Sistem değiştirecek işaret fişeği: Referandum

Ercan Yıldırım / Yazar
22.04.2017

16 Nisan’da sadece oylama değil hesaplaşma da yapıldı; Kemalist elitler, tarz-ı hayatı öne çekenler, ulusalcılar ile millet bağını kuran dindar-muhafazakar kesim arasında. Milliyetçilik burada ölçü olmadı, olamadı; zira milliyetçiler ağırlıklarını ‘hayır’dan, Kemalist-seküler kaygılardan tarafa yöneltti. Az miktardaki destek zaten dindar-muhafazakar kimlikle özdeşleşebilen kesimi karşılar.


Sistem değiştirecek işaret fişeği: Referandum

Türk siyaseti modernleşme tarihinden itibaren kadim gelenekleri etrafında organize olmayı başaramadı. Devlet, organizasyon ve hiyerarşi oluşturma yeteneği olsa da milletimiz küçük birimlerden imparatorluk sistemine geçerken de imparatorluktan ulus devlet inşasına evrilirken de büyük çatışmalar yaşadı. Fatih en büyük gaza beylerinden Çandarlı ailesini kırıp kul sistemini vazgeçilmez hale getirerek mutlak egemenliği sağlayabildi.

İmparatorluk dağılırken de Rumeli-Anadolu farklılaşması belirdi; İttihatçılarda çok daha net görüldüğü üzere dindar-elit, içe kapanmacı-dışa açılmacı yaklaşım kendini Cumhuriyet tarihi boyunca gösterdi. Cumhuriyet tasfiyeleri bunun bir sonucuydu. 27 Mayıs, Demokrat Parti ile gelen dindar orta sınıf, eşraf etkisini kırdı, 27 Mayısçılar çok uymasa da ABD’nin kısmi desteğini almayı bildi. 28 Şubat bunun son rövanşlarından biriydi; AK Parti döneminde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile zaman zaman karşı karşıya gelindi. 27 Nisan bildirisi, Cumhuriyet Mitingleri, kapatma davası, Ergenekon, Gezi süreçleri bunun farklı biçimlerde görünmesiydi.

16 Nisan’da yapılan referandumda evet–hayır tercihleri yine bu iki cenahın karşılaşmasına sahne oldu, anlaşılan o ki bundan sonra da daha sıcak münasebetlere girilecek! 17 büyükşehrin “hayır” demesi kadar Türkiye’nin neredeyse doğu-batı diye ikiye ayrılması, ‘hayır’ın “kentli, orta sınıf, eğitimli”lerden oluştuğu vurgusu aslında Kemalist elitleri, içe kapanmacı, memur taifeyi anlatıyor. ‘Evet’ ise tam manasıyla millet varlığını, yani onların deyimiyle “bozkır ahalisini, köylüleri”... Tabii kasıt yine “kömürcü, makarnacı”lar. Fakat burada dikkate alınması gereken bir konu, ‘hayır’ın içinde AK Parti’nin geliştirdiği dindar yeni zengin, orta sınıfların da olmasıydı. Konfor biraz kanları bitlendirdi anlaşılan. ‘Hayır’ın içine yine içeriden yani AK Parti kesiminden taşrada etkili cemaatleri de eklemek gerekir.

200 yıllık hesaplaşma

16 Nisan’da sadece oylama değil hesaplaşma da yapıldı; Kemalist elitler, tarz-ı hayatı öne çekenler, ulusalcılar ile millet bağını kuran dindar-muhafazakar kesim arasında. Milliyetçilik burada ölçü olmadı, olamadı; zira milliyetçiler ağırlıklarını ‘hayır’dan, Kemalist-seküler kaygılardan tarafa yöneltti. Az miktardaki destek zaten dindar-muhafazakar kimlikle özdeşleşebilen kesimi karşılar.

Gezi ile başlayan “darbe fırtınası”na diktatör söylemleri de eklenmişti, sistem değiştirmek aslında Erdoğan’ı korumak ve arkasında olduğunu göstermek manasına da gelir. Yüzde 51, her ne surette olursa olsun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı gavura, Gezicilere, FETÖ’cülere, Kemalistlere yedirmemenin karşılığıdır; sistem hassasiyeti ikinci planda kalır.

Halk oylamasında dikkat edilecek hususlardan biri de yine İdris Küçükömer’in vurguladığı gibi dindar, köylü, muhafazakar yani sağ kesim “ilerici”, yeniliğe ve dünyaya açık, kalkınmacı iken Kemalist, sol, ulusalcı kesimler “gerici”, içe kapanmacı, yeniliğe mesafelidir. Buna özellikle eğitimli kentlileri de eklemek gerekir; kentli eğitimliler muhafazakar gibi görünse de aslında “sabit fikirli”, “ezberlenmiş tekrarlar”dan vazgeçmeyen saplantılı kişilerdir.

