Türk dış politikası yeniden nasıl yapılandırılmalı?

Doç. Dr. Mehmet Özkan / Polis Akademisi Öğretim Üyesi
14.07.2018

Türk dış politika yapımına yeni bir siyasal perspektif verme vakti gelmiştir. Bu yeni siyasal perspektif eğer kurumlar düzeyinde yeniden yapılanmayı sağlam bir zemine oturtabilirse önümüzdeki on yıllarda yeni Türk dış politikasının başarısını doğrudan belirleyecektir.


Türk dış politikası yeniden nasıl yapılandırılmalı?

Yeni bir siyasal sisteme geçtiğimiz bu günlerde devletin kurumsal yapılandırılması yeniden tartışılırken üzerine en çok düşülmesi gereken konuların başında  dış politika yapımı, oluşumu ve uygulaması geliyor. Türkiye’de hemen herkes dış politika konularında konuşur, fakat çoğunun konuşma düzeyinin genel geçer klişelerden öteye geçmediğini özellikle vurgulamak gerekir. Gerçekten yeni bir Türkiye ve yeni bir siyasal sistemden bahsedeceksek bizi doğrudan ilgilendiren konuları da bütün açıklığıyla konuşmamız, tartışmamız ve yeniden yapılandırmamız gerekir. Türk dış politikasının söylemsel anlamda ahlaki duruşu her zaman takdiri hak eder fakat arazideki uygulaması çok büyük bir kriz içerisindedir. Kurumlar arası kimya uyuşmazlığı, kıskançlıklar, kifayetsiz muhterislerin kendi konumlarını her şeyin üstünde görmeleri ve orta kademe yönetici krizi dış politikada uygulama alanında yaşanan fakat ‘kol kırılır yen içerisinde kalır’ mantığıyla kimsenin konuşmadığı konulardan sadece bazılarıdır.

Türk dış politikasını hem akademisyen olarak uzun yıllar yakından inceleyen hem de işin pratiğinde bulunmuş birisi olarak, Türkiye’de dış politika yapımında görünen en temel sorunun arazi ile merkez arasındaki bağlantının ya hiç olmamasından ya da çok az olmasından kaynaklandığını söyleyebilirim. Karar alma mekanizmasına araziden ya da alandaki kurumsal yapılardan gelen bilgiler dış politika yapımını asla sistemsel olarak değil, ancak ve çoğu zaman kazara sporadic bir biçimde etkilemektedir. Bu durum yurtdışında TİKA, YTB, Yunus Emre ve Maarif Vakfı’nın da devreye girmesiyle en çok temsilciliği bulunan ülkelerin başında gelen ülkemizin arazi-merkez arasındaki ilişkiyi yeniden düzenlemesine işaret etmektedir. Dış politika asıl olarak bilgi ve sağlıklı bir şekilde yerel/bölgesel siyasi-ekonomik dinamikleri okuyarak yapılır. Arazideki kurumlardan ne derece sağlıklı bilgi geldiği veya gelenlerin ne kadar merkezdeki karar mekanizmasını şekillendirdiği konusunda sağlıklı bir tartışma yapmanın zamanı gelmiştir. Bu eksikliğin kurumsal yapılardan mı yoksa sistemsel bir sorundan mı kaynaklandığı meselesi üzerine de özellikle yoğunlaşılmalı, Cumhurbaşkanlığı Sisteminde dış politika kurumlarının işleyişi, rolü ve katkısı yeniden tartışılmalıdır. Aksi halde yurtdışında açılan kurumsal temsilcilikler bir süre sonra bir değer olmaktan çıkıp bir yük haline gelecektir. Rolü ve misyonu net olmayan bütün yurtdışı ofisleri her zaman için bir yüktür.

