Tecdidi yenilikten kurtarmak

Mehmet Akif Çeç / Yazar
20.01.2018

Yenilik, neo, cedit, tecdit gibi sözcüklerin her biri, bir biçimde modernleşmeye işaret etmekte, bu itibarla da yenilikçi, ceditçi akımların, yenileşme ve tecdit hareketlerinin belki de istisnasız tamamı modernist, sentezci akımlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında “yeni”nin bu topraklarda en az 200 yıllık bir tarihi var ve “yeni” bizatihi yeni değil.


Tecdidi yenilikten kurtarmak

Maalesef son 200 yıldır bu coğrafyada, “yeni” sözcüğü ve onun türevleri, neredeyse modernlikle eş anlamlı olarak kullanılır hale gelmiştir. Yenileşme, yenilik, neo, cedit, tecdit gibi sözcüklerin her biri, bir biçimde modernleşmeye işaret etmekte, bu itibarla da yenilikçi, ceditçi akımların, yenileşme ve tecdit hareketlerinin belki de istisnasız tamamı modernist, sentezci akımlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Sizin anlayacağınız “yeni”nin bu topraklarda en az 200 yıllık bir tarihi var ve “yeni” bizatihi yeni değil.

“Yeni”nin hep olumlu bir içerikle ele alınması, bir şeyin sırf yeni olmasının başlı başına bir değer olarak kabul görmesi belki de sadece modern dönemlere özgü bir durum olsa gerektir. Bu anlamda, modern sözcüğünün kendisi de yeni anlamına tekabül eden bir içeriğe sahip-tir. Modernlik, yeni olanı (kendisini) büyülü ve cazibeli bir kavram haline getirerek, ambalajlayarak sunmaktadır. Dolayısıyla modern söz-cüğüne, Batı’da olduğu kadar bizde de, dilimize girdiğinden beri hep olumlu ve olumlayıcı anlamlar yüklenmiş olması tesadüfi değildir. İnsanlar, niçin beğendikleri bir ev için “Modern bir ev”; medeni, nazik, centilmen bir kişi için “Modern bir bey”; şık giyimli, zarif, kibar bir hanım için “Çok modern bir bayan” ifadelerini olumlama, yüceltme, takdir, hayranlık ve hatta biraz da öykünme içerikli olarak kullanma ihtiyacı hissetmektedir? Ya da yaptığı hizmetler ve ortaya koyduğu şehircilik anlayışının takdir edilmesini bekleyen bir belediye, niçin yaptıklarını “Modern belediyecilik” olarak nitelemeyi özellikle tercih etmektedir? Modern sözcüğüne yüklenmiş anlam, bizi daha başından belli bir düşünme biçimine icbar etmekte; modernlik, kendini takdim ederken bile kendisi hakkında pozitif bir anlam dayatmasıyla işe başlamaktadır.

Yeniyi yücelten ve kutsayan modernlik, kendinden önceki dönemlerin tamamını geleneksel dönem olarak tanımlamakta ve kendisiyle öncesi arasına kalın bir çizgi çekerek bir dikotomi kurmaktadır. Modernlik, kendini geleneğin karşıtı olarak konumlandırırken, geleneksel olanı yıkmayı, ortadan kaldırmayı ve yerine modern olanı (yeniyi) ikame etmeyi adeta modernliğin kutsal bir misyonu olarak ortaya koy-maktadır. Modernlik, gelenekten keskin bir kopuşu, geçmişi topyekun resetlemeyi ve her şeyi sil baştan, boş bir beyaz sayfa (tabula rasa) olarak yeniden ele almayı ifade etmektedir.

