Tarih biliminin tarihsel sorunları

MURAT GÜZEL / Açık Görüş Kitaplığı
22.07.2017

Kitap, ilerlemeci ve bütünselleştirici anlayış ile tarihselci yorumlar etrafında tarihte bir ‘nedenselliğin’ olup olmadığı, tarihin bilim olarak statüsünün ne olacağı gibi soruları irdeliyor.


Tarih biliminin tarihsel sorunları

Başta fizik ve kimya olmak üzere birçok doğa biliminin erken modern dönemlerde kazandığı büyük başarı itibar ve paye, başta tarih olmak üzere beşeri olgu ve olaylarla ilgili disiplinlerin hem geçerlilik hem de bilimsellik iddia ve statülerini sarstı.

Özellikle geçmişte vuku bulmuş olgu ve olayları belli bir anlamsal çerçevede anlatmayı esas tutan tarih disiplininin kullandığı ‘nesnellik’, ‘nedensellik’ gibi bazı kategorilerin bilimsel geçerlilikleri üzerine yürütülen polemikler, doğa bilimlerinde kullanıldığı şekliyle bu kategorilerin beşeri bilimlere aktarılıp aktarılamayacağı; beşeri bilimlerin kendilerine has ve ‘bilimsel’ kategorilerle işleyip işleyemeyeceği, dahası bu disiplinlerin ‘bilim’ sayılıp sayılamayacağı gibi daha köklü ve bu disiplinlerin “bilimsel statü” taleplerini meşrulaştırmalarında zorluk çekmelerine yol açacak tartışmalara da meydan verdi.

Tarihi vakaların, doğada meydana gelen olaylar gibi tekrar edilebilirlik, belirlilik ve düzenlilik gibi matematiksel açıklama modeline elverişli olmayan özelliklere sahip olması fizik yasalarına benzeterek tarih biliminin yasaları diyebileceğimiz bir şeyden bizi mahrum eder. Bu durumda tarih araştırmacılarının determinizm-indeterminizm, rastlantı-zorunluluk, nedensellik-ereklilik gibi kavram çiftleri tarih vb. beşeri bilimlerin ‘nesne’lerini açıklarken kullandıkları anlamsal çerçeveler için işlevselleştirilemez. Bu kavram çiftleri yerinde daha gevşek benzerlik ve bağıntılar ön plana çıkarılır. Bir disiplin olarak tarihin kendi ‘nesne’si olarak belirlediği olgu ve olayların doğa bilimlerinin nesnesi addedebileceğimiz olgu ve olaylarla aralarındaki ‘nitelik’ farkı, her iki bilim grubu arasındaki metodolojik ve felsefi ayrışmanın da başlangıç noktasıdır belki de.

Tarihi bilimleştirme

Ondokuzuncu yüzyılda gözde bir felsefi disiplin haline gelen tarih felsefelerinin çeşitli metafizik sayabileceğimiz spekülasyonlar aracılığıyla tarihsel akışa atfettikleri düzenlilik, sebeplilik ve anlam; özünde ‘ilerleme’ mitine dayalıydı. Gerek Hegel ile Marx’ın tarih felsefeleri, gerekse Aydınlanma dönemi tarihçilerinin geçmişe ilişkin yorumları insanlığın aklın egemenliği ve rehberliğinde hem maddi hem de manevi olarak daha iyiye doğru yol aldığını savlayan ‘ilerleme’ idesi çerçevesinde yorumlanabilir. Ancak özellikle 20. yüzyılda yaşanan savaşlar, kitlesel katliamlar, çeşitli dini ve etnik çatışmalar Aydınlanma dönemine ilişkin bu iyimserliğin iler tutar bir yanının olmadığını da göstermiştir. Bu durum bir yandan tarih felsefelerini gözden düşürürken diğer yandan Avrupamerkezci kültürdeki merkezi çatışmayı da gözler önüne sermiştir.

Tarih disiplininin kendini modern bir bilim olarak kurma sürecinde karşılaşabileceğimiz tarih felsefesinin ‘nedensellik’ sorununa ilişkin yaklaşımını irdeleyen Zehragül Aşkın, Serpil Durgun ve Bekir Geçit lineer, ilerlemeci ve bütünselleştirici bir tarih anlayışı (pozitivist tarih anlayışları) ile tarihselci (Dilthey ve Rotracker’in tarih anlayışları) tarih yorumları etrafında bu sorunun çözümlenme yollarını araştırıyorlar. Elbette tarihte bir ‘nedenselliğin’ olup olmadığı, varsa bu nedenselliğin nasıl yorumlanması gerektiği, yoksa tarihin bir bilim olarak statüsünün ne olacağı gibi sorular da araştırmanın kapsamında yer alıyor.

Kant, Hegel, Marx, Popper, Dilthey, Rotracker, Collingwood, E. H. Carr, Annales Okulu tarihçileri, Walter Benjamin gibi birçok tarih filozofu ve tarihçinin görüşlerini bu sorun etrafında tartışan kitap tarihe ve tarihin nasıl anlatılıp yorumlanacağına değgin soruları da tekrar gündeme taşıyor.

[email protected]

Tarih Felsefesinde Nedensellik Sorunsalı, Z. Aşkın, S. Durgun, B. Geçit, Çizgi, 2017

Fıkıhtan toplumsal düşünceye geçiş

Genel olarak Osmanlı’da felsefe ve sosyal düşünce nosyonunun eksik olduğu ya da düpedüz olmadığı yönünde öteden beri doğruluğu pek sorgulanmayan bir kabul vardır. Osmanlı’nın modernleşme çabalarıyla birlikte felsefe ve toplumsal düşünceyi keşfettiği önyargısına dayalı bu yaklaşım, Cumhuriyet’e geçişle birlikte bu filizlenmelerin kökleştiğini de ileri sürer. Osmanlı’nın klasik dönemi ile Tanzimat sonrası sosyal düşünce anlayışlarının karakteristik unsurları ve bunlar arasındaki temel farklılıkları ‘düşünce sosyolojisi’ adı verilebilecek bir yöntemle irdeleyen Recep Şentürk, klasik Osmanlı sosyal düşüncesinin temel unsurunu fıkıh ilmi olarak belirliyor ve fıkıh etrafındaki tartışmalara odaklanarak, düşünce ve sosyal yapı ilişkisine yaklaşmayı öneriyor.

Türk Düşüncesinin Sosyolojisi, Recep Şentürk, İz, 2017

Partizan kimdir, siyasal nedir?

İlkin 1927’de yayınlanan ‘Siyasal Kavramı’ kitabıyla modern siyaset felsefesinde ‘mayın’ etkisi oluşturmuş bir siyaset filozofu Carl Schmitt. Nazi Almanya’sının baş hukukçuluğuna kadar da yükselmiş bir anayasal hukukçu. Carl Schmitt sadece saf bir hukukçu olmayıp bir dizi felsefi ve belki de antropolojik varsayıma yaslanan birisidir de aynı zamanda. Total devlet, siyasetin totalizasyonu gibi düşünceleri de geliştiren Schmitt’in Siyasal Kavramı adlı temel metnine eklediği bir ara söz Partizan Teorisi. Bu teorisiyle kendine ait dost-düşman ayrımındaki ‘düşman’ kategorisini tarihsel gelişmeleri de gözeterek tefrik ediyor.

Partizan Teorisi, Carl Schmitt, Çev. Sibel Bekiroğlu, Nika, 2017