Türk-Amerikan ilişkilerinde ‘yeni’ dönem

Hakan Çopur / Araştırmacı, yazar
9.06.2018

Türk-Amerikan ilişkilerinde artık yapısallaşan sorunlara toptan bir çözüm bulmak mümkün değil. Her bir sorun için adım adım ve özel olarak odaklanarak gitmek gerekiyor. Kimsenin elinde şapkadan tavşan çıkaracak bir güç yok; fakat tüm bu sorunlar yumağının çözülmesinin ilk adımı Münbiç olabilir. Bakan Çavuşoğlu’nun da ifade ettiği gibi, artık Türk-Amerikan ilişkilerinde topu taca atma dönemi sona ermiştir.


Türk-Amerikan  ilişkilerinde ‘yeni’ dönem

Son yılların en sorunlu dönemlerinden birini yaşayan Türk-Amerikan ilişkileri, eski paradigmaların kaldıramayacağı kadar karmaşık bir noktaya gelmiş durumda. Yapısal sorunların yanı sıra güven bunalımı ve psikolojik baskı unsurları, 70 yıllık ittifakın adeta çatırdamasına neden olurken, sorunların çözümüne yönelik en küçük bir somut adım bile bugün değer taşımaktadır. Bu bakımdan 4 Haziran’da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo arasında Washington’da gerçekleştirilen buluşma, “tarihi” bir nitelik taşıyor. “Münbiç yol haritası” olarak somutlaşan mutabakat, iki ülke arasında bundan sonra yeni bir sürecin doğmasına ve ilişkilerde adım adım sorun çözücü bir yol haritasına zemin hazırlayabilir.

Münbiç mutabakatı

Çavuşoğlu-Pompeo görüşmesine gelene kadar esasen Münbiç konusunda iki ülke diplomatları arasında varılmış bir uzlaşma zemini bulunuyordu. Ancak eski bakan RexTillerson’dan sonra Pompeo ile nasıl bir yol haritasının ortaya çıkacağını görmek için 4 Haziran’daki tarihi görüşmenin beklenmesi gerekiyordu. Yaklaşık bir saat süren görüşmede iki bakan Münbiç yol haritası konusunda anlaştı ve Çavuşoğlu anlaşmanın kamuoyuna açık detaylarını ilk olarak kendisini takip eden Türk basın mensuplarına açıkladı.

Açıklamasında doğrudan bir takvim çizmekten sakınan Çavuşoğlu birkaç aylık bir süre içinde mutabakatta uzlaşılan üç maddenin Münbiç’te hayata geçirileceğini anlattı.

İlk aşamada Münbiç’te bulunan tüm PKK/YPG militanlarının ilçeyi terk etmesi gerekecek. İkinci aşamada yerel konseylerde yer alan PKK/YPG unsurları bu görevlerinden ayrılacak. Üçüncü ve son aşamada ise Türkiye ile ABD’nin ortak gözetiminde ilçede yeni yerel konseyler oluşturulacak ve bu süreçteki güvenlik ve istihbarat düzeni de Türk ve Amerikan güvenlik unsurları tarafından sağlanacak.

İkili ilişkilerde son dönemdeki ciddi gerilmeyi müteakip Washington’da imza konan stratejik mutabakat metni, sadece Münbiç’i değil, esasen Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini de belirleyebilecek potansiyele sahip. Zira Çavuşoğlu’nun açıkça belirttiği gibi, eğer bu yol haritası Münbiç’te başarılı olursa Suriye’de PKK/YPG’nin kontrolü altında olan ve Türkiye’nin itiraz ettiği diğer bölgelerde de bu mutabakatın benzerlerinin uygulanması öngörülüyor. Bu durumda hem Rakka gibi kentlerde, hem de Fırat’ın doğusundaki bölgelerde bu yol haritasının uygulanması, Türk-Amerikan ilişkilerindeki PKK/YPG kamburunu önemli ölçüde hafifletebilir. Ancak elbette bu terör örgütüne ABD tarafından verilmiş olan silahların geri alınması süreci de en az bu yol haritası kadar önemli. Fakat uzun zaman sonra belki de ilk kez bu kadar somut düzeyde bir mutabakata varılmış olması, iki ülke ilişkilerinde “yeni bir dönem” ümidinin zemini oldu.