Tam tersine Anadolu insanı öğrenmeye, yeniliğe açıktır. Sistem değişikliği bunun bir başka göstergesini oluşturur. Referandum esasında Türk siyasetinin bir başka özelliğini, sistem değişikliğini ‘hayır’cıların çok büyük bir kesiminin de istediği fakat Erdoğan önerdiği için reddettiği gerçeğini de ayan ediyor. Buna AK Parti’nin ittifak ettiği milliyetçileri de eklemek gerekir; Erdoğan’ın başkan olmaması konusunda HDP’lilerle birleşen bir zihin kodu var.

Referandum konjonktürü

Toplumsal değişimlerin karakterinde vardır, değişime geçmek çok zor olsa da değişim gerçekleştikten sonra ona uyum sağlamak çok kolaydır, taraflar bu sefer “yeni sistemde yerini alma”nın kaygısını ve kavgasını verir. Şimdiden partiler, siyaset ve kamusal alan kendini 2019 konjonktürüne uyarlamaya başladı. Burada en kritik yerde CHP var. MHP’nin lideri AK Parti ittifakında yer alsa da seçmeni ‘hayır’da buluştu. HDP’nin liderleri hapisteydi; haliyle bir tek Kılıçdaroğlu uhdesinde yürütüldü kampanya.

2019 konjonktüründe Erdoğan’ın karşısına çıkacak aday artık ne Ekmeleddin İhsanoğlu gibi proje ürünü ne Ahmet Necdet Sezer gibi “bürokrat”, halka yabancı, dünyaya ve ülkesine kapalı, klasik laik anlayışta olabilir. CHP, MHP’liler ile HDP’lileri bir araya getirebilecek bir aday çıkarmalıdır. Burada “eski AK Partili”lerin revaçta olacağı düşünülebilir!

CHP artık Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi “mütedeyyin” kitlenin mukaddesatına karşılık verebilmek için laiklik anlayışını yumuşatmak zorunda; tabii o zamana kadar CHP’nin “çelik çekirdeği” Kılıçdaroğlu’nu tutarsa!

MHP ise ideolojik söyleminden önce toparlayıcı, öncü, zinde bir lider bulmanın çabasında. Sol-sağ çatışması, PKK karşıtlığından meşruiyet devşirme dönemi bitti. MHP yeni sistemin karakterine özgü olarak “iki partili” yapıda ancak kendine Refahyol dönemi BBP’sinin kilit partisi özelliğini kazandırmaya çabalayacak fakat bu belki de 2019 konjonktüründe bile dindarlarının AK Parti’de, ulusalcılarının CHP’de toparlanacağı ayrışmanın da başlangıcı olacak.

16 Nisan’da kendi tabanıyla parti arasında en sıkı bağı HDP kurdu... Büyük oranda CHP de bunu başardı. Kürt ulusçuluğu HDP’den vazgeçmedi. Evet’e giden oylar AK Parti’nin hinterlandındaki PKK baskısından kurtulan dindar seçmen, Hüdapar ve Zazalardan oluştu.

Kürt ulusçuları da Türk ulusçuları da ‘evet’ demedi...

Dolayısıyla değişim ve yeni bir yol karşısında statükonun kalmasını istediler, bu açıdan sık sık Kemalizm eleştirisi yapan Kürt ulusçuları İttihatçı-ulusalcı damarla derin bağlarının aktivasyonunu yaptı. Türk düşüncesi bu süreçte çok önemli kırılmalar yaşayabilir, muhafazakarlığın “simgesel” boyuttan icracı bir siyasallığı beslemesi, çok daha etkin, kadro yapısına kavuşması mümkün.

Milliyetçiliğin dindarlık-muhafazakarlık ile seküler ulusalcılık arasındaki tercihleri önemli fakat 70 model Kemalist milliyetçiliğin büyük oranda dönüşeceği muhakkak. Sosyalizm ise yine neo-liberal dönemdeki karakterini sürdürecek, etnik, mezhebi, dini ya da feminizm, yeşilcilik gibi eğilimlerin içinde milli olanı geriletecek tüm yönelimleri besleyecek, Batı platformuna taşıyacak. Neo-liberal sol, millet bağını kuramayacağı gibi klasik sosyalist tezleri savunmadan hatta Batılı sosyalistlerin antikapitalist yeni ufuklarını bile takip etmeden yabancılaşma ayrıcalığını korumayı sürdürecek.

İslamcılar ne yapmalı?

Referandum sonrasında yeni bir sistemle Türkiye’nin karşısına çıkacak AK Parti, hususen İslamcılık, 16 Nisan’dan önceki dili, söylemi, siyaset anlayışı ve matbuat yapısını terk etmediği sürece kadim çatışmadan mağlup çıkabilir.

Kutuplaştırma, antagonistik siyaset tarzı, agonistik siyaset bir yere kadar varlığını koruyabilir; demokrasinin içindeki çatışmalar, agonistik siyaset sadece demokrasiyi güçlendirmez aynı zamanda Kemalist statükonun korunmasına hatta darbelerin meşruiyet sağlamasına neden olur. Bu bakımdan bilhassa Gezi’den sonra ortaya çıkan kutuplaşmalar, kadim karşıtlıklar yenilenerek sürüyor.

