Türkiye’de eğitim düşüncesinin sönüklüğü

Asım Öz / Yazar
8.09.2018

Günümüzde eğitim tartışmalarının güzergâhındaki değişimi anlamak için, eğitimin çeşitli boyutlarına dair sistemsel bir düşüncenin var olup olmadığına bakmak gerekir. Türkiye’de eğitimle dahası okulla ilgili çelişkili ve karman çorman sözlere çokça şahit olunduğu dikkate alınırsa sistemli bir düşünceden söz edilemeyeceği kendiliğinden anlaşılır.


Türkiye’de eğitim düşüncesinin sönüklüğü

Türkiye’de eğitim politikalarının hikâyesini anlatmanın birden çok yolu var. Evvel emirde tuhaf ama ürkütücü biçimde tanıdık gelen tatsız, asap bozucu, kişiyi güçsüzleştiren kanaatler karşımıza çıkar. Vaktiyle eğitim meselesi ve toplumun bir “eğitim toplumu” şeklinde tasavvur edilmesi hâkim olan şartlara dair analizin önemli unsurları arasında yer alırdı. Felsefeciler, muharrirler, düşünürler eğitim üzerine kafa yorar, endişelenir toplumun kurtuluşunu ve rönesansını eğitimde görür kitap, risale olabilecek onlarca yazı yazardı.

Eğitimin, toplumsal dönüşümü radikal uygulamalarla gerçekleştirilebilecek potansiyel bir kurum olarak tasarlanmasının ardından gelen “anarşik aura” kaynaklı berbat büyük boşluk yahut müphemlik ise herkesin malumu. Sureta başka iklimlerde dolaşanlar bile “millî eğitimin zorunlu anarşizminden” duydukları memnuniyeti  “aforizma tılsımlı” paylaşımlarıyla izhar ediyor. Hiç şüphesiz geçmişte Avrupa-merkezci, indirgemeci ve dar görüşlü parçalara odaklanmanın vahim sonuçları oldu, elan da bu terk edilmiş değil.

Yıllar evvel sosyoekonomik çelişkilerin aşılması veya insani melekelerin geliştirilmesi için fazla umut kalmadığını teşhis edenlerin ekseriyeti eski yatkınlıklarından uzaklaşmaya çalıştı. Buna eleştirel kuramın bilumum düşünürlerinde rastlamak mümkün. Ne var ki uzunca bir zamandır eğitimle ilgili sorgulayıcı tutum geliştiren, eleştirel fikirleri şekillendiren düşünsel kaynaklara yakından bakıldığında belli geleneklerin etkili olmaya devam ettiğini bunun ise buhranı arttırdığını söyleyebiliriz.

Şu halde hâkim eğitim şartlarının tahakküm ve efendilik arzusuna dair yapılan analizlerin çoğu, zihin dağınıklığından ötürü toplumu bir arada tutan tümeli/nomosu ihmal etmek pahasına ya minör uygulamalara ya da teknolojik determinizme teslim olmuş vaziyettedir. Aslında bu sonuç, rahmetli Ahmet Cevizci hocanın da vurguladığı gibi Türkiye’de varlık, bilgi ve değer üzerine birtakım kurucu düşünceler ileri süren eğitim felsefesinin çokça ihmal edilmiş bir alan olmasıyla yakından ilişkilidir.

Eleştirel pedagoji

Kurumlar ve aktiviteler bağlamında savunulan görüşler, eğitimi daha eleştirel ve özgürleştirici kılma girişimi çerçevesindeki temayüllerin şekillendirdiği endişeleri farklı kelimelerle tekrar etmektedir. Burada hepsini tek tek sıralamak imkânsız ama Louis Althusser’in 1970’lerde yayınlanır yayınlanmaz tüm dünyada büyük yankılar uyandıran ve etkileri hâlâ devam eden ünlü makalesi Devletin İdeolojik Aygıtları ile Ivan Illich’in Okulsuz Toplum (1970) kitabı iki temel entelektüel figürün metaforları olması hasebiyle önemlidir. Esas itibariyle eleştirel çalışmalar, yürürlükteki eğitimin yegâne olmasa da büyük ölçüdeki işlevinin, devletin veya kapitalizmin dayattığı hâkimiyet ilişkilerini koruyup, devam ettirmeye dönük bir yapıda geliştiği, eğitim sistemlerinin, felsefelerinin ve anlayışlarının insanları bir bütün olarak dönüştürmek yerine düzenin uysal uyrukları haline getirdiğini ifade ederler. Sonraki yıllarda Türkçeye çevrilen Özgür Eğitim (Joel Spring), Zorunlu Eğitime Hayır (Catherine Baker), Ezilenlerin Pedagojisi, Yüreğin Pedagojisi (Paulo Freire), Cahil Hoca (Jacques Ranciére) şu ya da bu ölçüde bahsettiğimiz çerçevedeki metinlerden birkaçıdır.

