‘Sessiz dragon’un Afrika jeopolitiği

Dr. Necati Anaz/İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi
2.12.2017

Afrika’da sömürgeci ülkelerin boşalttığı elçilik binalarına yerleşen Çin, hiç kuşkusuz kıtanın en yeni jeopolitik aktörü ve stratejik hegemonyal gücü olarak varlığını sürdürmektedir. ‘Sessiz dragon’, kara kıtada devasa ayak izlerini her yere bırakırken rakibi eski sömürge ülkelerinin müdahalede çaresizliği, bu Asya canavarını kıtanın en avantajlı avcısına dönüştürmektedir.


‘Sessiz dragon’un Afrika jeopolitiği

İkinci Dünya Savaşı sonrası doğrudan sömürgeciliğin sona ermesiyle bağımsızlıklarını kazanan Afrika ulusları bu kez de kendi ayakları üzerinde durabil-menin mücadelesini veriyordu. Eski sömürge ülkeleri teker teker askeri varlığını kıtadan çekerken geride masa başında çizilmiş sınırlar, güç temerküz etmek isteyen kabile liderleri, kurumsallaşmamış siyaset ve ayakları üzerinde duramayan bir ekonomik sistem bırakmıştı. Bir diğer anlatımla bağımsızlık kıta için yeni bir ümit mi yoksa yeni bir zorluğun başlangıcı mı çok net görünmüyordu. Bilinen bir gerçek vardı ki o da Afrika’nın hızlı bir ekonomik kalkınmaya ihtiyacı olduğuydu ancak bunu finanse edecek ne bir gelir kaynağı ne de teknoloji veya beşeri kapitali mevcuttu. Bu yapısal zorluklar Afrika uluslarını ya eski sömürge güçlerini bu kez gönüllü olarak kıtaya geri çağırmaya zorlamış ya da kıtanın potansiyeline yatırım yapacak alternatif aktörler aramaya itmiştir.

Soğuk Savaş sonrası küresel/liberal serbest piyasa dalgasının da getirdikleriyle Afrika’nın dünyaya açılımı yine Avrupa ve ABD üzerinden olmaya devam etmiştir. Ancak bu süreç 2000’lere gelindiğinde bir başka küresel ekonomik gücün lehine dönmeye başlamıştır. Bu yeni kıtasal aktör hiç kuşkusuz devasa kalkınma yardımlarıyla kıtaya giren Çin olmuştur. Aslında Çin’in kıtayla bu manada ilk irtibatı çok öncelere rastlar. Çin’in kıtaya yaptığı kalkın-ma yardımları ilk 1956’larda başlamıştır ancak 1975’te faaliyete geçen TAZARA Demiryolu bu minvalde bir milattır. Demiryolu, Tanzanya ve Zambi-ya’yı birbirine bağlayarak denize ulaşımı olmayan Zambiya’nın Zimbabve’ye olan ekonomik bağlılığını azaltmayı hedeflemiştir. Demiryolu, Zambiya’nın bakır madenini beyazların yönettiği toprakların dışından limana taşımakta ve bu özelliği ile de Svahilicede ‘Büyük Özgürlük Demiryolu’ olarak ün ka-zanmıştır. Bu proje o dönemde Çin’in üstlendiği en büyük dış-yardım projesi olma özelliğindeydi. 2000’lerden sonra Çin’in Afrika’ya yaptığı kalkınma yardımları –ki bunlar bilinen uluslararası kalkınma yardımları niteliğinde değildir- Avrupa ve ABD yardımlarıyla rekabet eder düzeye gelmiştir. Her geçen yıl rakamlar milyar dolarları bulurken OECD’ye üye olmayan Çin’in bu kalkınma yardımları uluslararası finansal akışın kaydını tutan herhangi bir mekanizmanın dışında ve yeni formatta gerçekleşmiştir. Çin, kalkınma yardımlarını doğrudan yapılan finansal yardımlar, uzun vadeli borçlar ve ticari yatırımlar çerçevesinde daha çok yeraltı kaynaklarının işletilmesine, altyapı çalışmalarına, enerji ve iletişim sektörüne yönlendirmiştir. Bu yardımların sadece az bir bölümü sosyal yatırımlara (ucuz konut, hastane ve stadyum gibi) ayrılmıştır.

