Trump’ın başındaki Demokles’in kılıcı: Rusya

Hakan Çopur / Araştırmacı
21.01.2017

Karşısındaki güçlü siyasi ve medyatik muhalefeti halkın desteğiyle aşan Trump, bundan sonraki yolculuğunda da yine sırtını Amerikan halkına dayayacaktır. Ancak eğer Trump, 620 milyar dolarlık Pentagon’u, bütçesi ve insan kaynağı belirsiz CIA’yi ve Amerikan siyasal sisteminin kilidi Kongre’yi belli bir denge içerisinde yönetemezse “Washington”a teslim olmaktan başka çaresi kalmayabilir. Bu denklemde Rusya meselesi, Trump’ın tepesinde Demokles’in kılıcı olarak durmaya devam edecektir.


Trump’ın başındaki Demokles’in kılıcı: Rusya

20 Ocak’ta görevi Barack Obama’dan devralan Donald Trump, kuşkusuz ABD siyasi tarihinin en sıra dışı başkanlarından biri olmaya aday. Siyasi kariyeri olmaksızın başkan seçilen Trump’ın emlak milyarderi olması, aday olduğu Cumhuriyetçi Parti’de bile tartışmaları beraberinde getirmesi ve 8 yıllık Demokrat yönetimin ardından Beyaz Saray’da köklü değişikliklere hazırlanması, Trump’ı “dünyanın en çok konuşulan adamı” haline getirdi.

Ancak Trump’ın bu kadar çok konuşulmasının en önemli sebeplerinden biri, “Rusya’nın siber saldırılar yoluyla 8 Kasım’daki başkanlık seçimlerine müdahale ettiği” yönündeki iddialardır. Amerikan istihbarat topluluğunun CIA, FBI ve NSA gibi kurumları ortak raporla Moskova’yı suçlarken, Putin’in, “Trump’ın başkan olması için seçimleri manipüle ettiği” iddiası Washington’ı fena halde karıştırmış durumda. Trump her açıklamasında bu iddiaları kesin bir dille reddederken Cumhuriyetçi Kongre üyelerinin büyük bölümünün bu konuda Rusya’yı suçlaması, yeni başkanın işini önemli ölçüde zorlaştırıyor.

Siber saldırı emri nereden?

İlk olarak geçen yıl Temmuz ayında Demokrat Parti sunucularının hack’lendiği iddiasıyla başlayan tartışma, birkaç ay içinde büyük bir “ulusal güvenlik sorununa” dönüşüverdi. Amerikalıların en hassas olduğu kavramlardan biri olan “ulusal güvenlik” meselesi, Rusya-siber saldırı iddialarının Ekim ayında bir istihbarat raporuna dönüşmesine sebep oldu.

7 Ekim’de ABD İç Güvenlik Bakanlığı ile Ulusal İstihbarat Direktörlüğü, Demokrat Parti kurumlarının ve seçim kampanyalarının siber saldırıya uğramasıyla ilgili olarak Rusya’yı resmen suçlayan bir açıklama yaptı. Ardından devreye giren Obama, konuyla ilgili soruşturmanın hızlı bir şekilde yapılıp 20 Ocak’tan önce bitirilmesi talimatını verdi.

Ocak ayı başında açıklanan “Son ABD Seçimlerinde Rus Eylemlerini ve Niyetlerini Değerlendirme Arka Planı: Analitik Süreç ve Siber Saldırı Nitelemesi” başlıklı raporda, Putin’in siber saldırı emrini bizzat verdiği ve amacın da Demokrat başkan adayı Hillary Clinton’a zarar vermek olduğu iddia edildi.

Şu an Amerikan istihbarat topluluğu ve medyasındaki hakim söylem, “Başkanlık seçimlerine Rusya siber saldırı yoluyla müdahale etti, bundan da Trump kazançlı çıktı” şeklinde. Seçim sürecindeki siber saldırıların Rusya tarafından yapılmış olduğunu kabul eden Trump ise “Bu siber saldırıların her zaman ve başka ülkeler tarafından da yapıldığını, ancak bunların seçim sonuçlarına hiçbir etkisinin olmadığını” savundu. Benzer şekilde Trump, “Aynı istihbarat topluluğu Irak’ta kitle imha silahlarının olduğunu da söyledi, ancak bir şey çıkmadı” karşı argümanını da zaman zaman kullandı.

Siber saldırı konusunda Trump’ın kendi kabinesine aday gösterdiği James Mattis, Rex Tillerson ve Mike Pompeo gibi isimlerin, Senato’daki adaylık görüşmelerinde Moskova’yı çok güçlü şekilde suçlamaları da yeni süreçte Trump’ın işinin kolay olmadığını gösteriyor.

Moskova’nın, “Elinizde somut bir belge varsa ortaya koyun” şeklindeki haklı çıkışına yeterince güçlü delil ile cevap veremeyen Amerikan istihbarat kurumları, “Tüm analizlerinde yolların Rusya’ya çıktığı” ve “Bu tür bir emri ancak Putin’in verebileceği” argümanlarıyla şu ana kadar yoluna devam etti.

