Sürreel dindarlık tuzağı

M. Taceddin Kutay Türk Alman Üniversitesi
1.09.2018

Winston L. King 1954 yılında yayınladığı Intorduction to Religion isimli eserin 122. sayfasında şu ilginç tespite yer verir: “Sanat insanları çirkinlikten ve tekdüzelikten korurken, felsefe ruhsal dünya ile bağlantı kurmamıza yardımcı olur. Bilim tüm disiplinlerinin toplamı ile bizleri dünyayı açıklamakta doğaüstü güçlerin esiri olmaktan kurtarırken, aynı zamanda mutluluğumuza mani olacak ciddi psikolojik sorunların da önüne geçmektedir. Siyaset ise toplumsal kaosu ortadan kaldırıcı bir kurum olarak karşımıza çıkar ve anarşi yahut iç savaş tehdidi gibi durumların önüne bir set çeker. Etik ise bizleri temelsiz ve kuralsız hareketler içine girmekten alıkoyar.”


Sürreel dindarlık tuzağı

King modern dünyada dine ayrılan sahanın ne kadar daraltıldığı ve dinin ne nispette fonksiyonsuzlaştığını bu şekilde gözler önüne sermek niyetindeydi. Zira çeşitli dünyevi kurumlara terk edilen bu sahaların tümü 100 yıl önce din kurumunun kendi yetki sahasında gördüğü kurumlardı. Din kendisini var edecek bir sahaya sahip olmak konusunda zorlanmaktaydı, çünkü dünyevi kurumlar sadece dünyaya ait izahlarda bulunmak iddiasında değildi, aksine metafizik konularda da kendilerini söz sahibi kılmaktaydı. Akıl her şeyi izah etme yetkisini kendisinde görmekteydi. Buna karşın Hans Küng 1976 yılında kaleme aldığı Christ Sein isimli eserinde söz konusu durumu eleştirmiş ve seküler kurumların yetki aşımında bulunduğunu, metafizik izahlarının hiçbirisinin doyurucu olmadığını söylemişti. Dünyevi kurumlar Küng’e göre aşkın olan hakkında yorum yapma salahiyetine sahip olamazdı, şu halde din aşkın olan hakkında salahiyet sahibi yegane kurum olmalıydı. 30 sene sonra Dr. Christoph Kardinal Schönborn dinin günümüzdeki rolünün insanlara etik bir önderlik yapmak olduğunu dile getirecekti. Gariban Hıristiyanlığa ayrılan yegane saha etik bir önderlik olarak kabul edildi; üstelik tanrının pek çok yetkisi elinden alınarak.

‘İnsanların afyonu’

Koca bir 20 yüzyıl dinin ne gibi bir fonksiyon ile varlığını sürdüreceği tartışmaları ile geçti. Kendisine fonksiyon aranan dine 19. ve 20. yüzyılda emperyalistler tarafından oldukça konforlu bir fonksiyon bulunduğu gerçeği karşımıza çıkar. Özgür dünyanın bayrağını sallandırdığına ve dinlerin tarafında olduğuna dünyayı inandıran Amerika, bu özelliği ile dini, kendi hegemonyasına hizmet eder bir yerde konumlandırdı. Pek çoğumuzun Karl Marx’a ait zannettiği, hakikatte ise Ludwig Feuerbach’a ait olan “Din insanların afyonudur” sözü bu özelliği ile bir şekilde doğrulanmış oldu. Amerika bir yandan dünyaya, dine taraf ve dünya dinlerinin yanında bir devlet olduğu algısını yayarken, diğer yandan kendisine hizmet edecek dini yapılanmaları ortaya çıkarmaktan geri kalmadı. Bunu uzun uzun ispat etmeye lüzum yok, zira yaşadığımız FETÖ tecrübesi, göbeği Amerika’ya bağlı dini yapılanmaların nasıl bir fonksiyon icra ettiklerini ortaya koyan en tipik örnektir. Amerika 19. yüzyılda İngiltere’nin takip ettiği yolu takip ederek, mehdiyet-mesihlik iddiasındaki dini yapılar ile “kolonilerini” kendisine bağlamayı tercih etmiştir. Bir 100 yıl önce İngiliz siyaseti tarafından semirtilmiş hareketler bu bakımdan Amerika’nın en kullanışlı aygıtı olmuştur. Kadıyanilik örneği, bir Sünni gruptan nasıl bir mehdiyet dini yaratılabileceği hakkında kafi derecede kanaat vermektedir.

