Türkiye-Almanya: Normalleşme mi, geçici bir yakınlaşma mı?

Dr. Yaşar Aydın / Evangelisch Hochschule Hamburg Üniversitesi
30.12.2017

Almanya ile ilişkilerin geliştirilmesi, ABD ile yaşanan gerginlikler de dikkate alındığında, Türkiye açısından önem taşımaktadır. Olaylara soğukkanlıkla yaklaşmalı, ilişkilerin önündeki engellerin aşılması yönünde çabalar sarf edilmelidir. Öncelikle ekonomiye odaklanmak gerek, çünkü hem ideolojiden en uzak alan hem de Alman girişimcileri için Türkiye olumlu birkaç gruptan biri.


Türkiye-Almanya: Normalleşme mi, geçici bir yakınlaşma mı?

Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerde yeniden bir hareketlilik görülüyor. Önce geçtiğimiz aylarda Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Al-manya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel ile gayrı resmi bir buluşma gerçekleştirmiş, ardından ise –Almanya’daki yaygın kanıya göre eski Şansölye Ger-hard Schröder’in çabası sonucu– Heybeliada’daki konferans sonrası tutuklanan Alman insan hakları aktivisti Peter Steudtner serbest bırakılmıştı. Geçen hafta ise Meşale Tolu ve Sharo Garip serbest bırakıldı. Bunlar sözü edilen hareketliliğin basına yansıyan örneklerinden bazıları.

Bütün bunlara bu hafta başında da Almanya Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Maria Adebahr’ın açıklaması eklendi. 22 Aralık’daki basın top-lantısında Türkiye ile Almanya arasında olumlu gelişmelerin yaşandığına değinen Adelbahr, Türk hükümeti ile ilişkileri devam ettirmeye ve gerilimleri gidermeye hazır olduklarını da ekledi. Akabinde ise basında da bu tür yorum ve haberler yer aldı. Örneğin Mike Szymanski Süddeutsche Zeitung’daki yorumunda Gabriel’e göre artık “Erdoğan’a yakınlaşma” zamanının geldiğini ileri sürüyor, Türkiye ile zıtlaşmanın Deniz Yücel meselesinin çözümüne herhangi bir katkı sağlamyacağını ekliyordu. Ayrıca Alman medyasının “Gülen Hareketi”ni daha eleştirel bir biçimde ele alması gerektiğinin de altını çiziyordu Szymanski.

Buna Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye ile Almanya arasındaki son görüşmelerin olumlu geçtiğine dair görüşü eklendi. Tagesschau.de’nin haberine göre (28.12.2017) Erdoğan, AB ile iyi ilişkiler içinde olmak istediklerini söyledikten sonra “düşmanlarımızı azaltmak, dostlarımızı çoğaltmak zorunda-yız” ifadesini kullanmış. Örnekler çoğaltılabilir.

Bu gelişmeler ve üst düzey açıklamalar Türkiye ile Almanya arasındaki ikili ilişkilerin geleceği hakkında iyimser yorumlara neden oldu. Ancak bü-tün bunlar kalıcı bir normalleşmenin sinyalleri olarak değerlendirebilir mi? İlişkilerdeki bu yumuşama trendinin 2018’de devam etmesi ne kadar olası?

Bu sorulara ikna edici cevap bulmanın yolu Türkiye ile Almanya arasında son iki yılda yaşanan gerginliklerin ve nedenlerinin aydınlatılmasından geçmektedir.

İlişkiler neden gerildi?

2015 yılı sonlarına doğru Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler aynı yılın yaz aylarında ortaya çıkan mülteci krizi sonucu canlanmış, hatta stratejik bir ortaklıktan dahi söz edilir olmuştu. Avrupa Birliği’ne (AB) ve dolayısıyla Almanya’ya yönelen mülteci sayısını azaltmak isteyen Alman hükümeti çareyi Türkiye ile AB arasında bir mülteci geri alım sözleşmesinde görmüş, anlaşmanın Mart 2016’da imzalanmasına ön-ayak olmuştu. Bunun sonucunda ise Alman hükümeti ve Şansölye Merkel, Alman kamuoyunda ve medyada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önünde diz çökmekle suçlanmıştı.