Çin’in kalkınma yardımları

Hâlihazırda gelişmiş ülkeler tarafından yapılan kalkınma yardımlarından farklı olduğundan Çin’in kalkınma yardımları bir nevi tefeciliğe benzetil-mektedir. Çin düşük faizli ve geri ödemesi kolaylaştırılmış borçların karşılığında sektörlerde yatırım avantajı sağlamakta ve kıtanın hammaddelerini işletme önceliği elde etmektedir. Yapılan yatırımlar kati suretle Çinli müteşebbislere verildiğinden esasında kıta için herhangi bir teknoloji transferi veya yetişmiş eleman birikimi de gerçekleşmemektedir. Çin, Afrika’dan petrol, bakır, demir, orman ürünleri gibi hammadde temini sağlarken kıtaya kendi endüstriyel ürünlerini satmaktadır. Bu döngüde Çin, kıtanın ticaret yaptığı en büyük partner olma avantajını elde etmiştir. Dolayısıyla Çin tarafından kıtaya aktarılan kalkınma yardımları mahiyeti ve genel döngüsü itibariyle post-kolonyal düzenden farklı bir resim çizmemektedir. Hatta Zambiya Finans Bakanı Çinli yatırımcıların finansal faaliyetleri hakkında yeterli bilgiye dahi sahip olmadıklarını söylemiştir. İnsan hakları izleme komiteleri ise Çin’in maden ocaklarında çalıştırdığı işçilere kolonyal dönemden farkı olmayan muamelelerin yapıldığını rapor etmektedir. Ancak tüm bu anlatılanlar ve yazı-lanlar buz dağının sadece görünen kısmıdır. Elit bir azınlıkla iş tutan Çin şirketleri (ki bunların sayısı yaklaşık 900 civarındadır ve önemli bir kısmı devlet iştirakidir ve geri kalanı da devletin özele kurdurduğu anlaşmalı şirketlerdir) çalışmalarını tüm dünyanın gözünden ırak yürütmektedir. Çin’in kıtada en büyük donörlerden biri olmasına rağmen yaptığı kalkınma yardımlarının kıtayı ihya edebilecek bir mekanizmaya dönüşmekten uzak olduğu artık tartışıl-maz olmuştur.

Yeni bir hanedanlık peşinde

Çin’in İkinci Kıtası: Bir Milyon Göçmen Afrika’da Nasıl Yeni Bir İmparatorluk Kuruyor (2014) isimli kitabın yazarı Howard French’e göre ise Çin esasında kıtaya getirdiği devasa sayıdaki Çinli işçiyle kıtada yeni bir hanedanlık peşindedir. Hatta The Economist’e yansıyan bir yorumunda yazar Afri-ka’ya transfer edilen Çinli işçilerin Çin hapishanelerinden getirilen suçlulardan müteşekkil olduklarına dair yaygın bir söylentinin de varlığına işaret et-mektedir. French, Çin parlamentosunun 2011’de yaptığı bir oturumda kıtaya 100 milyon kişinin gönderilmesinin bile gündeme geldiğini aktarmaktadır (Çin resmi rakamlarına göre Afrika’daki Çinli işçi sayısı çeyrek milyon civarındadır).