Washington’da varılan mutabakatın uygulama süreci ise Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerçek test olacak. Eğer ABD, bu sürecin uzlaşıldığı şekilde uygulanmasını sağlama iradesini ortaya koyar ve bu formül yavaş yavaş diğer bölgelere de uygulanmaya başlarsa, o zaman Washington-Ankara hattındaki güven bunalımı kısmen aşılacaktır. Zira Münbiç konusunda Pentagon’daki sözcülerin “Oradaki SDG unsurları bize Fırat’ın doğusuna geçtiklerini söylediler ve biz de bunu doğru kabul ediyoruz” diyeli çok olmadı. Suriye konusunda verdiği sözlerde durma konusunda ciddi sorunlar yaşayan Amerikan tarafı için Münbiç adeta bir güven testi olacak. Bu testi geçmesi durumunda Suriye özelinde Türkiye ile ABD arasında bir güven tesis edilebilir. Ancak ondan sonra da bu güvenin FETÖ elebaşı Gülen’in iadesi, S-400, F-35 ve rahip Brunson gibi ana konu başlıklarına yansıması beklenebilir.

Kuşkusuz Türkiye, 1990’ların Türkiye’si değil; Soğuk Savaş döneminde temelleri atılan ittifak paradigmalarını sorgulamadan kabul eden bir ülke hiç değil. ABD ile arasındaki asimetrik güç ilişkisini son yıllarda özellikle savunma sanayi alanındaki atılımlarıyla dengelemeye çalışan Türkiye, ister Suriye, ister S-400, isterse F-35 konusu olsun tüm alanlarda yeni alternatifler arayan ve ulusal çıkarlarına uygun olanları bulduğunda bunları eskiye göre daha etkin şekilde kullanabilen bir ülke haline geldi.

Bu dönüşümün üstüne, özellikle Suriye’de net bir şekilde ortaya çıkan çıkar farklılaşması, bir ülkenin “terör örgütü” dediğine diğer ülkenin “sağlam müttefikim” dediği garip bir çelişki yumağını gözler önüne serdi. Ulusal güvenliğini merkeze alan her ülke gibi Türkiye de etrafında bir terör oluşumunun inşa edilmesine göz yummadı ve Rusya ile de anlaşarak bazı önemli adımlar attı. Aynı çıkar farklılaşması S-400 füze savunma sistemleri üzerinden de yaşanıyor. Toprak bütünlüğünü ve sınır güvenliğini önceleyen Türkiye’nin Batı’dan alamadığını Rusya’dan almaya karar vermesi ABD’de adeta “isyan” olarak algılandı. Ancak ABD dışında NATO ve birçok AB ülkesinden gelen açıklamalar Türkiye’nin bu tercihinin “anlaşılabilir” olduğu yönünde.

Münbiç ve sonrası

Suriye’deki yapısal ayrışma, devamında S-400’ler üzerinden kopan NATO kıyameti, FETÖ elebaşına ilişkin kalem oynatmayan ABD’nin rahip Brunson konusundaki tavizsiz ısrarı gibi başlıklar, Çavuşoğlu-Pompeo görüşmesi öncesinde listede yer alan kabarık başlıklardı. Diplomatik kaynaklar, görüşmede bu konuların da gündeme geldiğini belirtiyor. Bu bağlamda Çavuşoğlu’nun, Gülen’in iadesi süreciyle ilgili olarak çalışan teknik komitenin o gün Washington’da buluştuğunu, bir sonraki toplantının İstanbul’da yapılacağını ve ABD’de bazı FETÖ bağlantılı kurumların soruşturma geçirdiğini ifade etmesi çok önemli gelişmeler olarak algılanmalı. Obama dönemindeki ipe un serme politikasının ve Trump’ın boşa geçen 1,5 yıllık döneminin ardından acaba ilk kez ABD tarafı FETÖ konusunda da adım atacak bir noktaya ulaşmış olabilir mi? Henüz cevabını bilmediğimiz bu soru, önümüzdeki aylarda peşinden koşulacak bir haber konusu olarak gazetecileri bekliyor.

Bunun dışında ikili ilişkilerdeki mevcut gerilimin ana unsurlarından biri olan S-400 konusunda da Türkiye’nin aslında ne kadar açık olduğunu Çavuşoğlu’nun açıklamalarından anlamak mümkün. Çavuşoğlu, bu konuyu bir oldu bittiye asla getirmediklerini, ABD’nin Patriot’ları ısrarla satmak istemediği, S-400 sürecinin buna mukabil geliştiğini ve sürecin Moskova’nın istediği gibi değil de Ankara’nın istediği gibi olması için S-400’lerin alım sürecinin revize edildiğini anlattı. Bu son derece önemli bilgiler, esasen Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini koparıp yüzünü tamamen Doğu’ya dönmek gibi bir politika gütmediğini, aksine hem Batı hem de Doğu ülkeleri ile dengeli bir çıkar ilişkisi kurmak istediğini ve Türk-Amerikan ilişkilerini yabana atmadığını gösteriyor.

