Referandum sonrasında TBMM’nin yeni konumu

Doç. Dr. Cengiz Gül / Erciyes Üniversitesi Öğr. Üyesi
3.06.2017

Yapısal ve fonksiyonel yönden içiçe geçmiş bir yasama-yürütme görüntüsünden, daha sağlam ve gerçekçi bir kuvvetler ayrılığına zemin hazırlayan, TBMM’yi yürütme karşısında eskisine göre daha güçlü, bağımsız ve denetleyici bir konuma getiren yeni anayasal manzara karşısında, hala TBMM’nin ortadan kaldırıldığını veya güç ve yetkilerinin azaltıldığını iddia etmek hakperestlikten çok uzaktır.


Referandum sonrasında TBMM’nin yeni konumu

16 Nisan 2017 tarihindeki referandumla kabul edilerek resmileşen Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair 6771 sayılı Anayasa Değişiklik Kanunu’nun, yasama organı olarak TBMM’yi ortadan kaldıracağı veya kaldırmamakla birlikte demokratik sistem içindeki güç ve yetkilerini bir hayli tırpanlayarak etkisizleştireceği ve adeta sembolik bir konuma indirgeyeceği yönünde pek çok manipülatif iddianın, referandum öncesi ve sonrasında da ileri sürülmüş olduğu kamuoyunun malumudur. Bu incelememizde, anayasa değişikliği sonrasında TBMM’nin yapısı, yetki ve görevleri bakımından nasıl bir konuma gelmiş olduğu, eski ve yeni anayasal düzenlemelerin karşılaştırması yapılmak suretiyle ele alınacaktır.  “Yürürlüğü sonraya bırakılsa da anayasa değişikliği acaba TBMM’yi ortadan kaldırmış mıdır?” şeklindeki anayasa değişiklik metnini itibardan düşürmeye yönelik bir soru karşısında, durumun hiç de iddia edildiği biçimde olmadığı ifade edilmelidir. Anayasa değişiklik metninin neredeyse tüm maddelerinde yapısı, süresi, görev ve yetkileri bakımından düzenlenen TBMM’nin nasıl olur da, bu anayasa değişikliğinin kabulü sonrasında ortadan kaldırılacağı söylenebilir.

Denetim araçlarının kullanımı

Geçilen yeni hükümet sistemi olarak cumhurbaşkanlığı sisteminde bir yasama organı olarak TBMM’nin yetki ve güç bakımından, eskiye oranla bir hayli zayıflayacağı ve etkinliğini kaybedeceği noktasında da yoğun itirazlar yapılagelmektedir. Bu iddia ve itirazların da doğruluk payını ve hukuki analizini karşılaştırmalı olarak yapmak mümkündür. TBMM’nin görev ve yetkilerini düzenleyen anayasa değişiklik metninin 5. maddesi, 1982 Anayasası m. 87’den, sadece “Bakanlar kurulunu ve bakanları denetlemek, bakanlar kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek” ifadelerini çıkarmıştır. Bu ifadeler de zaten, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş yapılmasının zorunlu bir sonucudur. Zira başkanlık sistemlerinde yürütme tek yapılı olduğundan ayrı bir bakanlar kuruluna ihtiyaç yoktur ve yine başkanlık sistemlerinde yasama organı yürütme organına kararname çıkarma yetkisi vermeye de yetkili olmayıp, bu yetki başkana doğrudan anayasayla tanınmaktadır. Bunun dışında 1982 Anayasası m. 87’de TBMM’nin, “Kanun koymak, değiştirmek, kaldırmak, bütçe ve kesin hesap kanun tekliflerini görüşmek ve kabul etmek ..… vs.” gibi diğer tüm yetkileri aynen devam etmektedir. Hatta önceki düzenlemede yürütmeye de verilen kanun önerme yetkisinin, tek istisna dışında tümüyle TBMM’ye bırakılması açısından, TBMM’nin yürütme karşısında daha da bağımsız ve güçlü bir konuma geldiğini söylemek mümkündür. Anayasa m. 87’den çıkarıldığını söylediğimiz “bakanlar kurulunu ve bakanları denetlemek” yetkisinin ise, aslında denetim araçlarından sadece gensoru yetkisinin kaldırılması biçiminde anlaşılması gereklidir. Zira anayasa değişiklik metninin 6. maddesi, 1982 Anayasası m. 98’de “TBMM, meclis araştırması, genel görüşme, meclis soruşturması ve yazılı soru yollarıyla bilgi edinme ve denetim yetkisini kullanır” demek suretiyle, önceki beş denetim yolundan dördünü muhafaza etmiştir. Değişiklikle kaldırılan gensoru denetim mekanizması ise, hükümet sistemi değişikliğinin zorunlu bir sonucu olmuştur. Gensoru, parlamenter sistemin ve bir dereceye kadar yarı-başkanlık modellerinde parlamentonun hükümeti siyaseten denetleyebildiği bir araçtır.