2016 baharında ise Alman komedyen Böhmermann’ın Erdoğan ile ilgili hakaretamiz ve ırkçı yaklaşımlar içeren bir karikatür-şiiri yayınlaması sadece iki ülke arasında değil, Almanya’da koalisyon ortakları arasında da tartışmalara yol açmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisini hedef alan şiire tavır alması ve olayı yargıya taşıması Alman kamuoyunda fikir ve sanat özgürlüğüne karşı bir tavır olarak değerlendirilmişti. Ancak iki ülke arasındaki gergin-lik 2016 Haziran’ında Ermeni Tasarısı’nın Alman meclisinde kabul edilmesiyle birlikte daha da tırmandı. Hükümetin mesafeli tavrına rağmen tasarının mecliste onaylanması Türkiye’de tepkilerin ve Alman karşıtlığının yükselmesine yol açmış, Türk kökenli Alman milletvekillerine Türk karar vericiler tarafından yöneltilen sert eleştirilere Almanya’daki Türklerin bazı sert tepkileri de eklenince Almanya’da Türk hükümeti hatta Türkler hakkındaki olumsuz hava iyice artmıştı.

Bu olayların sıcaklığı devam ederken gerçekleşen 15 Temmuz darbe girişimi ikili ilişkilerdeki gerginliklerin daha da ileri bir aşamaya taşınmasına yol açtı. Darbe girişimi sonrasıdaki olaylar Alman kamuoyu ve medyasında yoğun eleştirilere neden olmakla kalmamış, darbenin Cumhurbaşkanı Erdo-ğan tarafından tezgahlanmış olabileceği iması ve hatta yorumlarına da yol açmıştı. Buna ise Erdoğan’ın darbe girişiminden birkaç gün sonraverdiği bir mülakatta darbeyle ilgili “Bu Allah’ın bir lütfudur” şeklindeki açıklaması gerekçe gösteriliyordu.

Olağanüstü Hal’e gidilmesi, kitlesel turuklamalar ve görevden almalar ise Türkiye’nin bir diktatörlüğe doğru ilerlediği şeklinde yorumlanıyordu. Aynı yorumlar anayasa değişikliği için de yapılmış, bundan dolayı bazı Alman milletvekilleri ve sivil toplum aktörleri anayasa değişikliğine karşı tavır almıştı. Almanya’da referendum kampanyası bağlamında açıkhava ve kapalı salon toplantıları yapılmasına, Türk bakanların konuşma yapmalarına izin verilmemesinin temel gerekçesi de başkanlığın Türkiye’yi otokratik bir sisteme dönüştüreceği varsayımı idi. Sonrasında iki ülke arasındaki siyasetçilerin kamuoyu önünde atışmaları, Türkiye’de Deniz Yücel, Peter Steudtner ve Meşale Tolu gibi isimlerin tutuklanması, İncirlik hava üssünde yaşanan anlaş-mazlık ve Almanya’nın askerlerini çekmesi, ikili ilişkileri içinden çıkılmaz bir hale getirmişti.

Böylesi bir ortamda, 2017 Temmuz başlarında Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel Türkiye ile ilişkileri gözden geçirmeyi, Türkiye’ye AB kap-samında yapılan yardımları ve Türkiye’yle ticaret yapan firmalara sağlanan Hermes kredi kefilliğini durdurmayı düşündüklerini duyurmuştu. Türk-Alman ilişkilerinin, Türkiye’nin otoriter bir rejime doğru evrildiği, demokrasiden, hukuk devleti ilkesinden ve dolayısıyla Batılı değerlerden uzaklaştığı kaygı-sından dolayı gerildiği görülüyor. Ancak bunlardan başka, gerilimin arkasında çıkarların farlılaşması da yatmaktadır.