Ana odak: Derinleşme

Yukarıdaki konuyla bağlantılı olarak, yeni dönemde Türk dış politikasının ana odağı ‘derinleşme’ olmalıdır. Büyük oranda ‘açılım’ misyonuyla yürütülen dış politikada eğer yeni dönemle birlikle yeni bir vizyon olarak ‘derinleşme’ ana eksen olarak alınmazsa dış politika yapımına katkı veren kurumlar rutinleşip, statükoculaşacak ve sonuçta ‘açılım çıkmazı’ denilen bir yola girilecektir. Bunun sonucu, öncü ve ön alıcı yaratıcılığın bitmesi, kurum için küçük hesaplar ve en kötüsü kişisel hesaplaşmalardır.

Yeni dönemde yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle beraber başta Dışişleri Bakanlığındaki bazı konular olmak üzere birçok konu yeniden yapılandırılmıştır. Buna rağmen kanaatimce hala bazı noktalar eksik kalmıştır. Dışişleri Bakanlığına aynen Amerika’da olduğu gibi her kıta (Afrika, Latin Amerika, Ortadoğu, Asya, Avrupa, Balkanlar vb) için birer Dışişleri Bakan yardımcısı tayin edilmeli ve ilgili siyasi bakan yardımcıları gerekirse vaktinin çoğunu sorumlu olduğu bölgede geçirmelidir. İlgili bakan yardımcısı bölgesinde bütün diş politika kurumları arasındaki koordinasyon ve bilgi paylaşımından sorumlu olmalı ve var olan imkanları daha etkin ve kalıcı sonuçlar için kullanmalıdır. Eğer bu yapılabilirse ilk başta bahsettiğim arazi-merkez arasındaki kopukluğun giderilmesine büyük katkı sağlayacaktır. Eskiden onur duyarak konuşulan Dışişleri Bakanımızın dünyada kriz bölgelerine en çok seyahat eden bakanlardan birisi olması mevzuu artık anlamını yitirmiştir. Yeni dönemde ideal olan bakanın dünyanın farklı bölgelerindeki en kritik toplantılara katılması ve diğer ikincil bütün toplantılara bölgeden sorumlu bakan yardımcısının katılmasıdır. Bazen haftada birkaç kıtaya gitmesi gereken bir bakanın bütün konulara derinlemesine hakim olamayacağı doğal ve insani olup; yeni dönemde bakanın Türkiye’nin ağırlığını en üst perdede tutan kritik toplantılara katılması ve merkezden dış politikanın derinleşmesini külliye ile koordineli bir şekilde şekillendirmesi büyük faydalar sağlayacaktır. Yeni dönemde dış politika açısından en üst düzey yöneticiler için temel felsefe az fakat etkili yurtdışı teması olmalıdır.

Bölgesel ofis mantığı

Yeni dönemde dışişlerindeki bu yeni yapılanma yanında diğer dış politika kurumları da kendisini yeniden yapılandırmalıdır. Örneğin TİKA artık ülke-merkezli bir yaklaşımdan ziyade bölgesel ofis mantığına geçmeli ve bölgesel bir yaklaşımla faaliyetlerini şekillendirmelidir. Aslında TİKA bölgesel ofis mantığını bazı bölgelerde uygulamıştır fakat bunun siyasal perspektifi ve kurumun çalışma pratiğine yansımasında halen eksikler bulunmaktadır. Bölgesel yaklaşımın en büyük faydası, ülkeler arası bağı yakından görme olanağı sunmasıdır. Gerektiği zaman aynı bölgede bulunan sorunlu ülkeler arasında ortak noktalar üzerine projeler üretilebilir ya da ihtiyaç duyulması halinde arabuluculuk gibi küresel barışa katkı sağlayacak konulara altyapı sağlanır. Sağlık sorunları, göçmenler, ekonomik geri kalmışlığın körüklediği iç çatışmalar vb konularının çoğu kısa sürede bölgeselleşmektedir. Bu durum TİKA dahil bu konuda çalışan kurumların yeniden yapılandırılmasının gerekliliğine işaret etmektedir.