Yakın tarihli Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı (John Taylor Gatto),  Eğitici Tolstoy (Daniel Moulin), Wikipedia U: Dijital Çağda Bilgi, Otorite ve Liberal Eğitim (Thomas Leitch)  ile yıllar önce yayımlanan Eleştirel Pedagoji Söyleşileri (David Harvey, Paulo Freire, Peter McLaren, Michael W. Apple, Henry A. Giroux),  Gramsci ve Eğitim (Carmel Borg, Joseph Buttigieg, Peter Mayo)  gibi kitaplar ise bunların sağına ve soluna yerleştirilebilir. Aslında öne çıkan ilgili literatür başlı başına eğitim camiası ve toplumun geneli için geniş bir kültürel dönüşümü ifade ediyor. Ancak buna tümüyle olumlu bakmak mümkün değil.  İşte bu noktada büyük ölçüde Paluo Freire ve diğerlerinin çalışmalarından esinlenen köklerini Kuzey Amerika’da bulan eleştirel pedagoji çerçevesinde yayın yapan dergilerin Türkiye’deki söylemine yakından bakılmalı. Batı’da formüle edilen eleştirel (radikal) pedagojinin ülkemizin eğitim sistemini anlama ve dönüştürmede nasıl kullanıldığının bariz göstergelerinden biri, Eleştirel Pedagoji dergisinin ilk sayısında “giderek güçlenen gericilikten” söz edilmesidir. Derginin son sayılarında da bir şekilde bu tutumun görülmesi Türkiye’de hâlâ belli alışkanlıkların varlığını sürdürmeye devam ettiğini ortaya koymaktadır.

Günümüz dünyasının,  denetlenebilir güvensizliğin hâkimiyetinden çıkışıyla baş gösteren kırılgan hatları, eğitimin, dolayısıyla okulun anlamını yeniden düşünmek gerektiğinin artık daha sık ifade edilmesini sağladı. Worldwatch Enstitüsü’nün meşhur yayını Dünyanın Durumu serisinin son kitaplarından birinin değişik alanlardan eğitim uzmanlarının düşünce ve uygulamalarına ayrılması sebepsiz değil. Eğitimi çeşitli nüans ve vurgular üzerinden okuyan çalışmalar, eğitim hayatına özgü kapsamlı politikaların, dönüşümlerin ve arayışların temel özelliklerine işaret eder ve esasen bunları yansıtırlar. Şurası son derece açık; adı anılan kitaplar eğitim alanının dışında sosyoloji, siyasal teori, kalkınma, teoloji, felsefe, kültürel incelemeler, antropoloji, dil çalışmaları ve iletişimi de kapsamaları bakımından önemli.

Çarlık Rusya Eğitim Bakanlığı’ndaki hükümet yetkililerinin Tolstoy’un eğitim uygulamaları ve yayınlarına karşı olduğu biliniyor. “Garip ama Türkiye” deyişini haklı kılan husus şu: Zorunlu eğitimin yol açtığı hoşnutsuzlukları yansıtan çalışmaların bizzat eğitim sistemini yönetenlerce tavsiye edilmesi. Bu durum eğitime dair toplumsal ve siyasi endişelerin ulaştığı aşamayı göstermesi bakımından ayrıca ele alınmayı hak ediyor. Her ne kadar, ilgili kitaplar eğitim düşünürü Paulo Freire’nin deyişiyle öğretmenlerin eğitim pratiğine dair eleştirel bilincini geliştirmeye matuf olsa da bağlamlarından kopuk bir şekilde bazen adeta “kutsal kitap” mertebesine çıkarılarak okunup tartışıldığı için bir netice elde edilmesi mümkün değil. Maalesef ilgili literatür öğretmenlerin kendilerini daha anlamlı bir şekilde dönüştürmelerini sağlayamıyor. Son kertede herkesin eğitim ve okulla ilgili haleti ruhiyesi, “büyük biraderin olağanüstü gücüne” mukavemet eden Pink Floyd’un The Wall albümüne hayranlık hatta teslimiyet havasında. Zaten böylesi yaklaşımlar, eğitim düşüncesine sempatik ama müphem bir miras bırakmıştır. Bu yüzyılda cevabını bulmamız gereken büyük soru şu olmalı belki de: Böylesi bir eğitim kavrayışı nasıl bir toplum doğurur acaba?  Eğitimi yeniden düşünürken, zorunlu eğitimin imajında meydana gelen dönüşümler aynı zamanda, Türk modernleşmesi boyunca hâkim olan düşünceyle buna alternatif olmak şeklindeki tekliflerin ortadan kaybolmasa da önemli ölçüde geri çekildiğine işaret etmektedir.