Çıkarların farklılaşması

Öncelikle Balkanlar’daki Türkiye-Almanya rekabetini göz önünde buludurmamız gerekiyor. Örneğin Almanya Balkanlar’da AB’nin etkisinin artma-sı için çabalarken, Türkiye’nin Balkanlı Müslüman ve Türkler üzerindeki etkisini rekabet olarak algılamaktadır. Türkiye’nin TİKA üzerinden faaliyetler yürütmesinden Almanya’nın mutlu olmadığını görmek için derin analizlere girişmek gerekmiyor.

İkinci bir çıkar çatışması ise Rusya nezdinde yaşanıyor. Almanya, Rusya’yı Avrupa barışını tehdit eden temel güç olarak görürken, Türkiye’nin Rus-ya’ya yakınlaşmasını, Rusya ve İran ile Suriye’de çözüm arayışlarına girişmesini kaygıyla izlemektedir. Türk hükümetinin Rusya’dan füze savunma siste-mi almak istemesi, Almanya’da Türkiye’nin güvenilir bir askeri müttefik olup olmadığı tartışmalarına yol açmaktadır.

Almanya ile anlaşmazlıkların bir nedeni de Kürt sorununda çözüm sürecinden uzaklaşılmasıdır. Alman kamuoyunda PKK ile müzakerelerin sonuç vermemesi hükümetin 2015 Haziran seçimlerini kaybetmesiyle açıklanmakta, çözümsüzlükten hükümet ve Cumhurbaşkanı Erdoğan sorumlu tutulmakta-dır. Burada Kürt hareketine yakın isimlerin devreye girmesi ve onların bu yönde bir söylem geliştirmeleri de Alman kamuoyunda etkili oluyor ve bu da halkın büyük bir kesiminin Türkiye ile ilişkilerin derinleştirilmesine karşı çıkmasını beraberinde getiriyor. Kürt meselesinde Almanya’nın temel kaygısı, olası bir çatışma ve iç savaş durumunda Türkiye’den Almanya’ya bir mülteci dalgasının gerçekleşmesi. Türkiye’nin temel kaygısı ise ulusal birliğin ve devletin üniter yapısının korunması. Almanya’nın ise bu kaygıları, özellikle de üniter yapı ile olanını, yeterince anladığını söylemek zor.

Tabii birde Almanya’da yaşayan Türklerin Türkiye ile siyasi bağlarının olmasına kuşkuyla bakılmaktadır. Almanya’da artık Türkiye’nin ve dolayısıy-la Diyanet’in temsil ettiği İslam’ın makbul olduğu, selefi akımlar karşısında tercih edilmesi gerektiği düşünülmüyor. Sünni İslam ve onun kurumlarına karşı ciddi bir kuşku birikmiş durumda ve bu da Türkiye ile yakınlaşmanın önünde bir engel teşkil ediyor.

Normalleşme işareti mi?

Kuşkusuz Türkiye, Almanya için son derece önemli bir ülke. Ortadoğu’daki kriz bölgelerine komşu olması sebebiyle Almanya için istihbarat payla-şımı açısından da vazgeçilmez bir ülke. Tabii buna bir de mülteci anlaşmasını eklemek gerekiyor; Türkiye’nin bu antlaşmayı askıya alması AB’yi tekrar ciddi bir mülteci göçünün hedefi haline getirebilir.

Ancak Almanya’daki genel atmosferi ve Türkiye ile Almanya arasındaki çıkar farklılaşmasını gözönünde bulundurduğumuzda ve kamuoyudaki yo-rumlara baktığımızda, ikili ilişkilerde gerilimlere gerekçe teşkil eden nedenlerin ortadan kalkmadığını görüyoruz. Bunlar giderilmedikçe ve Türkiye’de ciddi bir siyaset değişikliği gerçekleşmedikçe, Almanya ile ilişkilerde normalleşme ve ilerleme kaydedileceğini beklemek gerçekçi olmaz.

