda kendi kapılarını açacağını bilmeyen yok, hele Barzani’yi sahiplenmek için fırsat kolladığı bile söylenebilir. 

Tabii yine Barzani’ye devlet kurduranların sözcülüğünü üstlenenler, “Barzani devlet kurmak için değil, yıpranan karizmasını tamir için referan-dum yaptı”, “sosyoloji farklı, Türkiye’de Kürdistan özentisi olmaz”, “Müslümanlar kardeştir, birleşmeli, bölünmemeli”, “Barzani’yi sahiplenirsek tehdit olmaz” fantezilerini çoğaltıyor. İşin ciddiyetine binaen “Herkesin devleti var Kürtlerin niye olmasın” görüşü, beraberinde devlet kavramının aşiret asabiyesi kadar basit olduğunu gözardı ederken pek çok etnik kimliğin devlet olma azminin bulunmadığını da örtüyor. Petrolün cazibe merkezi olabilecek bir milli gelire yol açabileceğini bu ihtimalin şimdiden Rojava’da ve öteki vilayetlerde özendirici tetiklemeler yaptığını takip etmek gerekir. 

Türkiye’deki sol-liberaller ile neo-liberal İslamcılar, hala benzer tezler içinde ellerine değnek alıp “Türkiye için kötü olur” tehditleri eşliğinde üm-metçilik, devlet hakkı kavramlarını piyasaya sürüyor. Devlet-otorite eleştirisi yapan, ulus-devlet düşmanı, parçalanmadan yakınan İslamcıların, liberallerin, sosyalistlerin mesele Kürdistan olunca tüm tezlerini rafa kaldırdıkları görülüyor. Ortadoğu’daki devletlerin tamamı asabiyeye, kabile mekanizmasına dayalıdır, buradan bir ümmetçilik, Müslüman kardeşliği, enternasyonal iyi üretmek imkansızdır. 

Kabilenin-devletin devamı için ABD-İsrail-kıta Avrupası kliğine varlıklarını dayayanlardan İslami tavır da müşterek iyi de zuhur etmez. Seküler, asabiyeci, klan devlet reel-politiğini okuyamayan okusa bile Türkiye’deki etnik iddiasını farklı siyasallıklarla örtenler, “Müslümanlar bölünmesin”, “Müslüman aklı çalışsın” gibi tarih ve zaman dışı yorumlarla süreci sistemin istediği yöne çekmektedir. Barzani referandumu öncelikle Cumhurbaşka-nı Erdoğan ve Türkiye özelinde cenderelere soktu. Referandum sonunda belki de Kürdistan ilanı 2019 seçimleri evveline denk getirilecek. Nihayetinde ilk olarak Erdoğan’ın başkanlığı engellenecek... Cumhurbaşkanı Kürdistan’ı önlemek için operasyon düzenlerse Kuveyt’e giren Saddam muamelesiy-le, müdahale etmezse Musul ve Kerkük’ü Kürdistan’a kaptıran kişi propagandasına maruz kalacak. Buna muhtemel bir ekonomik kriz de eklenirse Gezi ile başlayan parantez kapanır. 

Asıl büyük tehlike İstanbul’un fethinden çok sonra sağladığımız Anadolu’nun birliğinin sona ermesi olacak. Kürdistan deneyimi sadece dünya sisteminin doktrin değişiminden ibaret değil; Anadolu’daki varlığımızı ortadan kaldıracak gelişmelerin de başlangıcı olabilir. Bunu engelleyebilir miyiz; ekonomik kriz korkusu vatansız kalma kaygısını aşan bir milletle işimiz çok zor! Allah kerim, kerim devlet!

@Ercnyldrm1

Ercan Yıldırım / Yazar