Şeyleştirmeye karşı bir sosyoloji pratiği

MURAT GÜZEL / Açık Görüş Kitaplığı
18.02.2017

‘Yabancı’ adlı derleme kitap, özellikle Türkiye’deki sosyal bilim pratiğini vasatlaştıran teorisist atalete ve ‘şeyleştirme’ye karşı ezber bozan bir sosyoloji pratiğini gündeme taşıyor.


Şeyleştirmeye karşı bir sosyoloji pratiği

Türk toplumu uzunca bir süredir, handiyse Cumhuriyetle birlikte sürekli aynı “şey”leri tartışmak zorunda kalıyor. Ulus-devlet formasyonundan kimlik siyasetlerine, Alevi-Sünni geriliminden hayat tarzı farklılıklarına, “mahalle baskısı” olarak tipolojileştiren toplumsal denetim mekanizmalarından “siyasal vesayet”e t toplumumuzun neredeyse son yüzyıllık tarihine egemen hale gelmiş tartışma gündemlerine şekil veren konuların bir tür “yerli-yabancı” ayrımına dayanan algılar, anlayışlar, kavramlar ve kavramlaştırmalar dizisi olduğu ileri sürülebilir. Yerli ile yabancının birbirinden nasıl ayrıldıkları, hangi tür ilişki kalıpları içinde nasıl farklılaştıkları ya da karşıtlaştıkları, ne zaman “öteki”, yani düşman addedildikleri, ne zaman “bizden”, yani “dost” sayıldıkları gibi sorular aslında yüzyıldır bu topraklarda sürdürülegelen tartışmalar dizisinin merkezi izleklerini aydınlatmaya yarayabilir.

George Simmel’den Everett C. Hughes’e uzanan ve genelde Chicago Ekolü olarak adlandırılan belli bir sosyoloji pratiği içinde üretilmiş önemli metinlerden bazılarını derleyip Türkçe’ye çeviren Levent Ünsaldı, “Bir kişi veya grubu ‘öteki’ kategorisine sokan şeyin bizatihi kendisi bir ilişki biçimidir; siyasal, ekonomik, kültürel veçheleri üzerinden bir tahakküm formunu da içinde barındıran bir ilişkiler bütününde yuvalanmış bakış açısıdır, tipleştirmelerdir” ifadelerine yer verdiği Yabancı adlı derleme kitap, özellikle Türkiye’deki sosyal bilim pratiğini vasatlaştıran teorisist atalete ve “şeyleştirme”ye karşı ezber bozan bir sosyoloji pratiğini gündeme taşıyor.

Yerliyi de kuran yabancıdır

Sosyolojik tipoloji analizlerindeki teorisist sapma ve yanılgılardan, kategorik ayrımların dondurulmuş, kaskatı kılınmış biçimlerine kadar “yabancı”yı ya da “yerli”yi sabit örnekler olarak ele alan yaklaşımların dışında bir yaklaşım öneriyor kitaptaki metinler. Yabancı ya da “öteki” bir “ilişki biçimi”dir; yani neyin yabancı olduğunu kendi inşası içinde vazeden yerli kadar, “yerli”yi de “kuran” yabancıdır. Daha doğrusu, “yerli” ile “yabancı” arasındaki ilişki, ilkini “yerli” ikincisini “yabancı” kılmaktadır. Kitapta özellikle Harold Garfinkel’in “Başarılı Bir İtibarsızlaştırma Töreninin Koşulları” şeklinde Türkçe’ye çevrilmiş makalesi 100 yılı aşkın bir süredir Türk düşünce hayatına hakim olmuş tartışmaların gündelik hayatımızda aldığı şekilleri çözümlemek bakımından da ayrı bir değere sahip. “Ahlaki infial”in paradigmasını itham etme olarak belirleyen Garfinkel, “Kişileri birbirine bağlamayan utançtan farklı olarak, ahlaki infial grup dayanışmasını perçinleyebilir. Piyasa ve siyasette itibarsızlaştırma, mezhepleşmenin seküler bir formu olarak ele alınmalıdır” diyor. Çeşitli idrak düzeylerinde kavranan yerli ve yabancı tipolojileştirmelerinden “toptancı” bir bakışa geçilen evreyi anlatmaktadır Garfinkel’in bahsettiği “itibarsızlaştırma” ya da “seküler mezhepleşme” kavramı.

[email protected]

Deleuze’ün yaşam felsefesi

Todd May’in Deleuze incelemesi, gerçekliğin yeni ifade biçimlerini etik, politik ve ontolojik düzeylerde araştıran çarpıcı hamleler yapıyor. Bu hamlelerin merkezindeyse ontolojimizle gündelik hayatımız arasında kenetlenmiş bir ilişki olduğu savı yer alıyor. May’e göre varlık tıpkı origami sanatında olduğu gibi dışarıdan bir müdahale olmaksızın kıvrılma ve açılma süreçlerinden geçerek oluş çizgileriyle kurulur. Her çizgi tüketilemez bir güçtür; artık karşımızda özdeşliklerden kurulu bir dünya değil, yaratılması gereken çizgiler tarafından kat edilen bir güçler alaşımı vardır. Düşüncelerimiz, değerlerimiz ve dünyamız da bununla yüzleşmek zorunda. Başka bir yaşam ihtimali tam da burada saklı olabilir mi? Todd May, Gilles Deleuze felsefesinin içkinlik, süre ve olumlama sorunlarıyla örülen yaşam düşüncesinin izlerini sürüyor.

Deleuze, Todd May,

çev. Sercan Çalcı, Kollektif, 2017

Umut hakkımız kaldı mı?

Marksist edebiyat eleştirmeni Terry Eagleton İyimser Olmayan Umut isimli kitabında insani duyguların en hassaslarından biri olan “umudu” mercek altına alıyor. Eagleton boş umutlarla dolu umutlar arasında belirgin ayrımlar yaparak, “ihmal edilmiş” bu duyguyu edebiyat eserlerinden felsefi metinlere uzanan geniş bir düzlemde sorunsallaştırıyor. Eagleton bu çabasından hareketle gündelik hayatın boğucu ilişkileri, iktisadi süreçlerin geçirimsiz kodları arasında bocalayan “şimdi”nin insanına kışkırtıcı olduğu kadar düşündürücü de olan ilginç yorumlar sunuyor. Umut ile umutsuzluk, umut ile iyimserlik arasındaki çetrefilli duygulanımların felsefi-edebi açıdan bu yorumları Kant’tan bu yana ‘neyi umabildiğimize’ ilişkin de yol gösterici.

İyimser Olmayan Umut,

Terry Eagleton, Ayrıntı, 2017