Bu elbette Amerika açısından mümbit bir sahadır ve Türkiye özelinde ele alacak olursak, dindarların sağcılaştırılması üzerinden takip edilen bir izlek, Amerika’ya zihnen bağlı dini grupların ortaya çıkmasını neticelendirmiştir. Söz konusu hareketlerin ortak özelliğinin ise sürreel bir din algısını yaymak olduğu göze çarpar. Yaşayan dini ıskartaya çıkartarak, topluma paralel bir dini hayatı öneren bu hareketler, müntesiplerinin de gündelik hayatta topluma paralel bir getto içinde yaşamalarını öngörmekteydi. Kendisine mensup olmak isteyenlere reel hayattan büyük oranda kopmak gibi bir bedeli dayatan bu hareketlerin sürreel bir dünya algısını takipçileri arasında yaymaları elbette bir takım reaksiyonlara yol açtı. Reel bir din algısını ortaya koymak iddiası ile ortaya çıkan reaksiyoner söylemler, dini yeryüzüne indirmek gibi bir iddia ortaya koydular. Türkiye gündemi, 10 yıldan fazla bir süredir, sürreel dindarlığa tepki olarak ortaya çıkan ve bizlere güdük ve etik bir dini vaz eden ilahiyatçılarla dönemsel olarak meşgul oluyor. Burada sürreel derken kastettiğimiz şeyin doğa üstü olmadığı, aksine günlük-gündelik realitenin dışındalık olduğu açıktır. Dinin tabiatı, bu tarzdaki sürreel duruşların kendilerine elbette doğaüstü bir takım alanlar kazandırma gayreti içine girmelerini sonuçlandırıyor; ancak bu alanlar Küng’ün işaret ettiği üzere zaten ancak ve ancak dinin yetki sahibi olabilecekleri alanlardır. Bu aksiyon-reaksiyon sürecinin çok daha büyük tehlikeler yarattığını görmemiz gerekiyor.

Evanjelizmin FETÖ efekti

Amerikan siyasetinde Evanjeliklerin ağırlığını her geçen gün artırmaları tüm dünyayı meşgul eder bir tabloyu neticelendirdi. Her ne kadar kamuoyunda yaygın olan “Amerika’yı Evanjelikler yönetiyor” tarzı algıların ciddiye alınır tarafı yoksa da, Amerikan siyasetinde Evanjeliklerin bir etki sahası olduğu açık. Eskatolojik bir takvime sahip olan Evanjeliklerin gündemini hiç şüphesiz bu takvim belirliyor ve bu durum ister istemez bizim dünyamıza paralel bir dünya yaratıyor. Bu dünyanın kuralları ile gerçek dünyanın kuralları arasındaki intibaksızlıktır ki, Amerika’yı tüm dünya ile karşı karşıya getiriyor. Batı medyasında da Evanjeliklerin Amerikan siyasetine etkisi ve bu durumun doğurduğu zararlar hakkında her geçen gün onlarca yazı kaleme alınıyor. Evanjelizmin Amerika’ya ve dünyanın diğer bölgelerine etkisi bir yana, Batı’da yükselen bu dindarlık tipini bize olan etkisi üzerinden konuşmalıyız. Zira Evanjelizm FETÖ ve öncülerinin yaydıkları sürreel din ve dindarlık algısını besleyici bir efekt ile karşımıza çıkıyor.

