Türkiye darboğazdan nasıl çıkacak?

Dr. Bora Bayraktar / Kültür Üniversitesi Öğr. Gör.- Gazeteci
7.01.2017

Türkiye yeni yıla kanlı ve sansasyonel bir terör saldırısı ile girdi. İstanbul’un dünyaca bilinen eğlence kulübündeki neşe ve kahkaha seslerini, Orta Asya’dan geldiği anlaşılan soğukkanlı bir katilin silahından çıkan kurşunlar bastırdı.


Türkiye darboğazdan nasıl çıkacak?

Türkiye yeni yıla kanlı ve sansasyonel bir terör saldırısı ile girdi. İstanbul’un dünyaca bilinen eğlence kulübündeki neşe ve kahkaha seslerini, Orta Asya’dan geldiği anlaşılan soğukkanlı bir katilin silahından çıkan kurşunlar bastırdı. Türkiye 2017 yılına 39 kişinin yaşamını yitirdiği terör saldırısının gölgesinde girdi, ülke bir kez daha yasa boğuldu. Dünya yeni bir DEAŞ terör saldırısının şokunu yaşarken zihinlerde 13 Kasım 2015’teki Paris ve Orlando saldırılarının korku dolu anıları canlandı.  Saldırının ilk boyutu terör, ikinci boyutu ise toplumda yayılmaya çalışılan kutuplaşma ve gerilim havası oldu. Daha cinayet silahı soğumadan başlayan “laik yaşam düzenine tehdit” tartışması çok çabuk alıcı buldu. Saldırı kendi mecrasından kayarak adeta bir psikolojik harekat unsuru haline dönüşerek ikinci bir etki yaptı. Kafalar karıştı. Terörün panzehiri olan ulusal birlik havasını oluşturmak güçleşti. Türkiye’nin ve dünyanın nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğu sorusu kısır tartışmanın harareti içinde kaynadı gitti. Oysaki olayın anatomisi Reina saldırısının DEAŞ’ın ortaya koyduğu küresel terör dalgasının bir parçası olduğunu gösteriyor. Türkiye bu anlamda büyük bir tehditle karşı karşıyadır.  

DEAŞ’ın parmak izleri

İntihar eylemleri ve bomba yüklü araçlarla saldırılar... Sonu saldırganın da ölümüyle biten terör saldırıları. DEAŞ’ın en çok kullandığı yöntem bu. Bu nedenle Reina’yı “DEAŞ’ın işi değil” diye yorumlayanlar oldu. Ancak iyi analiz edildiğinde örgütün tüm saldırılarında teröristin ölmediği görülüyor. 13 Kasım 2015’te Paris saldırılarını gerçekleştiren ölüm timinin üyelerinden Salah Abdeslam tam dört ay kaçmayı başardı ve ancak 18 Mart 2016’da Belçika’nın başkenti Brüksel yakınlarındaki Molenbeek’te ele geçirildi. 19 Aralık 2016’daki Berlin’de kamyonla gerçekleştirilen saldırının faili Anis Amri de dört gün kaçmayı başardı ve olay yerinden kilometrelerce uzakta, İtalya’da polis tarafından öldürüldü. Fransa’da da örgüt üyelerinin bıçaklı saldırılar gerçekleştirerek kaçmaya çalıştığı eylemler de oldu. Uzun lafın kısası DEAŞ duruma ve imkanlara göre saldırılar düzenleyen ve sonunda teröristin kaçmayı hedeflediği eylemler de yapan bir örgüttür ve bu yönüyle Reina saldırısı bir istisna değildir. Saldırının bir numaralı zanlısının örgütün sözde devletinin sözde eyaleti Horasan’dan yani Orta Asya’dan geldiği anlaşıldı. Uygur kökenli DEAŞ teröristlerinin sayısının binlerce olduğu biliniyor. Seçilen hedef ve gün, tıpkı Nice, Berlin saldırıları gibi çok sayıda yabancı uyruklu kişinin kutlama yaptığı bir mekan. Tıpkı geçen yıl Sultanahmet’te Almanların, Taksim’de İsraillilerin hedef alındığı gibi teröristin amacı sadece Türkiye değil farklı milletlerden de insanların canına kıymak. Dünyanın dört bir yanına tabutlar göndermek. Modern hayatı hedef almak. Savaşı dünya kentlerine taşımak. “Hiçbir yerde güvende değilsiniz” mesajı vermek. Bu yönüyle 1 Ocak saldırısı küresel bir terör tehdidinin Türkiye’ye yansımasıdır. Ancak bu durum Türkiye’nin terörün, terör örgütlerinin özel bir hedefi olmadığı anlamına gelmiyor.