Ne miras alınacak?

Alternatiflerin yahut eleştirel tekliflerin farkına varmak stratejisiyle tavsiye edilen yerli içerikteki kitapların ise önemli bir kısmı 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyılın ilk yarısındaki eğitim tartışmalarını ve hatıralarını yansıtmaktan öteye geçmez. Mesela Gaspıralı İsmail’in belirli bir dünya görüşü ve onunla bağlantılı fikri stratejiler çerçevesindeki müdahaleleri içeren Eğitim Yazıları adlı eseri böylesi bir kitaptır. Elbette buna benzer yayınlar, okuryazarlara içinde yaşadığımız karmaşıklıkla baş etme yetisi kazandırabilir. Ne var ki,  bireylerin devletin denetleyici pratikleri veya idari buyruklarının ötesinde piyasanın baştan çıkartıcı güçlerine tabi olduğu zamanlarda her iki kanadın da teklifler sunabilmesi oldukça zor ama imkânsız değil.

Türkiye’de eğitim felsefesinin ıskartaya çıkarılması büyük ölçüde türü farklı da olsa tüm okulların mesleki tekniğe indirgenmesiyle alakalı. Materyalizmi geliştiren dijital teçhizatın sunduklarına perestiş etmenin ötesinde eğitimin geleceğine dair yapılan analizler son derece sınırlı. Matbuat ve neşriyat temelli okuryazarlık becerileri üstünde çok durulmuyor sözgelimi. Eğitim düşüncesi alanında dönüm noktası kabul edilen kitaplar yanında, dünyanın gelecekte nasıl şekilleneceği meselesine kafa yoran isimlerin de çeşitli vesilelerle eğitimin ve okulun dönüşümüne ilişkin kanaatlerini açıkladıkları biliniyor. Yuval Noah Harari mesela son kitabında eğitimin gelecekte yaşayacağı çalkantılı zamanlara işaret ediyor. Bu çerçevedeki analizler, eğitimin öğrenciyi kültürün dünyasına dâhil ederek onu bütünlüklü bir varlık olarak kültür yoluyla şekillendirme anlayışının terk edildiğini de gösteriyor. Gelecek nesillerin miras alacağı geleceğin belirsizliği sürdükçe mesele daha da trajik bir hal alacak. Hâlbuki toplumlar eğitim sayesinde sahip oldukları kültürleri, birikimleri sonraki kuşaklara aktarmayı umarlar.

Sistem yoksunluğu

Günümüzün karmaşık şartlarını anlamak ve onlara tepki gösterebilmek için modern eğitim kurumlarıyla bağlantılı süreçler hakkında farklı bir şekilde düşünmenin değeri inkâr edilemez. Mevcut okulların meydana getirdiği hoşnutsuzluklar ve açmazlar söz konusu olduğunda ana akım yorumcular Salman Khan’ın Dünya Okulu: Eğitimi Yeniden Düşünmek’teki yaklaşımının zaferini selamlamanın ötesine pek geçemiyor. Freire’nin cari eğitim anlayışını eleştirmek amacıyla kullandığı terimle ifade edecek olursak “bankacı” yaklaşımı çağrıştıracak şekilde tekrar edilen bir diskur var. Acaba zorunlu yahut kitlesel eğitim hakkındaki bankacı model,  öğrenme ve bilmenin “yerli” yollarıyla ne ölçüde bağdaşıktır? Ayrıca kamusal eğitimin işlevine dair, “aptallaştırma”, “mutsuzlaştırma”, “ayrımcılık”, “tabi kılmak”, “seri üretim” eksenindeki negatif değerlendirmelerin yaygınlık kazanması ise “eğitsel çöküş” bağlamında anahtar bir düşünce olarak dikkate alınmak durumundadır.

Türkiye’de, son zamanlarda eğitimle ilgili olarak tercüme edilen metinlerin genel nazari bağlamı hakkında pek bilgi sahibi olunduğu söylenemez. Bunun sebebi, söz konusu kitapların temel düşünce kaynaklarına, ilgili ülkelerin eğitim sistemlerinin yasal çerçevesine ve kültürel farklarına nüfuz edilmemesidir. Yasa koyan ve toplum mühendisliği yapan modern eğitim kurumlarını sorgulayan eserlerin temel düşünce kaynağı Marksizm’den anarşizme uzanıyor hatta bunların etkisi daha belirgin. Diğer yandan Marksist paradigmadan uzaklaşan isimlerin tespitlerini barındıran metinleri bir bütün olarak ele alan ve bunların tekliflerinin muhtemel sonuçlarını tartışan eleştirel analiz çerçeveleri ise gene ağırlıklı olarak Aydınlanma geleneğiyle bağlantılı.

