Terör çağında toplum ve vatandaşlık

Yunus Akbaba / Yazar
14.01.2017

Terör çağında, gerçek anlamıyla toplum olmak elimizdeki tek panzehir. Devlet, terörü önlemek adına zaten olağanüstü bir uğraş veriyor ama toplum, toplum gibi davranamazsa bu mücadele hep yarım kalacaktır. Bu yüzden, terörden korkmadığımızı ve her sorunu siyasetle çözebileceğimizi haykırmamız gerekiyor.


Terör çağında toplum ve vatandaşlık

Türkiye terörle mücadele tarihinin en zorlu dönemlerinden birine şahitlik ediyor. Birçok ülke tek bir terör eylemi neticesinde vatandaşlarının güvenliği için olağanüstü önlemler alıp vatandaşlarının memnuniyetini kazanırken, birçok örgütün eş zamanlı saldırısı altında bulunan Türkiye’de toplumunun kayda değer bir bölümü yeteri kadar ikna olamıyor.

Normal şartlar altında, Türkiye gibi son 40 yılını terörle mücadele ile geçirmiş bir ülkede teröre karşı duyarlı ve sağduyulu bir ruh halinin olması beklenir. Her terör saldırısının ardından terörün ne olduğundan başlayıp terör esnasında ve sonrasında vatandaşların takınması gereken tavır hatırlatılmak zorunda kalıyor. Her terör eyleminde başa sarmamıza neden olan bu fasit daire, teröre karşı mücadeleyi de sekteye uğratıyor.

Terör çağında topumun ve birelerin takınması gereken tavrı açıklamadan önce, terörün ve teröre karşı alınması gereken demokratik ve insani tavrın resmini ortaya koymak gerekiyor: Terör etnik, mezhep ve coğrafi ayrım yapmaksızın hedef aldığı ülkenin bütün toplumuna karşı yapılan bir saldırıdır. Terör eylemleri arasında ayrım yapmak, terörün hedeflediği kesimlere göre pozisyon almak ve daha da önemlisi yaşanan terör eylemini siyasi bir nedene bağlamak teröre hizmet eder. En son yılbaşı gecesi Ortaköy’deki bir işletmede meydana gelen terör eyleminden sonra Türkiye’nin Suriye’deki operasyonlarından başlayıp Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Cuma hutbesine kadar uzanan birçok konunun tartışıldığına şahit olduk. Her bir olay elbette ki siyasi tartışma konusu olabilir ama bunu terör parantezinde tartışmak en basit deyişle terörü meşrulaştırmaktır. Terörün bağlamı, bahanesi ya da siyasi neden ve sonucu olmaz. Terör terördür, eğer bir ülkede terör eylemleri, atılan siyasi adımların kaçınılmaz sonucu olarak lanse edilirse, o ülkede terörle mücadele imkânsız bir hal alır. Türkiye’de terör eylemini takip eden tartışmaların mahiyeti terör örgütlerinin eylem ve söylemlerine meşruiyet kazandırıyor. Bu tartışmalar teröre karşı alınması gereken toplumsal tutumu zayıflatıyor ve terörün kamuoyu üzerindeki etkisini artıran bir işlev görüyor. 

Terörü övme meselesi

Açıkça belirtmek lazım ki, teröre başvurarak siyasi hedeflerine ulaşmaya çalışan ve bunun hak olduğunu düşünen her bir kişi ya da grup toplumun değerlerine, demokratik değerlere, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerine karşı açık bir ihanet içerisindedir ve bu şekilde muamele görmesi gerekir. Neyse ki yargı bu konuda oldukça mesafe kat etti. Bu zamana kadar iktidarı eleştirmekle terörü meşrulaştırmak arasındaki çizgiyi hoyratça aşan veya terörü övmenin bir hak olduğunu düşünen -çünkü bu zamana kadar hiçbir şekilde yaptırıma uğramayan- insanlar için şaşırtıcı olabilir ama en basit hukuk ilkelerine göre terörü övme, propagandasını yapma ve teröre meşruiyet kazandırma cezai müeyyide gerektiren eylemlerdir.

Bu hatırlatmaların her biri terörle ilk defa karşılaşan bir ülke için anlamlı olabilirdi ama Türkiye neredeyse yarım yüzyıldır terörle mücadele eden bir ülke için bu uyarıları yapmak zorunda kalmak bile içinde bulunduğumuz durumu açıklamaya yetiyor. Türkiye, dünyadaki diğer örneklerden farklı olarak birden fazla terör örgütüne karşı eş zamanlı bir mücadele gerçekleştirse de toplumsalın duruma bakışı bu orantıyı sağlamıyor.

ABD’de ikiz kulelere yapılan 11 Eylül saldırılarından sonra New York şehri başta olmak üzere, bütün ABD toplumu teröre karşı tek bir ses vermişti. Siyaseti, medyası, akademisi ve en önemlisi vatandaşı, herkes terörün karşısında devletle işbirliği yaptı. Çünkü biliyorlardı ki, terör saldırdığı ülkenin birliğine, siyasetine, ekonomisine ve kültürüne saldırırken, siyaset başta olmak üzere bütün aracı kurumlar ve toplum bu aklın karşısında tek vücut durması gerekir.

Terör karşısında birlik olmak siyasi tartışmaların ilelebet ötelenmesi anlamına gelmez ama terörden sonra gündeme gelen her tartışma özenle terör parantezinden çıkarılmalıdır. Türkiye’nin Suriye’deki operasyonları tabii ki de siyaseten tartışılabilir ama DAEŞ eyleminin ertesinde bu konuyu gündeme taşımak farkında olarak ya da olmayarak DAEŞ’in eylemlerini meşrulaştırmaktır. Hükümetin Kürt meselesine yaklaşımı da siyaseten tartışılabilir ama PKK’nın bombalı eylemlerinden sonra bu konuyu gündeme getirmek apaçık bir şekilde PKK’nın arkasını kollamaktır.