Ancak son anayasa değişikliğiyle, Türkiye’de hükümet sisteminde önemli bir değişiklik yapılarak başkanlık sisteminin bir türevi olarak cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmiştir. Bundan dolayı bu sistemde sert kuvvetler ayrılığının da etkisiyle, yasama organının yürütmeyi siyaseten sorumlu bularak onun hukuki varlığına son verebilmesi söz konusu olamaz. Zaten Türkiye’nin parlamenter ve yarı-başkanlık biçiminde geride bıraktığı anayasal uygulaması sürecinde şimdiye kadar 500’e yakın sayıda verilen gensoru önergelerinden sadece dördünün TBMM’de görüşülerek kabul edildiğini, bunlarda da hükümetin değil, sadece bakanların görevden düşürülebildiğini önemle vurgulamak gerekir. Tek parti hükümetlerine karşı kullanılması zaten bir anlam taşımayan, ancak koalisyon hükümetlerinde çok nadir biçimde etkili olabilen bir denetim aracı olarak gensorunun fiilen ve siyaseten gördüğü asıl fonksiyon, Meclisteki muhalefet kanadının, büyük ölçüde reddedileceğini bildikleri halde, iktidar parti veya partilerini gensoruyla meşgul ederek hükümetleri iş göremez hale getirmek olmuştur. Gensoru mekanizması, hükümet sistemi değişikliğinin zorunlu bir sonucu olarak anayasadan çıkarılmış olsa da, diğer denetim araçlarından olan Meclis araştırması, genel görüşme, meclis soruşturması ve yazılı soru aynen korunmaktadır. Hatta TBMM’nin bu denetim araçlarını kullanması daha da kolaylaştırılmış ve etkili hale getirilmiştir.

Yapısal anlamda TBMM’nin geldiği yeni konuma bakıldığında, üye sayısının 550’den 600’e çıkarılması ve nüfus başına düşen milletvekili sayısının artırılması ile Meclisin temsil kabiliyeti artırılmış ve Batı ülkelerindeki ortalamalara nispeten yaklaşılmıştır. Milletvekili seçilme yaşının 25’ten 18’e indirilmesiyle ise, bu yaş aralığında bulunan 9 milyona yakın genç nüfusun da seçilebilme imkanı kazanmasıyla TBMM, çok daha geniş bir temsilci kitlesini bünyesinde barındırmak suretiyle demokratik temsil gücünü daha da artırmış olacaktır.

Etkili ve bağımsız parlamento  

Anayasa değişiklik metniyle gensoru sistemden çıkarılmış olsa da ondan daha da etkili olabilecek bir siyasal denetim aracına, dolaylı da olsa, TBMM’nin aldığı/alacağı, seçimleri yenileme kararı ile şahit olunmaktadır. Şöyle ki, TBMM 5’te 3 çoğunlukla seçimleri yenileme kararı aldığında, TBMM ile birlikte cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de eş zamanlı olarak yenilenecek olması, Cumhurbaşkanı ve onun partisiyle uzlaşmazlığa düşen Meclis çoğunluğunun giderayak, adeta Cumhurbaşkanını da görevden alması şeklinde bir sonuç meydana getirecektir. Bu da hem tıkanan sistemin açılmasına ve hem de Cumhurbaşkanının Meclis çoğunluğuyla iyi geçinmenin yollarını aramasıyla siyasal uzlaşma kültürünün yerleşmesine zemin hazırlayacaktır. Yürütmenin hazırladığı bütçenin, görüşülüp onaylanması yetkisinin de yine TBMM’de olduğunu ifade etmek gerekir. TBMM bu noktada, yürütmenin asıl bütçesini olduğu kadar geçici bütçesini de reddedebilme yetkisine sahiptir. TBMM, Cumhurbaşkanının OHAL ilan etmesi durumunda, gerekli görürse OHAL süresini kısaltmaya, uzatmaya ve hatta kaldırmaya da yetkilidir. TBMM’nin yetki ve etkisinin arttığını gösteren bir diğer nokta ise, yeni adıyla Hakimler Savcılar Kurulu (HSK)’ya Meclisin de üye seçebilecek olmasıdır. Bundan böyle TBMM ilk defa, 13 üyeli HSK’nın 7 üyesini ilgili birimlerin göstereceği adaylar arasından, ilk turda 2/3 veya ikinci turda 3/5 nitelikli çoğunluğun gizli oyuyla seçecektir. Bu suretle Meclis’in yetkisi arttığı gibi, HSK’nın da demokratik bir meşruiyet kazandığı görülmektedir.  