French, kıtada inşa edilen yeni imparatorluğun arkasındaki itici gücün ise ideoloji değil paranın olduğunu öne sürmektedir. Her ne kadar Çin’in kı-taya aktardığı paranın akışı tam olarak takip edilemese de sadece Çin Export-Import Bankasının 2001-10 tarihleri arasında rapor ettiği rakam 62,7 milyar Amerikan dolarını bulmaktadır. 2015 itibariyle kıtaya aktarılan Çin kaynaklı kredilerin toplamı 94,4 milyar ABD doları olmuştur. En çok borçlanan ülkelerin başında ise Uganda, Kenya ve Senegal gelmektedir. 140 ülke için harcamayı planladığı 354,3 milyar Amerikan dolarının önemli bir kısmını kıta Afrika’sı için ayıran Çin’in kıtadaki dengeleri değiştirici ekonomik bir güç olarak sahaya indiği de artık bir gerçektir. Johns Hopkins Üniversitesi Çin-Afrika Araştırma Girişimi verilerine göre Çin’in Afrika’ya ihracatı 2015 yılı itibariyle 103 milyar Amerikan doları iken Çin’in kıtadan yaptığı -ki bunların neredeyse tamamı hammadde, petrol ve tarım ürünlerini kapsamaktadır- ithalat 69 milyar Amerikan doları civarındadır. Meseleye sadece işaret edilen ticaret dengesinden bakıldığında bile bu Afrika kıtası için pek sürdürülebilir bir gidişat değildir.

Çin’in kalkınma yardımlarına dair merak edilen soru ise şu olmaktadır: Günde 1 doların altında bir gelirle hayatını sürdüren milyonlarca Çinlinin varlığı sır değilken Pekin’in milyarlarca doları Afrika’ya kalkınma yardımı olarak göndermesinin altındaki sebep nedir. Bunun cevabı yukarıda da işaret ettiğimiz gibi dünyanın bir üretim fabrikası olan Çin için hayati öneme sahip sektörlerin canlandırılmasında ve kontrolünde aranmalıdır. Çin’in petrol ihtiyacının üçte ikisi Afrika kıtasından ve bunun da önemli bir bölümü Angola’dan geliyor. Bu, soruya verilecek cevaplardan sadece bir tanesidir. Balık ürünlerinin Namibya’dan, kakaonun Fildişi Sahili’nden, pamuğun Burkina Faso ve Mali’den ve kahvenin de Kenya’dan karşılandığı hesaba katılırsa Afrika, Çin için sadece enerji ihtiyacının karşılandığı bir yer değil ayrıca tarım ürünlerinin de temini için vazgeçilmez bir tedarikçi olmaktadır. Çin şirket-lerinin 19 Afrika ülkesinde 1987-2014 yılları arasında sahip olduğu ekilir toplam tarım arazisinin 240 bin hektarı aşmış olması bu minvalde ayrıca altı çizilmesi gereken bir bilgidir.

Siyasi hamleler, askeri üsler

Çin’in bölgede sadece ekonomik faaliyetlerde bulunduğunu ve ayrıca siyasal bir hegemonya kurmanın peşinde olmadığını söylemek naiflik olacak-tır. Çin’in gerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki veto yetkisi ve gerekse bölgenin can damarı sektörlere yatırım yapmış bir ekonomik güç olması Çin’i Afrika’nın en etkili kıtasal aktörlerinden biri yapmaktadır. Sudan krizinde de en net biçimiyle görüldüğü gibi Çin, kıtada siyasal nüfusunu kullanmaktan çekinmemekte ve hatta Zimbabve’de olduğu gibi rejim değişikliğine varan hamlesini dünyanın gözünün içine baka baka yapabilmektedir. Çin bunun yanında kıtada askeri varlığını artırmada da hiçbir bahis görmemekte ve kıtanın savunma sanayisine yatırımlarını sürdürürken diğer taraftan da stratejik noktalarda askeri üsler kurmaktan geri kalmamaktadır. Şu iyi bilinmektedir ki dünya kamuoyunun eleştirilerine kulak asmadan Çin’in Afrika’da bazı ülkelerle kurduğu stratejik ilişki, sonuçları itibariyle artık kestirilemez yeni bir boyuta doğru gitmektedir. Bilfiil sömürgeci ülkelerin boşalttığı elçilik binalarına yerleşen Çin, hiç kuşkusuz kıtanın en yeni jeopolitik aktörü ve stratejik hegemonyal gücü olarak Afrika’da varlığını sürdürmektedir. Sessiz dragon, kara kıtada devasa ayak izlerini her yere bırakırken rakibi eski sömürge ülkelerinin müdahalede çaresizliği, bu Asya canavarını kıtanın en avantajlı avcısına dönüştürmektedir.

@NecatiAnaz