Hedefteki ülke Türkiye

Türkiye 2015 Temmuz’undan bu yana birden fazla terör örgütünün eş zamanlı saldırılarıyla karşı karşıya. PKK/PYD, DEAŞ, FETÖ, DHKP-C ve diğerleri. Kombinasyonlarıyla birlikte alfabede eksik harf bırakmayacak kadar çok örgüt Türkiye’de saldırılar düzenliyor, ulusal güvenliği, toplumsal huzuru, ülkenin bütünlüğünü tehdit ediyor. Örgütlerin ayrı ayrı kendi gündem ve hesapları olduğu kadar çeşitli ülkeler tarafından “Türkiye’yi hizada tutmak” “iradesini kırmak” hatta “teslim almak” için araç olarak kullanılıyor. Bu yönüyle Türkiye asimetrik bir saldırı ile karşı karşıya. 

Saldırılar güvenlik güçlerini, belli siyasi grupları, ülkenin sinir uçlarını hedef alıyor. Toplumda huzursuzluk, ülke yönetimine karşı güvensizlik oluşturmayı hedefliyor. Bu saldırıların en büyüğünün kuşkusuz 15 Temmuz’da başarısız olan FETÖ’nün kanlı darbe girişimi olduğunu kayıtlara geçirelim. O terör saldırısı ki seçilmiş cumhurbaşkanı, hükümet, parlamento ve muhalefetini hedef aldı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin dengesini bozmaya kast etti. Bu örgütün son girişimi Rus Büyükelçi Andrei Karlov suikastıydı ve hedef Ankara-Moskova ilişkilerini bozmak, FETÖ’ye yönelik polis ve bürokrasideki tasfiyeler sonunda Türk polis teşkilatının “Nusracı/radikal dinci” bir yapıya büründüğü izlenimini dünyaya yaymak ve bunun üzerinden bir iktidar değişikliğini gerçekleştirmekti. Putin’in akılcı tutumu bu hamleyi savuşturdu. Ülkeyi hedef alan ikinci büyük tehdit terör örgütü PKK/PYD. Onların amacı on yıllardır belli. Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak, demokratik düzeni zorlayarak “otoriter, antidemokratik ülke” tezini öne çıkarmak, böylece Türkiye’nin Avrupa ülkeleriyle bağını kesmek, ülke topraklarını ele geçirerek bölmek ve yeni bir devlet kurmak. Ancak bölgedeki Kürt halkının Suriye, Irak iç savaşlarında yaşananları görmesi, sonuçlarını değerlendirmesi, tecrübesi, PKK’nın baskıcı, kuralsız tavrı ve çözüm sürecinin getirdiği nimetlerin yok olacağı bilinciyle bu plana sırt çevirmesi PKK’nın planlarını boşa çıkarmış oldu. Bu nedenle Suriye’nin kuzeyindeki “üç kantonlu” yapılanma ve bir devlet kurma düşüncesi öne çıktı. ABD ve özellikle Almanya’nın bu projeyi benimsemesi, askeri açıdan destek vermeleri örgüt içinde PYD kanadını öne çıkardı. 12 Ağustos’ta PYD’nin Menbiç’i ele geçirmesi ve Türkiye’nin güneyini kuşatan bir koridor elde etmeye yaklaşmasıyla 24 Ağustos’ta başlayan Fırat Kalkanı Harekatı, PKK/PYD/TAK saldırılarının artmasına neden oldu. Bu saldırıların hedefi Türkiye’nin Suriye’deki operasyonlarını durdurmak, kamuoyunda terör örgütüne karşı operasyonlara muhalefet geliştirmek, şehit cenazeleriyle kamuoyunu etkilemek, yönetimi baskı altına almak ve siyasi iradeyi kırmaktı. Bu yolda ciddi mesafe alındı. Hendeklere karşı Türk güvenlik güçlerinin verdiği mücadele örgüte ağır bir darbe vurdu. Şimdi savaşın ağırlık merkezi Suriye’nin kuzeyine taşındı. 

Ancak örgütün ardındaki uluslararası destek ciddi bir sorun. Aslında Irak ve Suriye’de Kerkük-Musul paylaşımı, petrol/doğal gaz gelirlerinin dağılımı, su ve jeopolitik gerekçelerle kaçınılmaz görünen Kürt-Arap savaşında bölgede sadece Türkiye’den destek alabilecek Kürt halkının Türkiye’ye böyle bir savaş açması rasyonel değil. Bu durum göz önüne alındığında PKK/PYD stratejisinin çok da akılcı olmadığı, Kürt halkının varoluşsal ulusal çıkarlarına uymadığı dolayısıyla bu örgütlerin başka güçlerin taşeronu olabileceği yargısına varmak kaçınılmaz oluyor. ABD, PYD üzerinden Suriye’de söz sahibi. Almanya, Fransa ve genelinde Avrupa Birliği terör örgütüne göz yumarak, sırtını sıvazlayarak farklı konulardaki müzakerelerde Türkiye’ye karşı bir koz elde etmiş oluyor. Ancak terör örgütleriyle flört etmenin nasıl sonuçlar doğurduğunu dünya 11 Eylül saldırılarında, 11 Mart Madrid ve 7 Temmuz Londra saldırılarında görmüştü. 20 Ocak’ta yeni Amerikan yönetiminin gelişi PKK-PYD projesinin geleceği açısından önemli. Türkiye mücadelesini her şartta sürdürecek. Ama örgütün arkasındaki uluslararası desteğin kırılması gerekiyor.  