Terörle mücadele günümüz çağında artık gündelik hayatın bir gereği ve gerçeği haline gelmiştir. Terör örgütleri tam anlamıyla etkisiz hale getirilemese de hareket kabiliyetlerini minimuma indirmek için salt askerî, istihbarat, siyasî ve hukukî tedbirler yeterli gelmez. Bu alanlardaki kararlılığı sosyal ve psikolojik bir bakış açısıyla da beslemek gerekir. Dünya terörle mücadele literatüründe devletin sorumlulukları açık bir şekilde belirtilmiştir. Vatandaşların ve gelecek nesillerin teröre yönelmesinin önüne geçilmesi, vatandaşların terör saldırılarına karşı korunması, terörün ve teröre yardım eden unsurların takibi ve engellenmesi ve terörden etkilenen vatandaşlara ilgili desteğin sağlanması gibi birçok konu Türkiye hükümeti tarafından kararlı bir şekilde yerine getirilmektedir. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu sadece 2016 yılında PKK, DEAŞ ve radikal sol örgütlerin 339 eyleminin engellendiğini açıkladı. Aynı yıl içerisinde engellenen terör saldırısı İngiltere’de yedi, Fransa’da ise altı olarak açıklandı. Bu rakamlar bile Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehdidin boyutlarını gözler önüne seriyor. Buna rağmen yaşanan her terör eylemi esnasında yaşananlar ve sonrasındaki tartışmalar toplumsal olgunluğun çok uzağında seyrediyor.

Bu noktada, Türkiye kadar olmasa da geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde terörden oldukça etkilenen ve terörle mücadele adına OHAL ilan eden Fransa’da Fransız toplumunun terörle imtihanına odaklanmak gerekiyor.

Paris’te yaşanan eş zamanlı saldırılardan sonra Fransa Cumhurbaşkanı güvenlik önlemlerini maksimuma çıkarıp ülke sınırlarının kapatıldığını açıkladı. Hemen akabinde de olağanüstü hali ilan etti. Karar Fransız meclisinde 551’e karşı 6 oyla kabul edildi. Siyaset tek vücut olmayı başarabilmişti. OHAL’de polisin rahatsız edici tavrına karşı Fransa’da OHAL’in kaldırılmasına yönelik kitlesel bir hareket yaşanmadı, yani toplum da devletinin yanında durmayı bildi çünkü herkes alınan önlemlerin kendi geleceklerini garanti altına almak adına yapıldığını biliyordu. Fransa’da belli bir süreliğine eylemler yasaklandı. Geçtiğimiz Kasım ayında Paris’te düzenlenen iklim konferansında bazı çevre aktivistleri eylem yasağını delmemeleri için ev hapsine alındı. Fransız toplumu bunu özgürlüklerine bir müdahaleden çok güvenliklerinin garanti altına alınması olarak değerlendirdi.

Korkmadığını haykır!

Oysa ki Fransa’da alınan önlemler toplumsal açıdan ciddi bir açmazı da içinde barındırıyor. Fransa’da yaşanan her terör eylemi Fransız siyasetini ve toplumunu İslam düşmanlığına sevk ederken ülkedeki Müslüman topluluğun da damgalanıp marjinalize edilmesine sebebiyet veriyor. Türkiye’deki terörle mücadele ise katiyen toplumun herhangi bir kesimine yönelmiş değil. Ne PKK’nın eylemlerinden sonra Kürtlerin, ne de DEAŞ’ın eylemlerinden sonra diğer İslami oluşumların peşine düşülmüyor. Bunun örneklerini diğer örgütlere ve hitap ettikleri kesimlere göre çoğaltmak mümkün. Fransa ve Türkiye’deki hal durum bu iken, terörle mücadelede toplumsal destek konusunda Türkiye Fransa’nın oldukça gerisinde kalıyor.

Ayrıca, Fransız devletinin teröre karşı verdiği mücadelede yanında olan sadece halkı değil, uluslararası topluluk da Fransız hükümetini bu konuda destekliyor ve yaşanan her terör eylemlerinden sonra yüksek perdeden bir dayanışma sergileniyor. Türkiye’de yaşanan terör ise gerçek anlamıyla sadece Türkiye vatandaşlarını ilgilendiriyor. Uluslararası basın başta olmak üzere birçok uluslararası kurum ve devlet yetkilisi Türkiye’nin terörden yediği darbeyi yetersiz bularak adeta terörü gölgeleyen ve Türk hükümetini mahkûm eden bir tutum takınabiliyor. Sadece bu durumun kendisi bile Türk toplumunun yaşanan terör hadiseleri karşısında tek vücut kalması gerektiğini açık bir şekilde gösteriyor.

Terör çağında hem vatandaşlığın hakkını vermek hem de gerçek anlamıyla toplum olmak elimizdeki tek panzehir. Devlet terörü önlemek adına zaten olağan üstü bir uğraş veriyor ama toplum toplum gibi davranamazsa bu mücadele hep yarım kalacaktır. Bu yüzden, hep beraber gür bir şekilde terörden korkmadığımızı, etkilenmediğimizi ve her sorunumuzu siyasetle çözebileceğimizi haykırmamız gerekiyor, henüz her şey için geç olmadan…

[email protected]