Siyaset değişken vatanseverlik kalıcıdır

Dr. Öner Buçukcu / Afyon Kocatepe Üniversitesi
16.06.2018

24 Haziran seçimleriyle iktidara kimin geleceğinden çok kimin gideceğine odaklanmış muhalefet anlayışının söz konusu olduğu bir vasatta Erdoğan’ın seçimi kazanma ihtimaline karşılık Parlamentoda AK Parti’nin çoğunluğu elde etmemesi gerektiği anlayışından hareket edilmesi, HDP’nin yeniden nezihleştirilmesi arayışını da beraberinde getirmiş gözüküyor.


Siyaset değişken vatanseverlik kalıcıdır

Seneler evvel PKK’nın terör eylemlerinin oldukça yoğunlaştığı bir evrede devleti temsilen Süleyman Demirel “Kürt realitesini tanıyoruz” gibi bir ifade kullanmıştı. Yıllar içerisinde bu ifade “Kürt meselesi” ya da “Kürt sorunu” halini aldı. Belki Demirel “sorunu” ifade etmek için en doğru kelimeleri tercih etmişti ancak Platon’dan bu yana demokrasinin en ciddi sorunu olduğundan bahsedilen “oy avcılığı” Kürt toplumunu demokratik süreçlerde bir kelle hesabı biçiminde düşündüğü için hadise zamanla provokatif biçimde “sorun” ya da “mesele” halini aldı.

Özellikle liberal sol çevrelerde biçimlenen ve diğer düşünce biçimlerine de sirayet eden Kürt “meselesi” üzerinde düşünülmeye başlamasında PKK şiddetinin -beğenilsin ya da beğenilmesin- belirleyici ve hatta âmil olduğu tezinin de bu sürece eşlik ettiğini belirtmek gerekiyor. Türk solunun 1962’den itibaren 80’li yıllara kadar üstelik barışçıl bir biçimde tartıştığı Kürt “meselesi” hafızasına karşı da bir haksızlık olarak değerlendirilebilecek bu argüman PKK’nın toplumsal ve siyasal alanda inşa ettiği meşruiyetin de en önemli çıpalarından birisi oldu. Kürt “realitesini” temsilen Meclise gelen partilerin meşruiyetini ve siyasal zeminini de bu çıpa biçimlendirdi, belirledi ya da var etti.

Kırılgan ve kompleksli tavır

Bugün 24 Haziran seçimlerine doğru gidilirken siyasal alanda cereyan eden tartışmaları bu çerçevede ve “Kürt sorunu diye bir şey yok” kolaycılığına düşmeden ele almak gerekiyor. Tıpkı 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerinde olduğu gibi bugün de HDP’nin Türk siyasetinin anahtar partisi olarak konumlan(dırıl)masının arkasında stratejik hesapların yanı sıra bu hadiseye ilişkin kavram karmaşasının ve kimlikler siyasetinin siyasal alanı amorf bir biçime sokmasının etkisi oldukça büyük. Diğer taraftan çözüm süreci adı verilen, strateji ve üslup açısından sorunlu dönemde dahi “Kürt hareketi”ni temsil ettiği iddiasıyla ortada dolaşan figürlerin süreçte muhatabı olan AK Partili siyasetçilerle temas ederken çektikleri sıkıntı ve sürekli sol ya da liberal sol çevrelerle irtibat kurma arayışı, bir tarafın hadiseyi ele alışındaki kırılganlığı ve kompleksli tavrı göstermesi açısından olduğu kadar siyasal alanın aldığı amorf biçimi göstermesi bakımından da ilgi çekicidir.

