Seyyid Kutub niçin hedefte?

Vahdettin İnce / Yazar
30.12.2017

Batı vurgunu yemiş aydınlar Arap yarımadasında Seyyid Kutub’u eleştiren yazılar kaleme alıyor, çağdaş düzmece tanrı Batı’dan “Bravo! Ne çok aydınsın” payesini kapmaya çalışıyor. Geleneksel hurafeciliği esas alarak Batı’nın bu meşum hegemonyasına gerekçe üreten nice iktidarlar da “ılımlı İslam” martavalıyla özgürleştirici değerlerimizi öğütmeye başlayan bu değirmene su taşıyor.


Seyyid Kutub niçin hedefte?

İslam dünyası Osmanlı’nın şahsında Birinci Dünya Savaşı’nda ağır bir yenilgi almıştı. Öncesinde kıyısından köşesinden sömürgeleştirilen bölge bu sefer tümüyle işgal edilmişti. Tarihin bu en ağır hezimeti Müslümanlar üzerinde şok etkisi yaratmıştı. Kendilerine gelmeleri uzun zaman aldı doğal olarak. Kendilerine geldiklerinde ise artık siyasal bir bütünlükten söz edilemeyecek küçük parçalara bölünmüş bir coğrafyanın azat kabul etmez tutsakları haline gelmişlerdi.

Dün merkezi İstanbul olan koskoca bir imparatorluğun tebası olan bir insan bugün gözünü açtığında kendini Suriye, Irak, Yemen, Libya, Türkiye veya Mısır… denen bir ülkenin vatandaşı olarak bulmuştu. Artık bambaşka bir dünyası vardı. Ufku, derdi, sorunları ve amaçları bu yeni yapay coğrafyayla sınırlıydı. Bu boğucu hezimetin yıkımını telafi etmek için biriktirdiği bütün enerjisini, yapay sınırların içinde yapay sorunlar uğruna harcamak gibi bir kısır döngüye dönmüştü hayatı. Çünkü bu seferki salt askeri bir hezimet değildi, etkisi asırlar sürsün diye, küçücük ülkeciklerin etrafına örülen dikenli tellerin benzerleri ruhlara da bilekçe gibi geçirilmişti.

Askeri hezimetten kat be kat öldürücü ruhsal hezimetin kasıp kavurduğu bu süreçte Mısır’dan kara kuru bir adam çıktı: Seyyid Ku-tub. Askeri ve ruhsal hezimeti içselleştirerek gönüllü köleler haline gelmiş kitlelere “Kur’an’ın gölgesi”nden sesleniyordu. “Bırakın bu yapay sınırların size dayattığı yapay sorunları, bu duvarların, bu dikenli tellerin, ruhlara dökülmüş bu beton kirişlerin ötesinde ‘özgürler’ olun” diyordu. “Duvarlar, dikenli teller, beton kirişler özgürleşen iradeniz karşısında örümcek ağı kadar bile direnemez” diye haykırıyor-du Batı medeniyetini önüne çıkan her şeyi silip süpüren evrensel bir hakikat gibi benimsemiş kitlelere.  “Medeniyet-ı hazıra bir seyl-ı hurişan değil, sizin hezimeti içselleştirmiş zaafınızdan istifade eden çürük, erdemsiz, ilkesiz bir yapıdır” diyordu “Hiç kuşkusuz evlerin en zayıfı örümcek ağıdır” diyen hakikat membaından konuşan bu adam. “Sizi bu ağın tutsağı kılan şey onun gücü değil, sizin hezimeti içselleştirmiş olmanızdır” diyordu.

Özgürlük manifestosu

Konuşmuyordu sadece, bunu hayatıyla da kanıtlıyordu. Zindanların karanlıklarında, bir avuç göğe hasret ışıksız hücrelerde, başının üzerinde asılı bulunan idam ipinin gölgesinde bütün bunları anlamsız kılan bir azatlıkla kurtuluşun “yoldaki işaretleri”ni  göz yaşıyla, yetmedi kanıyla çiziyordu.

“İslam’ın sosyal adaleti”ni, içinde kan, göz yaşı, vahşet, kula kulluk barındıran dışını ise eşitlik, kardeşlik ve özgürlük ambalajıyla ör-ten iki yüzlü erdemsiz Batı cahiliyesinin hegemonyası altında çaresizce çırpınan mazlumlara, zayıflara, ezilenlere anlatıyor, “İslam’ın özgürlük manifestosu”nu  bir umut olarak aşılıyordu.

“Kur’an’ın Edebi sahnelerinin” görkemiyle bezenmiş bir dille ifade edilen bu evrensel hakikatler, Batı cahiliyesi için “kıyamet sahne-leri”nin yaklaştığının habercisiydi. Mağripten maşrıka makes buldu. İslam’ın mesajını en net biçimde ortaya koyduğu gibi Batı düşünce-sini de olanca çıplaklığıyla gözler önüne serdiği için Bosna’dan Hint yarım adasına kadar bütün bir İslam alemini derinden sarsması kaçınılmazdı.

