Türk Tabipleri Birliği ne sivil ne de toplumun sesi

Doç. Dr. Mehmet Zahid Sobacı / SETA-Uludağ Üniversitesi
17.02.2018

TTB açıklamasına “Biz hekimler uyarıyoruz” ifadesi ile başlamaktadır. O zaman soru şudur: Acaba 83 bin doktor da bu açıklamayı doğru ve gerekli bulmakta mıdır? TTB’nin açıklamasını demokrasi ve ifade özgürlüğü gerekçesi ile savunanlar 11 konsey üyesinin doktorların iradelerine ve fikirlerine ambargo koymasını demokrasiyle nasıl bağdaştırmaktadır?


Türk Tabipleri Birliği ne sivil ne de toplumun sesi
Türk Tabipleri Birliği (TTB) 24 Ocak’ta Türkiye’nin güvenliğini ve geleceğini yakından ilgilendiren Afrin operasyonuyla ilgili bir açıklama yaptı ve tüm tepkileri üstüne çekti. TTB “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” başlığı ile yaptığı açıkla-mada terörle mücadele çerçevesinde yürütülen Afrin operasyo-nunu sözüm ona “savaş” olarak nitelendirdi ve “Yaşatmaya ant içmiş bir mesleğin mensupları olarak, yaşamı savunmanın, barış iklimine sahip çıkmanın birincil görevimiz olduğunu aklımızdan çıkarmıyoruz” ifadelerini kullandı.
 
Yazılı ve görsel medyada TTB’nin yaptığı açıklamayı tartışanlar üç gruba ayrıldı: Açıklamanın içeriğini savunanlar ve ifade özgürlüğü olarak değerlendirenler; açıklamanın içeriğini savunmayanlar ama ifade özgürlüğü olarak görenler ve açıklamayı şiddetle kınayanlar. Açıklamayı savunan kesim, olayın abartıldığını ve ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini iddia etti. Açıklamayı kınayanlar ise, böyle bir günde böylesi bir açıklamanın nasıl yapı-labildiğini sorguladı. Yani, tartışmalarda hemen herkes açıklamanın içeriğine odaklandı. Böylece, içerikten önce odaklanılması gereken asıl soruyu gözden kaçırdı: TTB’nin bu konuda açıklama yapma hakkı ve yetkisi var mı? Başka bir deyişle, TTB’nin açıklamasında belirttiği gibi gerçekten “barış iklimine sahip çıkmak TTB’nin birincil görevi” midir? Aslında, TTB’nin açıklamasıyla meslek kuruluşları üzerine yürütülen eski bir tartışma yeniden alevlendi.
 
TTB bir STK değildir
 
TTB’nin açıklamasını savunan kesim, “İçeriğini benimsersiniz veya benimsemezsiniz, ama…” deyip, bir cümle ile içe-riğe odaklanmanın önüne geçip, TTB’nin bir sivil toplum kuruluşu (STK) olduğunu ve ifade özgürlüğü çerçevesinde kendi düşüncelerini dile getirdiğini belirtmektedir. Yukarıda dile getirdiğimiz görev ve yetkiye ilişkin soru tam da bu noktayla ilgilidir. Dolayısıyla tartışmaya öncelikle bu iddiadan başlamak gerekmektedir. Çok açık bir şekilde ortaya koymak gerekir ki, TTB bir STK değil, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşudur. Türkiye’de kamu kurumu niteli-ğindeki meslek kuruluşları, kamu tüzel kişiliğine sahiptir ve özerktir. Zorunlu üyelik ve zorunlu aidat gibi bazı kamu gücü ayrıcalıklarından yararlanırlar. Bu kuruluşlar, faaliyette bulundukları alanda tekel pozisyonuna sahiptir. Kamu kurumu niteliğinde olan bu kuruluşlar, 1982 Anayasası’na göre amaçları dışında faaliyette bulunamazlar.
 
Sivil toplum ise, gönüllülük ilkesine dayalı olarak örgütlenen, özel yaşam ve devlet arasında bulunan, kamusal so-runların müzakere edildiği, devletten özerk alandır. Dolayısıyla, STK’ları karakterize eden özellikler, gönüllü üyelik, kar amacı gütmeme ve iktidar talep etmemedir.
 