Renan’dan beri ilerici–gerici kavgası veriliyor, laik–dindar, gerici-çağdaş, yenilikçi-gelenekçi, sağ-sol, İttihatçı-İtilafçı, komünist–milliyetçi, muhafazakar-İslamcı, Alevi-Sünni gibi kutuplaşmalar, ikilemlerle bugünlere kadar geldik. İslamcılık Türkiye’de anlaşılan o ki milli mutabakatı sağlayacak en önemli görüş olmayı hala sürdürüyor. Fakat burada geçtiğimiz yıllardaki dili daha revize ederek yeni bir söylem geliştirmesi gerekir. Milli ve yerli söylemi İslamcılık için hayatiydi; bilhassa etnik iddiaların İslamcılık diye sunulduğu dönemlerde, tercüme hareketlerinden sonra ortaya çıkan dil kadar milli ve yerli diye tesmiye edilen dönemin dili de Türk milletini kapsayacak düzeyde olmadı.

Kemalist milliyetçiliğin hususen MHP’nin daha çok kullandığı dil, daraltıcı, milleti ayrıştırıcı, itham edici olarak gelişti. Buradaki millilik kavramı da tasfiye aracına döndü. Hain retoriğinin beka meselesinin ötesine geçmesine, korkutma süreci de girdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın milli mutabakat sağlayabilecek karizması hala en etkili güç olarak yerini alıyor; buna milliliğin yeni ve asli fonksiyonuyla eklemlenmesiyle başkanlık sisteminden istenen gerçekleşebilir. Bu açıdan Erdoğan kapsayıcılığı sayesinde 2019 konjonktüründe 2014’teki oyundan çok daha fazlasını alabilir. Gezi sonrası “darbe fırtınası”nı geniş bir millet bağıyla sonlandırabilir.

AK Parti erken dönemlerde zaten geniş bir koalisyon gibiydi. 2019 konjonktürü kurulurken, yeni seçmen sosyolojisi oluşurken ittifaklar mevzuuna da daha yakından bakmak gerekebilir. AK Parti kendi içindeki koalisyon unsurları zayıfladıkça “dışarıdan” ittifaklarla destek aradı. Bulsa bile sonradan o ittifaklar çok daha büyük sorunlara yol açtı. Artık ittifaklardan çok Erdoğan’ın partinin başına geçmesiyle birlikte yeni bir organizasyona gidilebilir. Belki bu, dilin mistik–metafizik boyutunun daha da geri plana itilmesi, rasyonel hatta Erdoğan’ı öne çıkaran kalkınmacı söylemin yepyeni projelerle, ekonomik atılımlarla geliştirilmesiyle mümkün olabilir.

İslamcılık hareketi kalkınmacıdır, medeniyet arayışı beraberinde kapitalist ilişki biçimlerinin, Batı medeniyetinin teknik ve teknolojik kısımlarının devşirilmesini getirir. Neo-liberal iktisadi sistem dünyada zengin ile fakir arasındaki farkı uçuruma çevirdi. Bunu görece zenginlik ve konforla, tüketim imkanı sunmasıyla gerçekleştirdi. Neo-liberalizm yeni sınıflar ortaya çıkardı, prekarya, beyaz yakalılar bunlardan biri... Taşeronlar, hizmet sektöründe aşırı çalışıp az maaş alanlar İslamcıların uhdesindedir. İstihdama dayalı kalkınmaya geçiş, insanları köleleştiren neo-liberal mesleklerden korumak, kültür ve eğitim sahaları ile beraber İslamcılığın yeni dönemdeki projelerinin başında gelmelidir.

İslamcılık düşüncesi Türkiye’nin tarihi dinamikleri içinde bulunan millilik anlayışını yenileyip, o ruhu güncelleyip Türk düşüncesini, siyasetin merkezine yerleştirebilir. Anadolu’nun İslamlaşmasından sonra Türklerin gaza metoduyla kafir ve kapitalizm dışı bir düzeni kurmasıdır millilik. Millet kavramı bu idealin etrafında birleşmiştir. Tarikatlar bile bu anlayışın etrafında faaliyet gösterir. 16 Nisan’dan sonra cemaatlerin kendi alanları dışında kamusal özerkliklerini gözden geçirmesi gerekir... Aynen medya da Sünni, Türk, devlet merkezli millilik ve kesinlikle adalet dairesi gözetirken Devlet Baba değil Devlet Ana’yı esas alır.

Vahdet-i Vücud felsefesi, Anadolu irfanı dışlamayı değil içselleştirmeyi öne çeker, bu açıdan gavur dışındaki hiçbir öbeğe, isyan hariç, “mutlak kötü” damgası vurmaz. İslamcılık bu tarihi birikimi yenileyebilirse, yeni sistemi gerçekten hayata geçirebilir, Türkiye’nin makus talihini değiştirebilir.

(Bu yazı 18 Nisan’da kaleme alınmıştır.)

[email protected]