Batı düşüncesinin çağdaş cahiliye olduğunu söylüyordu. İlimde, teknolojide, sanatta, edebiyatta, felsefede geri kaldığı için değil. Allah ile bağını kopardığı için. Kendini Allah’ın yerine koyduğu için. Bilimde, sanatta, edebiyatta, teknolojide, felsefede elde ettiği üstünlüğü bir tür tanrılık gerekçesi olarak kullandığı için. Allah’ın yarattığı kulları kendi hegemonyasına kul yaptığı için. Nitekim Arap cahiliyesi de okuma yazmasız, teknolojide geri kalmış, ilim ve edebiyattan bihaber olduğu için değil, Allah’ı bir yana bırakarak taştan ağaçtan yontulmuş putları, kendi içlerinden çıkmış kabile şeflerini, kahinleri, mabet bekçilerini tanrı edindiği için cahiliye tanımını hak etmişti.

Batı düzmece bir tanrıdır

Batı düşüncesi bir tanrı gibi hayatımızın her alanına müdahale ediyor. Ne giyeceğimizi, ne yiyeceğimizi, neyi iyi neyi kötü görece-ğimizi belirliyor. “Arabistan’ın kızgın çöllerinde kavurucu sıcaklık altında bir kadın sırf Batı’da modadır diye kalın bir kürk giyiyorsa, bu bir kıyafeti beğenip giyinmek gibi son derece insani bir refleks değil, iradesine, emrine karşı koyamayacağı bir tanrıya itaat etmektir” diyordu. Batı hayatımıza egemen olmuş düzmece bir tanrıdır. Bu yüzden Arabistan’ın düzmece tanrılarına savaş açan ve insanlığı özgür-lüğüne kavuşturan İslam bir kez daha bu misyonla sahne almalı ve bu düzmece tanrıyı hayatımızdan söküp atmalıdır diye tarihin tanık olduğu en derinlikli, en erdemli düşünce hareketini başlattı Mısır’ın bu kara kuru evladı. Batı’nın çağdaşlık, demokrasi ve benzeri maske-lerle örttüğü katliamcı, soykırımcı, sömürgeci, erdemsiz yüzünü gözler önüne sermişti.

Batı tehlikenin farkındaydı. Geleneğin, menkıbelerin, efsanelerin üzerini örttüğü İslam’ın bu motivasyonla devreye girmesiyle birlik-te sahneden çekilmesinin kaçınılmaz olduğunu biliyordu. Bu yüzden ona karşı savaş açmakta gecikmedi. İslam umut olmaktan çıkarılma-lıydı. Önce yerel yöneticiler eliyle İslam’ın bir vahşet ve zorbalık dini olduğunu gösterecek uygulamalara yol verdiler. Sonra bunlara itiraz edenlerin şiddete bulaşmalarının zeminini oluşturdular. İslam denince akla vatandaşlarına nefes aldırmayan diktatör rejimlerinin ve akıl almaz cinayetler işleyen vahşi örgütlerin gelmesini sağladılar. Elde sidik maşrapaları ekran ekran dolaşan modern hurafecilerin kara-lamakta yetersiz kaldıkları durumlarda elde kanlı kelle ekran dolaşan “cihadist”leri devreye soktular.

Ve son vuruş olarak da bütün bunların akıl babasının Seyyid Kutub olduğunu anlatan senaryoyu devreye soktular.

Bugünlerde içeride de hedeftedir Seyyid Kutub. Celal Al-i Ahmed’in “Garpzede” dediği Batı meftunu, Batı vurgunu yemiş aydın-lar Arap yarımadasında Seyyid Kutub’u eleştiren yazılar kaleme alıyor, çağdaş düzmece tanrı Batı’dan “Bravo! Ne çok aydınsın” paye-sini kapmaya çalışıyor. Geleneksel hurafeciliği esas alarak Batı’nın bu meşum hegemonyasına gerekçe üreten nice iktidarlar da “ılımlı İslam” martavalıyla özgürleştirici değerlerimizi öğütmeye başlayan bu değirmene su taşımaya başladı.

İlginçtir, içeride ve dışarıda elbirliği ederek özgürlük manifestosu İslam’a saldıranlar yine el birliği ederek Erdoğan’ı hedefe almışlar.

Çünkü Recep Tayyip Erdoğan “Dünya Beşten Büyüktür” diyerek bir tanrı gibi insanlığın kaderine çöreklenmiş Batı sistemine dü-şünce alanında başkaldıran Seyyid Kutub’un bu çıkışını siyasal alanda gerçekleştirmektedir.

Erdoğan niçin çağdaş düzmece tanrının ve onun azad kabul etmez kullarının hedefindeyse Seyyid Kutub da onun için hedeftedir.

 @vahdettinince