Nevzuhur bir tecdit

Son iki asırdır, İslam topraklarında ortaya çıkan tecdit hareketlerinin “yeni” ve “eski“ye bakışları, gelenek ve geçmişle kurdukları ilişki biçimleri moderniteninkiyle aynıdır ve zaten menşei de oraya dayanmaktadır. Modern tecdit akımlarına göre de İslam dünyasının içine düşmüş olduğu bütün olumsuz hallerin müsebbibi, bütün yanlışların adresi, bütün kötülüklerin anası, kısacası başımıza gelenlerin tek suç-lusu “gelenek”tir. Teşhis böyle konulunca zaten tedavi yöntemi de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır; ümmeti kurtarmak için gelenekten kurtulmak. Fakat, gelenek karşıtlığı merkeze alındığında, işin ucunun gelip dayanacağı bir yer daha vardır ki; o da sünnettir. Zira, her gele-neğin bir orijini olduğuna göre, sahih İslam geleneğinin dayandığı ve meşruiyetini aldığı yer, orijin de sünnettir. Bundan dolayı, modern tecdit hareketlerinin ürettiği gelenek karşıtlığının, sünnetle hesaplaşma ve sünneti tasfiye noktalarına kadar uzanması şaşırtıcı gelmemelidir. Başta sünnet olmak üzere 1400 yıllık bütün İslami birikimi ya reddeden ya da ontolojik ve epistemolojik bir referans olarak tanımayı kabul etmeyen modern tecdit hareketlerinin din adına geriye ellerinde kalan tek şey Kur’an’dır. Gelenek diyerek 1400 yıllık Kur’an’ı anlama birikimini (tefsir, fıkıh, kelam vs.) çöpe atan, peygambere bile Kur’an’ı açıklama hakkı tanımayan bu köksüz, temelsiz, nevzuhur zihin, Kur’an’ı anlama ve açıklama yetkisini sadece kendi aklına tahsis ederken, aslında heva ve hevesine göre yeni bir din icat etmiş olmaktadır. Peki, din sadece Kur’an’a indirgendiğinde tecdit edilecek olan şey nedir, Kur’an mı? O halde, eğer bir tecditten bahsediyorsanız, aynı za-manda bir gelenekten de bahsediyorsunuz demektir. Gelenek olmaksızın bir tecditten bahsetmenin imkanı da, anlamı da yoktur. Gelenek yoksa, tecdit de yoktur. Bu sebeple, bir geleneğin içinden olmayan tecdit girişimlerinin tümü yanlış/yabancı adreslere çıkmaya mahkumdur. Bir geleneğin içinden olmayan yenileşme girişimleri tecdit değil metamorfozdur, dolayısıyla bir tehdittir. Gelenekle sahih bir ilişki kurma-yan her tecdit girişimi gayr-ı sahih ve gayr-ı meşru olmak zorundadır.

Ciddi bir anlam kayması

“Tecdit” denildiğinde, her ne kadar İslami bir kavramdan bahsediliyor olunduğu düşünülse de, doğrusu, içeriği değişmiş sesteş başka bir kavramdan söz edildiğini söylemek yanlış olmaz. İki asırdır ciddi bir anlam kaymasına uğramış olan bu kavramla; bizim dışımızda cereyan eden ve esasında ne ontolojik ne de epistemolojik anlamda bizimle doğrudan bir ilişkisi olmayan ve bizi de ilgilendirmeyen, fakat bir şekilde kendisine maruz bırakıldığımız ve hatta kuşatıldığımız, sonrasında da kendimizi içinde bulduğumuz, fakat asla bünyemize uy-gun olmayan “harici şartlar”ın (modernitenin), harici olmaktan çıkartılarak bünyevi hale getirilmesi ya da bünyenin bu harici şartlara uygun hale getirilmesi için, ellerinde kalan tek referans kaynağı olan Kur’an’dan  elverişli argümanlar üretme girişimlerinin kastedildiğini ifade etmek mümkündür. Zira, son iki asırdır ortaya çıkan tecdit hareketlerini dikkate aldığımızda, bu hareketler açısından, İslam dünyasında yenilenme ihtiyacı ve hatta zarureti hangi saikler, şartlar, sebepler ya da gerekçelere isnaden ortaya çıkmıştır, önce buna bakmak lazım. Cevabı gayet açıktır; Batı’da ortaya çıkan gelişmelerin yani modernitenin belirleyici olduğu şartlara isnaden ortaya konulmuş bir ihtiyaç. Yani tecdit isteği, kendi dinamiklerimize bağlı olarak ortaya çıkan ihtiyaçlar ve zaruretlerin bir neticesi olarak yine kendi dinamiklerimizin belirleyici olduğu bir çözüm arayışını değil, aksine dışımızdaki şartların belirleyici “veri” olarak kabul edildiği bir çözüm arayışını ifade etmektedir. Kısacası, modern tecditçiler; modernitenin kurumlarını, kuramlarını, kavramlarını, yöntemlerini, akletme ve düşünme biçimini, zihniyetini, paradigmasını İslami bünyeye adapte etme girişimlerini, karşı oldukları gelenekten emanet aldıkları bir kavramla “tecdit” olarak tanımlamışlar ve bunun alem-i İslam için bir çıkış yolu olduğunu savunmuşlardır. Elbette tecdidin dinsel, meşruiyet zeminini de ortaya koymaları gerekmekteydi ve bunun için, yaptıkları tüm tecdit girişimlerini, yine, karşı oldukları gelenekten devşirdikleri başka bir kavramla “içtihat” olarak nitelendirmekten başka çareleri yoktu. Bir tecdit hareketi için içtihadın geldiği anlam şuydu: Önceden belirlenmiş ve kabul-lenilmiş bir veriye (modernite) meşruiyet üretmek üzere, rasyonel yöntemlerle Kur’an’dan argümanlar üretmek..