Kimilerine göre “Amerikan derin devletinin adamı”, kimilerine göre ise “Amerikan derin devletine rağmen başkan olan” olan Trump’ı en çok Rusya meselesinin zorlayacağını söylemek pekala mümkün. Aşılması çok güç bir ulusal güvenlik perdesi altında tartışılan Rusya-siber saldırı konusu, bir tarafında ABD istihbarat topluluğunun, Kongre’nin önemli bir bölümünün ve medyanın durduğu; öte tarafında ise Trump’ın bulunduğu yeni “Soğuk Savaş” tartışmasının somutlaşmış hali gibi. Rusya’ya karşı Avrupa içinde son 30 yılın en büyük askeri yığınağını yapan ABD’nin, Oval Ofis’teki koltuğa oturan ismin değişmesiyle Rusya politikasını ne ölçüde değiştireceği sorusunun cevabını tüm dünya yakından takip edecek.

Ukrayna ve Suriye konularında da birbiriyle ters düşmüş olan iki ülkenin arasının sadece Trump-Putin yakınlaşması ile iyileşip iyileşmeyeceğini zaman gösterecek. Ancak medyadaki haberlerden istihbarat raporlarına ve oradan da Kongre’ye yansıyan “Rusya’nın siber saldırılarla seçimleri etkilediği” iddiası, Trump’ın özelde Beyaz Saray, genelde de Amerikan politikasındaki nüfuz alanını negatif etkileyebilme potansiyeline sahip en çetrefil konu.

Rusya meselesinden dolayı emlak milyarderine karşı hukuki bir yolun açılması şu aşamada zor gözükse de bu tartışmanın “Demokles’in kılıcı” gibi Trump’ın üzerinde sallan(dırıl)ması pekala mümkün. Kongre’deki güçlü Cumhuriyetçi isimlerin hemen her gün Putin aleyhine açıklamalar yaptığı bir ortamda Trump’ın “Putin’in çok güçlü bir lider olduğunu” söylemeye devam etmesi kolay değil.

Konu Rusya mı, Trump mı?

Trump açısından meselenin belki de en can sıkıcı tarafı, tartışmaya “Moskova’nın elinde Trump’a ait bazı mahrem bilgi ve görüntülerin olduğu” iddiasının da eklenmiş olması.  Bu tartışmanın ete kemiğe bürünmesi Trump’a zarar verebilir, boş bir iddia olduğunun anlaşılması ise Trump’ı güçlendirebilir. Ancak tek başına bu mahrem tartışma, henüz koltuğuna oturan bir başkan için yönetilmesi gereken yeni bir kriz anlamına gelebilir.

Amerikan halkının en önemli beklentilerinin daha ziyade ekonomiyle ilgili konular olduğu ve Trump’ın da seçimi böyle kazandığı düşünüldüğünde, Rusya-siber saldırı tartışmasının neden bu kadar büyük bir alev topuna dönüştüğü haklı olarak sorulabilir. Bu soruya iki türlü cevap verilebilir. Bazıları için bu mücadele, “Washington’daki yerleşik düzenin tarafları” ile “masaya kendi kurallarıyla oturmaya çalışan mahallenin yeni abisi” arasındaki bir pazarlık anlamına geliyor olabilir. Ancak Trump’ın da bu sistem içinde milyar dolarlık bir emlak imparatorluğu kurduğunu unutmamak gerek. Diğer seçenekte ise bu mücadele, “aynı yerleşik düzenin farklı yerlerinde duran unsurların birbirlerini terazide tartma girişimi” olarak da okunabilir.

Eğer ilk cevap doğruysa asıl konu Trump’tır ve yeni başkanın her türlü mücadeleye ve senaryoya hazırlıklı olması gerekir. İkinci görüşü daha doğru ise o zaman konu Rusya’dır ve Trump’ın tek yapması gereken, Putin’in makam aracıyla arasındaki takip mesafesini iyi ayarlamaktır. Trump’ın tam olarak nereye ait olduğu/olmadığı, ancak gerçek icraatlarıyla ve bu icraatlara Amerikan devlet mekanizmasının vereceği tepkilerle anlaşılacaktır. Fakat bugünden belli olan şey, Rusya’nın seçimleri etkilediği iddiasının, ABD’nin 45. Başkanının önündeki en zor problemlerden biri olduğudur.

Karşısındaki güçlü siyasi ve medyatik muhalefeti halkın desteğiyle aşarak bu noktaya gelen Trump, bundan sonraki yolculuğunda da yine sırtını Amerikan halkının desteğine dayayacaktır. Ancak eğer Trump, 620 milyar dolarlık Pentagon’u, bütçesi ve insan kaynağı belirsiz CIA’yi ve Amerikan siyasal sisteminin kilidi Kongre’yi belli bir denge içerisinde yönetemezse “Washington”a teslim olmaktan başka çaresi kalmayabilir. Bu denklemde Rusya meselesi, başkanlığın gücünü sonuna kadar kullanmak isteyen Trump’ın tepesindeki en keskin Demokles’in kılıcı olarak durmaya devam edecektir.

[email protected]