Unutulmamalı ki Alman hükümeti kamuoyunun hassasiyetlerini ciddiye almak zorunda. Alman medyasında ve kamuoyundaki yaygın kanı ise hala Türkiye’nin otoriterleştiği, basın özgürlüğünün, kişi hak ve hürriyetlerinin kısıtlandığı, hukuğun üstünlüğünün zayıfladığı ve kuvvetler ayrımın ortadan kaldırldığı yönünde. Hatta Alman halkının önemli bir kısmı Türkiye ile işbirliğinin geliştirilmesine dahi karşı.

Ayrıca Almanya, Türkiye’nin de kendisine ihtiyacı olduğunu çok iyi biliyor. Türkiye ihracata dayalı bir ekonomik modele sahip. Gelişebilmesi ve cari açığını kapatabilmesi için AB pazarına ihtiyacı var -özellikle komşu ülkelerdeki kriz ve çatışmalar sonucu bu ülkere olan ihracatın gerilemesinden sonra-. Halihazırda Türk ihracatının büyük bir bölümü AB’ye yönelmektedir. İkinci olarak Türkiye ihraç ettiği ürünler için AB pazarından ara malları almakta, teknoloji transfer etmektedir. Örneğin savunma sanayiini geliştirmesi için AB teknolojisine ve bu ülkelerdeki silah sanayisi ile işbirliğine gitmesi gerekmektedir. Bunu için de Almanya gibi ülkelerle iyi ilişkiler içinde olmalıdır. Dolayısıyla ekonomik kalkınma için AB ve Gümrük Birliği Türkiye açısından hayati öneme sahip.

Dolayısıyla Almanya’dan kısa vadede Türkiye lehine bir yaklaşım içine girmesini beklememek lazım. En azından küresel ve bölgesel düzlemde çok dramatik gelişmeler yaşanmadığı sürece. Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel’in son açıklaması da bu yönde (tagesschau.de, 26.12.2017). İngiltere ile yapılacak olan bir “Brexit” anlaşmasının Türkiye-AB ilişkileri için bir model oluşturabileceğini ifade eden Gabriel, sözlerine yakın bir dönemde Türki-ye’yi AB içinde düşünemediğini de eklemiş. Hatta Türkiye’nin Gümrük Birliği ile ilişkilerini daha ileri bir aşamaya çıkarmanın Türkiye’deki mevcut siyasi durumun değişmediği sürece mümkün olmayacağının da altını çizmiş. Burada iki nokta önemli: Bir, Almanya Gümrük Birliği anlaşmasının müza-kere edilmesine destek vermeye niyetli değil; en azından yeteri kadar taviz koparmadan. İki, Gabriel’in savunduğu bir nevi ayrıcalıklı ortaklık; yani artık sosyal demokratlar dahi Türkiye’nin AB üyeliğine sıcak bakmıyor.

Ne yapmalı?

Almanya ile ilişkilerin geliştirilmesi, ABD ile yaşanan gerginlikler de dikkate alındığında, Türkiye açısından ciddi önem taşımaktadır. Olaylara so-ğunkkanlıkla yaklaşmalı, ilişkilerin önündeki engellerin aşılması yönünde çabalar sarf edilmelidir. Öncelikle ekonomiye odaklanmak gerek, çünkü hem ideolojiden en uzak alan hem de Alman girişimcileri için Türkiye olumlu birkaç gruptan biri. Ayrıca hem Alman hükümetinin kamuoyuna karşı elini güçlendirmek ve Türkiye karşıtı grup ve aktörlerin gerekçelerini zayıflatmak hem de Türkiye’nin uluslararası alandaki ideolojik çekiciliğini yeniden tesis etmek için OHAL’ın sonlandırılması düşünülmeli, yeniden bir reform ve demokratikleşme süreci başlatılmalıdır. Türkiye hakkındaki olumsuz havanın dağılması ve Almanya ile ilişklilerde ciddi bir aşama kaydedilmesi için bunlar önemli adımlar olarak görülebilir.

[email protected]