FETÖ elebaşının “yüzüne bakmağa doyamacağın, haya abidesi” kız gibi çocuklar yetiştirme projesinin en önemli parçası hiç şüphesiz gençleri toplumun dışına çekmek ve burada işlemekti. Burada beyinleri yıkanan gençlerdir ki 15 Temmuz denaetine ve öncesindeki pek çok ihanete imza attılar. Ancak örgütün iç yüzü ortaya çıkmadan önce Gülen’in vaz ettiği “Ne kendim için dünyalık istedim ne kardeşlerim için uygun gördüm” yalanı, dini Gülen’den öğrenmek isteyenler arasında yayılmıştı. Bir şekilde dünyanın içinde, ancak yaşadığımız dünyanın dışında bir dindarlık tipinin mehdiyet motivasyonu ile yaşatılması ve gerçeklikle ilgisi olmayan şov ve gösterilerle yayılması din algımıza vurulan önemli bir darbeydi. Burada FETÖ’nün yürütmüş olduğu dini tahrif faaliyetlerinden bahsetmiyorum, aksine zedeledikleri din algımızdan bahsediyorum. Dinin insanları reel dünyadan koparan bir afyon haline gelmesi o dönemlerde bir FETÖ’cü ile konuşan hemen hepimizin dikkatini çekmiştir. Şayan-ı dikkatti ki, bir FETÖ’cü hiçbirimizin sahip olduğu gündeme sahip değildi; aksine kendisine gettosu tarafından dayatılan bir gündemi sürekli bize dayatmaktaydı ve gerçek dünyaya davet ettiğimizde şişme ördeksiz suya atlayan Şarlo’ya dönmekteydi. İnsanları gerçeklikten kopartan bir diğer dini önerme ise Adnan Oktar ve hareketi idi. Oktar’ın da dinde ve kurumlarında yapmaya çalıştığı tahrif faaliyetlerinden bahsetmiyorum. Oktar ve FETÖ’nün ortak noktası din algımıza, din olarak algıladığımız şeye direkt saldırmalarıdır. Bu hareketler sayesindedir ki insanımızın bir kısmı soluğu etik dindarlık önermelerinde almakta, oralarda kurtuluş ummaktadır. Etik dindarlık ise dünyevileşmiş bir dindarlık tipi olarak yaşadığımız çağa ait bir şeydir ve gelecek kuşaklara aktarılması (bence) çok mümkün gözükmemektedir. Evanjelizm bu noktada bu efekti besler bir gündem olarak karşımıza çıkmakta; zira FETÖ ve Oktar’ın din algımızda açmış oldukları deliği daha da büyütecek bir etki etmekte. Dünyevileşmemiş her türlü dindarlık tipinin bir nevi sapkınlık olarak karşımızda durduğu inancını besliyor Evanjelizm tartışmaları. Bu sebeple Evanjelizmi bir dindarlık tipi arızası olarak değil, sapkın bir inanç olarak konuşmalıyız.

Dünyevi dindarlık zayıftır

Dünyevi dindarlığın yaygınlaşması ve klasik dinin yerini alması; bir diğer deyişle mucizeler ve doğaüstülüklerle dolu din algısının ortadan kaldırılarak güdük bir etik dinin ortaya çıkması büyük bir tehlikedir. Bunu söylerken kimsenin ahiretini kurtarmak hesabı yapmıyorum, aksine klasik dinin ve bu tipte bir dindarlığın sosyal kapitali ne oranda yükselttiği ve nasıl bir motivasyon ile insanları direngen kıldığını 15 Temmuz’da gördüğümüzden hareketle bir başka noktaya varmak istiyorum. Etik din pragmatik dindarlar yaratır. Avrupa’da sosyal kapitalin düşmesinin en önemli sebebi klasik dinin yerini etik dinine terk etmesidir. Hitler tarafından Nasyonal Sosyalizm’e inandırılan Alman halkı bu süreçte ideolojik endoktrinasyon sayesinde sosyal kapitalini yükseltmiş, ülkesi için var olmuştur. Buna karşın örneğin hiçbir inancı olmayan Fransız halkı Alman işgaline karşı çok küçük örnekler hariç direnme ihtiyacı dahi hissetmemiştir. 15 Temmuz gecesi direnmiş olmamızın yegane motivasyonu Erdoğan değildir. Aksine Türk milleti Erdoğan’a giden yolu klasik dindarlıkta bulmakta, kaffeten bir çıkış yolu ararken karşısına çıkan kahramanını sahiplenmektedir. Sosyal kapital Erdoğan’a olan inançla yükselmektedir, bu çok açıktır. Buna mukabil Türk insanının sanıldığı kadar egosantrik olmayışının sebebi de dindarlık tipinin henüz aşınmaması sebebiyledir. Din algımızın sosyal kapitalimizi yükselttiği ve dışarıdan gelen baskılara bununla direndiğimiz aşikar. Bu kaleyi korumalı, tahkim etmeliyiz.

@Taceddin_Kutay