Anayasa değişikliği öncesinde, Anayasa m. 116’ya göre belli şartlar altında da olsa Cumhurbaşkanının TBMM seçimlerini yenileme yetkisi olmasına rağmen, TBMM’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerini yenileme yetkisi bulunmuyordu. Yani tek taraflı bir yetki söz konusu idi. Değişiklik sonrasında ise, anayasa değişikliğinin 11. maddesiyle TBMM’ye de bu yetki tanınmış ve yasamanın yürütme karşısında eli daha da güçlenmiştir. TBMM’nin, yürütmenin diğer kanadı olan Bakanlar Kurulunu gensoruyla görevden alabilmesi yolu açık idi, ancak bu yolun da pek kullanışlı ve sonuç verici olmadığına yukarıda temas etmiştik. Anayasa değişikliğiyle birlikte, öncesine nispeten TBMM’nin Cumhurbaşkanını yargılansın diye Yüce Divan’a(AYM) gönderme yetkisinde de hem isnad edilen suç tipi hem de aranan çoğunluklar bakımından bir kolaylaştırma ve dolayısıyla yetki artışı yapılmış olmaktadır. Önceki düzenlemede, kanunen tanımlanmamış bir suç olarak “vatana ihanet” sebebiyle ancak 3/4 çoğunlukla (413 milletvekili) alınabilen sevk kararı, yeni düzenlemede “herhangi bir suç” sebebiyle ve daha düşük bir oran olan 2/3 çoğunlukla (400 milletvekili) alınabilecektir.

Anayasa değişikliği öncesinde, yürütme organının sahip olduğu Kanun Hükmünde Kararname ve tüzük çıkarma yetkileri, değişiklik sonrasında artık olmayacaktır. KHK’lerin yerine getirilmiş gibi görünen Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ise, zaten 1982 Anayasa m.107’de var olan, ancak anayasa değişikliğiyle düzenleme alanı yürütme alanıyla sınırlı olarak genişletilen bir hukuk normudur. Ancak bu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin, kanunla açıkça düzenlenen bir alanda ve sadece (münhasıran) kanunla düzenlenecek bir alanda çıkarılması mümkün değildir. Çıkarıldığı takdirde Anayasa Mahkemesi’nde iptal edilebilecektir. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle düzenlenen bir konuda TBMM’nin kanun çıkarması durumunda kararnamenin hükümsüz/geçersiz sayılacağına da anayasa değişikliği m. 8’e atıf yapmaktadır. Bu da Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin, kurallar hiyerarşisinde kanunun altında olması anlamına gelmektedir. Önceki düzenlemede olan KHK’lar ile yürürlükteki bir kanun değiştirilip kaldırılabilirken, KHK’ların yerine geldiği söylenen Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, bir kanunla çatıştığı durumda hükümsüz sayılıp yürürlükten kalkacaktır. Buraya kadar anlatılanlar da dikkate alındığında, yapısal ve fonksiyonel yönden içiçe geçmiş bir yasama-yürütme görüntüsünden, daha sağlam ve gerçekçi bir kuvvetler ayrılığına zemin hazırlayan, TBMM’yi yürütme karşısında eskisine göre daha güçlü, bağımsız ve denetleyici bir konuma getiren bu anayasal manzara karşısında, hala TBMM’nin ortadan kaldırıldığını veya güç ve yetkilerinin kuşa döndürüldüğünü iddia etmenin, hakperestlikten ne kadar uzak kalındığını göstereceği açıktır. 

[email protected]