7 Haziran 2015 seçimleri öncesinde oluşturulmaya çalışılan “bağlama çalan insancıl HDP lideri ve Türkiyelileşen HDP” imajının özellikle PKK’nın çukur siyasetine HDP’nin sorgusuz-sualsiz eklemlenmesiyle yıkılması sonrasında sosyalist ve sol çevrelerin HDP’ye dönük kanaatlerinin güncelleneceği beklentisi oluşmuştu. Ancak bu beklenti elbette gerçekleşmedi. Bunun çeşitli sebeplerinden bahsedilebilir. Özellikle Türk solunun büyük ölçüde kimlikler siyaseti kayığına binmiş olmasının etkisinin altı çizilebilir. Bununla birlikte reel politik alanda siyasal zeminin biçimsizleşmesinin 24 Haziran seçimleri öncesinde HDP ile kendisini sol ve sosyalist olarak adlandıran çevrelerin fırtınalı ilişkisine yeniden ivme kazandırmış olduğu görülüyor. Üstelik “banal Kemalizm” taraftarlarını da içerecek biçimde.

Nezihleştirme arayışı

Bu ilişkiyi alevlendiren hadiselerin başında HDP için bir baraj probleminin belirmesi geliyor. 24 Haziran seçimleriyle iktidara kimin geleceğinden çok kimin gideceğine odaklanmış muhalefet anlayışının söz konusu olduğu bir vasatta Erdoğan’ın seçimi kazanma ihtimaline karşılık Parlamentoda AK Parti’nin çoğunluğu elde etmemesi gerektiği anlayışından hareket edilmesi HDP’nin yeniden nezihleştirilmesi arayışını da beraberinde getirmiş gözüküyor. Bu durumun en karikatür örneklerine Sözcü gazetesinde rastlamak mümkün.

Örneğin Emin Çölaşan 31 Mayıs 2018 tarihli gazete yazısında “HDP’li olduğu için ya da HDP’yi savunmak için yazmadığını” ifade ettiği yazısında 7 Haziran 2015 öncesinde esen havaya dikkat çekti. Çölaşan 7 Haziran öncesinde insanların AK Parti’nin çoğunluğu elde etmemesi için HDP’nin barajı geçmesi gerektiğini dile getirdiğini ve yapılan hesapların 7 Haziran seçimleri neticesinde doğrulandığını ve bu sonucun önemsenmesi gerektiğini dile getirdi. Çölaşan bugün de benzer bir hesabın yapıldığını bir kafede arkadaşlarıyla yaptığı konuşmadan ve bu konuşmaya katılan gençlerden örneklerle anlatıyor. Bu muhavere esnasında gerçekleştirdiği ufak çaplı anketin neticesine bakılacak olursa Çölaşan’ın etrafındakilerin yüzde 50’si oyunu parlamento seçimlerinde HDP’ye veriyor. Sözcü gazetesinin iki farklı yazarı daha açık bir biçimde HDP’nin barajı geçmesi gerektiğinden bahsedebiliyor.

Cumhuriyet gazetesinin özellikle Can Dündar’ın Genel Yayın Yönetmeni olmasıyla birlikte PKK çizgisindeki Kürt hareketlerine daha olumlu bir tavır içerisine girdiği biliniyor. Bu eğilimin bir uzantısı olarak gazeteye implant yapılan Tayfun Atay, Ahmet İnsel, Aslı Aydıntaşbaş gibi figürlerin yanı sıra ilginç bir biçimde Cumhuriyet’in azı dişlerinden Ali Sirmen, Aydın Engin gibi isimler de gazeteye yazmaya devam ettiler. İşin enteresan tarafı Hasan Cemal Cuntasına karşı Cumhuriyet’i korumak için İlhan Selçuk’un yanında saf tutan Cumhuriyet’in gediklilerinin Hasan Cemal çizgisine gelmiş olmaları. Örneğin Ali Sirmen’in 27 Nisan tarihli köşe yazısındaki şu ifadeleri ilgi çekici:

“Artık MHP’yi tarihe karıştıracak olan İYİ Parti’nin, şiddete karşı çıkan Demirtaş  çizgisinde HDP’nin ve yolsuzluğa bulaşmamış, tek adam rejimine karşı tavır almış, siyasal İslam kanadından Saadet Partisi’nin de yer alacağı, zaman içinde geniş tabanlı toplumsal koalisyona dönüşecek bir ittifakın gerçekleşmesini, İYİ Parti ile HDP’nin bir araya gelmesini şimdilik imkânsız kılan koşullar engellemektedir.