Hiç şüphesiz önemli bir eğitim düşünürünün çalışmalarını ve tekliflerini şekillendiren fikri kaynakları tespit etmek, onun kitaplarının teorik bağlamının açıklanması konusunda ancak kısmen yeterli olabilir. Kişisel ve toplumsal serüvenler kadar düşünürün hayata dair perspektifini ve çabalarını yönlendiren temel endişelerini belirleyen inişler ve çıkışlar; modern eğitim süreçlerine dair kritik bakışı sağlayan şahsi motivasyonlar son derece önemlidir. Mesela Nurettin Topçu’nun eğitimle ilgili düşünceleri bağlamında,  Fransa’dan Türkiye’ye döndükten sonra üniversite dışında kalışı, liselerde çalışmak mecburiyetinde bırakılması, “sürgün” deneyimi, ders kitapları yazmaya yönelmesi, felsefe kitapları tenkidi yapması, din eğitimini çeşitli veçheleriyle masaya yatırması, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversiteye dönük teklifler sunmasını anlamlandırmak açısından mutlaka dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla, onun eğitim düşüncesi bakımından farklı bir söylem geliştirmesini aynı zamanda tecrübelerine borçlu olduğunu ileri sürebiliriz. Felsefi bakışı güçlü bir eğitimci olarak yaşadıkları ve geliştirdiği perspektifler Topçu’nun eğitim meselesini derin ve iç-görülü bir şekilde çözümleyebilmesini sağlamıştır. Temel aldığı bilme ve öğrenme yollarıysa yukarıda andığımız metinlerden oldukça farklı bileşenler içerir. Mesela, yerlilik vurgusunun hayli arttığı bir dönemde zorunlu eğitime yönelik farklı kavrayışlar geliştiren önemli bir Amerikalı pedagogun fikirlerini öne çıkaran Eğitim-Bir Kitle İmha Silahı kitabının meydana getirdiği hareketlilikle, bir tür eğitim rönesansı teklif eden Türkiye’nin Maarif Dâvası’nı bağdaştırmanın zorlukları üzerinde düşünülebilir.  Oysa ikinci kitap, “yerli” pedagojiye ilham olabilecek önemli bir kaynak olarak kabul edilmek için gereken tüm özelliklere haizdir. Herhalde buradan çıkartabileceğimiz ilk sonuç, bedenleşmemiş kültür olacaktır. Bu aynı zamanda akışkan bilinçlerin düşündükleriyle yaptıkları arasındaki makasın günden güne açıldığını gösterir. Neticede eğitim tartışmalarının hâlihazırdaki açmazı  ‘küresel olanla yerli olanın dengeli yapılandırılmasının’  hâlâ başarılamamış olmasıdır.

Günümüzde eğitim tartışmalarının güzergâhındaki değişimi anlamak için,  eğitimin çeşitli boyutlarına dair sistemsel bir düşüncenin var olup olmadığına bakmak gerekir.  Zira eğitimi sistemli bir şekilde ele alanlar, bu alanı sadece bireysel performanslar sahnesi olarak görmezler.  Türkiye’de eğitimle dahası okulla ilgili çelişkili ve karman çorman sözlere çokça şahit olunduğu dikkate alınırsa sistemli bir düşünceden söz edilemeyeceği kendiliğinden anlaşılır. Postmodern çocuğun şehirleşmiş, tabiattan kopmuş ve hijyenik hale gelmiş hayatlarıyla nasıl baş edileceğinin bilinmeyişi de büyük ölçüde sistem yoksunluğundan kaynaklanıyor.

 Zaten zor olan durumu daha da karmaşık ve tehlikeli hale getiren ilgisizliğin vahim sonuçlarından biri, eğitim alanında sayısal verilere dayanarak birtakım analizler yapanlar hariç eğitim teorisi inşa etmeye yönelik analitik çaba sergileyen isimlerin bulunmayışıdır. Oysa eğitimin daha fazla insana ulaşması bir yana aynı zamanda dönüşmesinin mümkün olup olmadığını anlamanın yolu kritik öneme sahip düşüncelerin varlığıyla doğrudan bağlantılıdır. Kamusal meselelere düşünceleriyle iştirak edebilecek bilgi ve anlayışa sahip isimlerin, eğitim sorunları etrafındaki tartışmaları sadece rakamlara havale etmeye bir son vermeleri gerekir. Bu çerçevede eğitim kelimesinin educare yani “meydana çıkarmak, çekmek” manasına geldiğini fark etmek iyi bir başlangıç olabilir.

[email protected]