Tecdit tecdide karşı

Günümüzde adeta modernist İslamcılığın özel bir keşfi ve buluşu imiş gibi takdim edilen tecdit ve içtihat kavramları esasında, bin kü-sur yıldır, sahih İslam geleneğine ait temel kavram ve kurumlardır. Geleneğin bir kurumu olarak tecdit; dinin/geleneğin kendi iç dinamikleri, kendi refleksleri, kendi aklı, mantalitesi, paradigması, ontolojisi, epistemelojisi ve metodolojisi ile kendi doğal akışı içerisinde, “içeriden” ve kendinden bir yaklaşımla, kendini yeniden, yenileyerek üretmesidir. Bu, bir geleneğin, kendi iç koşullarında gelişen ve değişen şartlara ilişkin olarak kendi çözümlerini üretmesi ve aynı zamanda da harici etkilere karşı kendini koruma altına alması ve muhkem kılması için ürettiği gerekli bir yol ve sahih bir yenilenme bilinci ve biçimidir. Geleneğin bir unsuru olarak tecdit; aynı zamanda bünyeye hulûl etmeye çalışan yabancı etmenleri ayıklama ve rafinasyona tabi tutarak geleneği koruma işlevi görürken; modernist akımların ortaya koydukları tecdit ise; geleneği yıkmayı ve harici şartları bünyeye dahil etmeyi esas alan operasyonel bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda, birbirine karşıt iki farklı tecditten söz etmek mümkün. Biri geleneğin parçası olarak tecdit; diğeri, bir modernleştirme enstrümanı ve geleneğin karşıtı olarak tecdit. Biri geleneği, kendi dinamikleriyle sürekli yeniden üreterek yenileyen tecdit; diğeri geleneği yıkmayı esas alan bir tecdit. Geleneğe ait bir olgu olan tecdit, modernist söylemde geleneğe karşı kullanılan bir silaha dönüşmüş oluyor. Gelenek ve yenilik ayrıştırması da zaten, tecdidi doğrudan geleneğin karşısına konumlandırıyor. Esasında, gelenek-yenilik ikileminde vurgulanmak istendiği biçimiyle modernliğin geleneğe topyekun karşıtlığı gibi, geleneğin de yeniye topyekun ve mutlak bir karşıtlığı söz konusu değildir. Gelenek; yeninin mahiyetiyle, niteliğiyle, bünyeye uygunluğu ile ilgilenir; dahili dinamiklerin ürettiği bir yeniyi hemen içselleştirerek gele-neğin bir parçası haline getirir, böylelikle kendi yeniliğini kendisi üretir, bununla da kendini yenileyerek sürekliliğini sürdürür.

İnşa değil imha

Tecdit, geleneğin kendini yenileme ve yeniden inşa etme (reconstruction) yöntemi iken, 200 yıldır modernist akımların elinde adeta bir yapısöküm (deconstruction) yöntemine dönüşerek, yapıcı değil yıkıcı, inşa edici değil imha edici, ıslah edici değil ifsat edici bir boyut ka-zanmıştır. Geleneğin kendini yenilemesi anlamında tecdit, dinin önünü açan sahih bir yol iken, modernleşmenin meşruiyet argümanlarını üretmek üzere kullanılan bir mekanizma olarak tecdit ise maalesef 200 yıldır yaşadığımız ontolojik bir yıkımdır. Bu sebeple sahih bir yeni-den inşa hareketi ortaya koyabilmek için önce tecdit kavramını bu muhasaradan kurtarmak gerekiyor. Yani artık modern tecdide karşı sahih tecdit anlayışını ikame etmek ve modernleşme ile eşanlamlı hale getirilen tecdidi asli anlamına yeniden kavuşturmak zarureti vardır. Bugün, İslam medeniyetinin kendini kendi dinamikleriyle yenileyememesi, güncelleyememesi, yeniden üretememesi gibi bir temel sorun varsa, bu, geleneğin değil modernitenin ürettiği bir sorundur. Bu sorunun aşılabilmesi için de bu sorunu ortaya çıkartan sebeplerin ortadan kaldırılması yani modernitenin aşılması zarureti vardır. Sürekli yüzleşme ve hesaplaşmadan söz eden modern tecditçiler esasında yanlış bir hedefle hesaplaştıklarının da farkına varmalıdır. 

Kaçınılmaz bir yazgı gibi dayatılan modernleşmenin bir intihar olduğunun artık farkına varma zamanı gelmiştir. Maalesef sahih İslami düşünüşün, özgün bir İslamcılık düşüncesinin ve sahih bir İslami tecdit anlayışının ortaya çıkmasının önündeki en büyük engellerden biri, modern düşünme biçimi ve bilgi sistemini yegane düşünce ve bilgi sistemi olarak kabul edip, onun dışında başka bir sistemin olamayacağı-na kendini kat’i surette inandırmış Müslüman bilim ve düşünce adamı kartvizitine sahip insanlardır. Yapılması gereken; öncelikle bu mo-dernist zihniyetin yerine sahih İslami zihni ikame etmek, ardından iki asırdır modernite sorunu nedeniyle kendini yenileme ve yeniden inşa etme yetisini kaybeden, geçici bir duraksama içine giren İslam geleneğini yeniden ihya etmek, sahih geleneğin bir kurumu olan tecdidi yeniden inşa etmek ve böylece tüm insanlığın yegane umudu olan büyük İslam medeniyetini yeniden ayağa kaldırmaktır.

[email protected]