TTB kendi web sitesinde kuruluş kanunu olan 6023 sayılı Kanun’a referansla kendini kamu kurumu niteliğinde mes-lek kuruluşu olarak tanım-lamaktadır. Kuruluş kanununda TTB’nin amacı “mesleki deontolojiyi ve dayanışmayı ko-rumak ve meslek mensuplarının hak ve yararlarını koru-mak” olarak açıkça ortaya koyulmuştur. Ayrıca, TTB diğer meslek kuruluşları gibi zorunlu üyelik ve zorunlu aidat gibi kamu gücü ayrıcalıklarından yararlanmaktadır.
Bu bağlamda, TTB kamu kurumu niteliğindedir ve devletin bir parçasıdır. Nitekim, bütün idare hukuku kitaplarında meslek kuruluşlarına devlet teşkilatı içinde yer verilmektedir. Zorunlu üyeliğin geçerli olduğu bir yapıyı gönüllüğün esas olduğu bir alanın parçası olarak göstermek hangi aklın ürünüdür? Bu koşullar altında TTB’nin hemşeri dernekle-ri veya sosyal yardımlaşma dernekleri gibi sivil toplumun bir parçası olduğunu iddia etmek mümkün değildir. 1982 Anayasası’nda kuruluş amaçları dışında faaliyette bulunamayacakları anayasal bir hüküm olarak ortadayken, TTB’nin yaptığı açıklamayı yukarıda belirtilen kuruluş amaçları bağlamında değerlendirmek mümkün değildir. Nitekim, TTB de bunun farkında olsa gerek, açıklaması sanki görev alanındaymış gibi göstermek için oldukça zorlama bir başlık (savaş bir halk sağlığı sorunudur) kullanmıştır.
 
Ayrıca, TTB’nin açıklamasına ilişkin tartışmalarda bazı kişiler TTB’nin STK olmamakla birlikte siyaset biliminde meslek kuruluşlarının gelenek-sel olarak sivil toplum içinde değerlendirildiği gibi açıklamalara girişmektedirler. Açıkça be-lirtmek gerekirse, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ortam ve TTB’nin yaptığı açıklamanın içeriği karşısında bu tarz savunular çok anlamsız kalmaktadır. O halde, aslında cevapları belli olan şu sorular mut-laka sorulmalıdır: TTB devletin bir parçası olarak (kamu kurumu niteliğinde bir yapı olarak) nasıl olur da Türkiye Cumhuriyeti devletinin hassasi-yet-lerine kayıtsız kalabilir ve gelecek mücadelesinde devleti itham edici bir tavır sergileyebilir? Bu açıklamasıyla kuruluş amacının sınırlarını ve yetkisini aşmamış mıdır? Bunu sivil toplumun ifade özgürlüğü olarak değerlendirmek mümkün müdür?
 
Özgürlük değil, fikri ambargo
 
Meselenin ikinci bir yönü vardır ki, TTB’nin açıklamasını demokrasi ve ifade özgürlüğü çerçevesinde savunanlar açı-sından durumu daha da paradoksal kılmaktadır. TTB’nin resmi web sitesinde, Türkiye’deki hekimlerin yüzde 80’inin (83 bin) TTB’ye üye olduğu belirtilmektedir. TTB açıklamasına “Biz hekimler uyarıyoruz” ifadesi ile başlamaktadır. O zaman soru şudur: Acaba 83 bin doktor da bu açıklamayı doğru ve gerekli bulmakta mıdır? TTB’nin açıklamasını de-mokrasi ve ifade özgürlüğü gerekçesi ile savunanlar 11 konsey üyesinin doktorların iradelerine ve fikirlerine ambar-go koymasını demokrasiyle nasıl bağdaştırmaktadır? Dolayısıyla, bu açıklama ifade özgürlüğü çerçevesinde değil, meslek kuruluşlarının vesayetçi yapılar tarafından meslek mensuplarını daha kolay kontrol etmek için kurulduğu iddiası bağlamında anlam kazanmaktadır. 
 
TTB de dâhil olmak üzere, Türkiye’de meslek kuruluşlarının bazılarını daha tartışmalı kılan husus, ilgili oldukları mes-lek alanıyla bağlantılı olmayan konularda vesayetçi yapılarla benzer bir politik tutum sergilemeleridir. Bunun birçok örneğini gösterebilmek mümkündür. Türkiye’nin varoluş-sal mücadelesi olarak görülen ve kamuoyunda çok büyük desteğe sahip olan Afrin operasyonuna ilişkin TTB’nin yaptığı açıklama bunun en son yansımasıdır. Bu bağlamda, TTB’ye STK kılıfı altında siyaset yapmaya son vererek, Afrin operasyonuna ilişkin açıklamalarında ortaya koydukları siyasi çizgiye sadık bir “hekimler partisi” kurmaları ve ülkeyi yönetmek için milletten onay istemeleri önerilebilir. Böylece, TTB de ne tür bir kurumsal yapılanma olduğuna ve faaliyet alanına karar vermiş olacaktır.
 
Aksi halde, teşbihte hata olmaz, TTB deve kuşu gibi davranmak zorunda kalmaktadır: Yüke gelince kuş, uçmaya ge-lince deve olmaktadır. Açıklamayı yaparken bir STK imiş gibi davranmakta, gelen tepkiler üzerine kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olduğunu hatırlamaktadır. Ancak, bir kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak 1982 Anayasası’ndaki açık hükmü (amaçları dışında faaliyette bulunamaz) ihlal edip etmediğini hiç sorgulamamaktadır.