Türkiye, başından beri ABD’nin terör örgütü PKK/PYD’ye verdiği doğrudan veya dolaylı desteklerin yanlış olduğunu ve mutlaka sona erdirilmesi gerektiğini söylüyor. Ancak gözüken o ki şu anda ABD’nin Suriye konusunda zihni yeterince net değil. Bir yandan Suriye’den çıkmak istediğini dile getiren bir ABD Başkanı, öte yandan “büyük tehdit” İran’ı dengelemek ve DEAŞ artıklarının canlanmasını önlemek gerekçeleriyle Suriye’de daha uzun süre kalmak isteyen Pentagon söz konusu. Trump son günlerde “Suriye’den çıkmak istiyorum” söylemini pek kullanmasa da, kulislerde bu görüşünü halen koruduğu konuşuluyor. ABD’nin Suriye ikilemi, YPG ile kurduğu ilişkinin geleceğini de doğrudan etkileme potansiyeline sahip. ABD’nin Suriye’de çıkması örgütün hayallerine balta vuracakken, Amerikan varlığının devamı ise onlara hem meşruiyet hem de silah ve mühimmat desteği sağlayacaktır. Dolayısıyla Münbiç mutabakatı ile birlikte bu denklemi de düşünmek ve ABD’nin Suriye’de İran’ı ne şekilde dengeleyeceğini takip etmek gerekiyor.

Bu noktada Washington’da zaman zaman gündeme gelen “Bölgede İran’ı dengeleyebilecek yegane güç Türkiye’dir, dolayısıyla (Obama’nın yaptığının aksine) Türkiye’ye yatırım yapalım” şeklindeki görüşler de mevcut. Henüz tartışma düzeyindeki bu yaklaşımın geleceği de Suriye özelinde Türk-Amerikan ilişkilerinin yarınını belirleyebilir. Ancak elbette Türkiye’nin Rusya ve İran’la birlikte oluşturduğu Suriye uzlaşısını bir günde çöpe atmasını da beklememek lazım. Dolayısıyla bu noktadaki çok bilinmeyenli denklem halen çözülmeyi bekliyor.

Suriye, S-400 ve Gülen konularının yanında son günlerin moda başlığı haline gelen F-35’ler konusu da ikili ilişkilerde yeni bir basınç noktası oldu. Çavuşoğlu’nun Washington’daki açıklamaları oldukça netti: “İlk teslimat 21 Haziran’da planlandığı şekilde yapılacak. Bu konuda bir sorun yok.” Bakan Çavuşoğlu ayrıca, hem S-400 hem de F-35 konusunda ABD Kongresinde oluşan Türkiye aleyhtarı atmosferin farkında olduklarını ve bunun çok yanlış ve ters tepecek bir yaklaşım olduğunu vurguladı. Fakat toplamda, Münbiç konusunda varılan mutabakatın, S-400’ler çerçevesinde Kongre’nin Türkiye’ye yaptırım öngören bir karar alması ile kolayca zehirlenebileceğini bilmek lazım. Ancak Kongre’den bu yönde bir yasa tasarısı çıksa bile son kararın Trump’ta olduğunu da bilmek lazım. Dolayısıyla muhtemel bir S-400 krizini söndürmek Trump’ın eline kalabilir.

Topu taca atma bitti

Özetlemek gerekirse Münbiç mutabakatı, ikili ilişkilerde uzun süredir hakim olan negatif havanın tek bir konu başlığında da olsa değişmesine imkan tanıdı. Münbiç ile esasen bir problemin çözülmesi için irade beyanı yapıldı. Önce uygulamayı görüp bu sorunun gerçekten çözülüp çözülmediğini takip etmek gerekiyor. Ardından Münbiç dışındaki alanlarda bu formülün işe yarayıp yaramayacağını izlemek ve bu süreçte bir başka problem olan FETÖ elebaşı Gülen konusundaki ilerlemeleri görmek gerekiyor. Esasen bu şu demek: Türk-Amerikan ilişkilerinde artık yapısallaşan sorunlara toptan bir çözüm bulmak mümkün değil. Her bir sorun için adım adım ve özel olarak odaklanarak gitmek gerekiyor. Kimsenin elinde şapkadan tavşan çıkaracak bir güç yok; fakat tüm bu sorunlar yumağının çözülmesinin ilk adımı Münbiç olabilir. Bakan Çavuşoğlu’nun da ifade ettiği gibi, artık “Türk-Amerikan ilişkilerinde topu taca atma dönemi” sona ermiştir.

@hakancopur1