Yine aynı şekilde son dönemde hızla büyüyen Maarif Vakfı’nın orta ve uzun vadede eğitim kurumlarını nerelerde yoğunlaştırması gerektiği sorusu doğrudan ülkenin bölgesel stratejileriyle beraber yürümeli ve hem bakanlık hem de

TİKA ve Yunus Emre’nin politikalarıyla paralel olmalıdır. Aslında bu konularda pratikte ciddi bir işbirliği çabası olmasına rağmen, arazi-merkez arasındaki bağın yeteri kadar güçlü olmamasından dolayı genel bir stratejiden ziyade geçici yaklaşımların hakim olduğunu konuyla yakından ilgilenenler fark edecektir.

Türkiye’de dış politikanın yeniden yapılandırılması anlamında diğer bir mesele Ankara’daki her kurumun, bakanlığın veya kuruluşun aslında kendince bir dış ilişkilerinin olmasıdır. Bu durum dış politikayı çeşitlendirme ve katkı verme anlamında olumlu olsa da sağlıklı değildir ve sürdürülebilirliği konusunda sorunlar barındırmaktadır. Öncelikle çoğu kurum aslında iyi niyetle dış ilişkileri önemsemekle beraber; çoğunun faaliyetleri için ‘genel dış politikada nereye karşılık gelmektedir’ sorusu havada kalmaktadır. Bu konudaki koordinasyon en iyi bir şekilde Dışişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak bölgesel siyasi bakan yardımcılıklarının koordinasyonunda çözülebilir.

Sivil toplum ve devlet

Türk dış politikasında gözden geçirilmesi ve sistemleştirilmesi gereken bir başka dış politika aktörü ise yurtdışında faaliyet göstersen sivil toplum kuruluşlarıdır. Bu tür kuruluşlar çoğu zaman devlette bir muhatap bulamamakta ve edindiği bilgileri, gözlemleri ve tecrübeyi paylaşamamaktadır. Sivil toplum konusunda devletin bir tür koordinasyona ya da kontrole girmemesi sivil alanı devletleştirmemesi adına son derece önemlidir. Bununla beraber sistemsel anlamda bilgi alışverişinin ölmesi bir mekanizmanın kurulmasını şart kılmıştır. Bu konuda Külliye’de oluşturulan kurullar önemli bir rol oynayabilir.

Kurumsal yapılanmayla beraber artık yeni Türkiye’de “Diplomat kimdir?”, “Diplomasi nedir?” sorularını da yeniden tartışmamız gerekmektedir. Dünyada artık diplomasi sivil alana kaymaktadır. Dünyanın çoğu yerinde siyasetçiler işleri informal bir şekilde yürütmeyi tercih etmekte ve sırf kayda girmesin diye birçok kritik konuda yabancı ülkelerin diplomatları ilk muhatap olmamaktadır. Bu çerçevede ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesinde bir çalışma grubunun oluşturulduğu ve “Diplomasi ve diplomat nedir?” sorusunun yeniden sorulduğu ve bu şekilde kurumsal bir yapılanma için çalışıldığı da dikkate alındığında; Türkiye’nin yeni dönemde dış politikayı kurumsal, uygulama ve oluşum anlamında yeniden yapılandırması bir gerekliliktir. Bunların eksik yapıldığı bir Türkiye, bir dönüşümün kurumsallaştığı yeni Türkiye değildir. Böylesi bir durumda bürokratik tahakkümün tekrardan kendisini sağlamlaştırdığı bir sürece girilmesi muhtemeldir.

Tüm bunlar dikkate alındığında Türk dış politika yapımına yeni bir siyasal perspektif verme vakti gelmiştir. Bu yeni siyasal perspektif eğer kurumlar düzeyinde yeniden yapılanmayı sağlam bir zemine oturtabilirse önümüzdeki on yıllarda yeni Türk dış politikasının başarısını doğrudan belirleyecektir.

@_MehmetOzkan