Türkiye DEAŞ’ın karşı tezi     

Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı üçüncü büyük tehdit ise Reina saldırısının gösterdiği gibi DEAŞ. Bu örgüt aslında iki yıldır Türkiye’yle savaş halinde. Sadece büyük kentlerde yaptığı saldırılarla değil sınırdan attığı füzelerle de Türkiye’yi rahatsız etti. Ancak PKK ve bağlılarının, FETÖ’cülerin yaptığı yayınlarla Türkiye Batı’da adeta “DEAŞ’a destek veren” ülke gibi gösterildi. Bu iddialar bugüne kadar kanıtlanabilmiş değil. Ama somut verilere bakıldığında Türkiye’nin örgüt tarafından defalarca hedef alındığı, Türkiye’nin ise polisiye ve askeri önlemlerle bu örgütle mücadele ettiği görülüyor. Türkiye’nin DEAŞ’ın hedefi olmasının bir nedeni bu. Fırat Kalkanı ile örgütün alan hakimiyetinin daraltılması, Dabık, El Bab gibi önemli merkezlerden çıkarılmaları saldırıların dozunu arttırıyor. Ayrıca örgütün yayınlarına bakıldığında Türkiye’nin laik demokrasisiyle, muhafazakar bir partinin sisteme entegrasyonuyla, uluslararası ilişkileri ve dış politikalarıyla DEAŞ’ın ortaya koyduğu İslam anlayışının anti-tezi olduğu görülüyor. Örgüt bu özellikleri nedeniyle Türkiye’yi hedef alıyor. Büyük bölümü Müslüman olan Türk halkını dinden çıkmış görüyor. Bunun için saldırılarla hem gözdağı vermeye hem de radikal ideolojisi için adam toplamaya çalışıyor. 

Türkiye’nin Irak ve Suriye’ye coğrafi yakınlığı, son beş yılda insani gerekçelerle sınır kapılarının açık olması pek çok DEAŞ teröristinin Türkiye’ye girmesine yol açmış görünüyor. Reina saldırısından sonra örgüte yönelik operasyonların artarak sürmesi sürpriz olmayacak. 

Darboğazdan nasıl çıkılacak?

Türkiye asimetrik bir terör dalgasıyla karşı karşıya. Yaklaşık bir yıldır kararlılıkla üzerine gidilen terör örgütleri son bir çabayla ülkeyi sarsmaya çalışıyor. Bütün bu saldırılara, saldırılara eşlik eden psikolojik savaş taktiklerine, hemen hemen her gün gelen şehit cenazelerine rağmen Türk milleti ne gibi bir tehditle karşı karşıya olduğunun farkında. 

Cumhurbaşkanı içinde bulunduğumuz durumu “yeni bir istiklal harbi” olarak nitelendiriyor. Adına ne dersek diyelim Türkiye’ye yönelik ciddi bir güvenlik tehdidi var. Bu eş zamanlı terör saldırılarına karşı sağlam durmak, fırtına geçinceye kadar sabretmek gerekiyor. Kimin nefesi yeterse onun kazanacağı bir ölüm oyunu adeta. Türkiye bu darboğazdan çıkmak için Fırat Kalkanı Harekatı’nı başarıya ulaştırmak, Suriye’nin kuzeyinde bir güvenli ve güvenlikli bölge oluşturmak zorunda. Şartlar elverirse bu hattı terörden tamamen temizlemek gerekiyor. Bunun için Trump yönetimini yanına çekebilmek, Rusya’yı dengede tutabilmek çok önemli. 

DEAŞ ile mücadelede ise bir yandan askeri, polisiye önlemler devam ederken diğer yandan örgütün sapkın ideolojisiyle sıfır tolerans prensibiyle mücadele edilmesi şart. Burada din adamlarına büyük görev düşüyor. Ailelerin genç çocuklarını yakından izlemeleri, terör örgütünün eline düşmesine izin vermemeleri  gerekiyor. Sosyal medyada, basında bu örgüte en ufak bir hoşgörü, sempati izlenimi veren hesapların takibi, yayıncıların cezalandırılması da bir önlem olabilir. 

Her ne kadar dört bir yandan saldırıya uğrasa da terörle mücadelesinde yalnız bırakılsa da, son bir yılda onca badire atlatan Türkiye bu türbülanstan çıkabilecek güçtedir.  

[email protected]