Sabit ve ‘objektif’ bir veri

Ama o günlere doğru giderken, beşli ittifak, artık siyaset oluşturmada inisiyatifi eline geçirmiş görünen muhalefet ve de bütün Türkiye açısından kaçırılmaması gereken bir fırsattır.”

Aydın Engin ise 11 Haziran tarihli köşe yazısında Parlamentoda “milletvekili iskemlelerinin dağılımını” belirleyecek unsurun HDP’nin barajı geçip geçmeyeceği olduğunu belirttikten sonra HDP’nin barajı geçememesi halinde HDP yerine AK Parti hesabına yazılacak 80, belki de 100 milletvekilinin Erdoğan’ı rahatlatacağından bahsederek üstü örtük yapılması gerekeni işaret ediyordu.

HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli de Cumhuriyet gazetesine verdiği mülakatta Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunu işaret ederek, ikinci turda Erdoğan karşısındaki cephenin ittifakının bir protokolle mümkün olduğundan ve meselenin hiç de teferruatlı bir tartışma gerektirmediğinden bahsetti. HDP’nin teferruat gerektirmeyen mutabakatının en temel “mesele”sinin ne olacağını tahmin etmek güç değil. Kemalizm ile liberal solun yakınlaşmasının yanına “banal Kemalizm” ile HDP çizgisinin uzlaşma zemininin belirmesi de eklenince ortaya çıkan tabloyu rasyonel bir biçimde çözümlemek zorlaşıyor. Düşünsel düzeydeki bu kafa karışıklığı elbette siyasal pratiği de biçimlendiriyor ve derinden etkiliyor.

Partilerin seçim beyannamelerinin de ortaya koyduğu üzere konuya ilişkin kafa karışıklığı, Genelkurmayın da bir dönemki ifadesiyle “düşük yoğunluklu savaş” atlatılmış olmasına rağmen hala giderilebilmiş değil. Bir dönem “mesele”yi merkezî bir noktada değerlendiren siyasi hareketlerin bir başka dönem “mesele”ye daha tedbirli bir dille yaklaşmaları, bazı siyasi hareketlerin konuyu tamamen yok farzetmeleri, CHP gibi devlet kuran bir partinin “mesele”yi seçim kazanma stratejisi bağlamında bir müzakere konusu haline getirmeyi vaad etmesi kavramlar ve kurumlar konusunda çok net sınırlar ve tanımlar geliştirilmedikçe konunun sağlıklı bir biçimde ele alınmasının oldukça zor olduğunu göstermektedir.

Bu noktada bir anekdot aktararak yazıyı sonlandırmak ufuk açıcı olabilir. 26 Şubat 1921’de uzun yıllar İngiltere’nin İstanbul’daki diplomatik misyonunda görev almış olan Aubrey Herbert Almanya’da Talat Paşa ile uzun bir mülakat gerçekleştiriyor. Herbert, mülakat boyunca özellikle Enver Paşa hakkında sorular yöneltiyor Talat Paşa’ya. Paşa Herbert’e Enver Paşa’nın bir kahraman ve vatansever olduğunu söylüyor. Herbert sorularını Enver Paşa’nın sağcı mı yoksa solcu mu olduğunu öğrenecek şekilde tavzih ediyor. Talat Paşa Enver Paşa’nın genellikle liberal bir görüşe sahip olduğunu belirttikten sonra ekliyor: “Fakat siyaset değişken, vatanseverlik kalıcıdır.”

Bu “mesele”de de çok net sınırlar ve tanımlar geliştirmek için kullanılabilecek en basit ve en güçlü ilke olarak bu tespitten hareket edilmesi yerinde olacaktır. Sağcılık ya da solculuk değişken, vatanseverlik sabit ve “objektif” bir veri olarak ele alınmaya başladığında “sorun”a ilişkin yeni bir açılım geliştirme imkânı da ortaya çıkmış olacaktır.

@onerbucukcu