Türkiye’nin krizlerine değil kaderine ortak olmak

Dr. Mücahit Küçükyılmaz / Yazar
27.05.2017

İktidar olmak ve orada kalmak sorun çözme yeteneği gerektirir. Bu da yetmez; böyle bir yeteneğinizin bulunduğuna seçmeni ikna etmeniz de gerekir. AK Parti, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı genel başkan yaparak kendi liderlik meselesini; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini getirerek de ülkesinin sistem sorununu halletti.


Türkiye’nin krizlerine değil kaderine ortak olmak

Geçen yıl şubat ayında Türkiye’nin önünde durduğu yol ayrımını yine bu sayfalarda şu ifadelerle aktarmıştım: “Bugün yeni anayasa ve başkanlık sistemini gündemine alan Türkiye, “Ya yeni hal ya izmihlal, eski hal muhal” noktasına gelip dayanmıştır. Öyle ki, 1990’larda cılız sesle dile getirilen başkanlık sistemi artık parlamenter sistemin bir antitezi olmaktan çıkmış, bizatihi kendisi bir teze dönüşmüştür. Parlamenter sistem eski hali nitelerken, başkanlık sistemi ise kriz-istikrar dilemmasında ikincisini temsil eden bir mahiyet kazanmıştır. Kriz ise, ona antitez olarak öne sürülen veya sırf muhalefet olsun diye başkanlığa karşı çıkılan her türlü durumu imler hale gelmiştir.”

İşte, şimdi Türkiye “yeni hal”e geçiyor. 16 Nisan’da gerçekleştirilen halk oylamasının üzerinden neredeyse 1,5 ay geçti, sonuçlar açıklandı, kesinleşti. Bundan sonrası için, halkın verdiği kararı hazmetmek, benimsemek, içselleştirmek ve ona göre gereğini yapmak kalıyor. Ancak her aktörün, ortaya çıkan yeni duruma intibak yeteneği farklıdır. Hatta öncelikle intibak niyetinin var olması gerekir. Yeni duruma intibak edebilen kişi, grup, kurum ve partiler, aslında geleceğe hazırlık noktasında erken kalkmış ve yol almış da oluyor. Fakat marazi biçimde, geçmişi yeniden hükümferma kılmaya çalışanlar, kendi kurdukları kapalı dünyada avunmaya ve anlamsız bir kavga vermeye devam ediyor.

Muhafaza-i kâr yazar

Tıpkı, 2007 referandumunda cumhurbaşkanını doğrudan halkın seçmesine karar verildikten sonra, mevzuya 2014 başında uyanan CHP’nin “Cumhurbaşkanını yeniden Meclis seçsin” demeye başlaması ve bu önerinin fazla ciddiye alınmaması gibi, 16 Nisan sonrasında da bazı çevrelerde yeni duruma intibak sorunları görülüyor. Millet iradesine karşı hazımsızlığın ideolojisi, sınıfı, etnik kökeni olmuyor; her meşrep, grup, etnik yapıda bu gizli vesayet hayranlığı ve seçmeni aşağılama hastalığı nüksedebiliyor. Mesela bunlardan muhafazakâr kesimin bir zamanlar önde gelen gazetecisi olan, ancak o günlerde de yeminli Erdoğan düşmanı olduğu bilinen, “Eski Türkiye’yi özlemesiyle” gündeme gelen biri şöyle yazabiliyor:

“Padişahların sadrazamları vardı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başbakanı da olmayacak… İçeride her istediğini yaptırabilecek… Dışarıda da Türkiye ‘tek ses’ ile temsil edilecek.”

Sanki padişah ve veziri halk tarafından seçiliyormuş gibi, doğrudan milletin seçtiği cumhurbaşkanı ile hanedan hiyerarşisi gereği iş başına gelen sultanı karşılaştırmayı, Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçilince aklına getiren “muhafaza-i kâr” yazar, böylece eskiden çatıştığı vesayetçilerle birlikte çalışarak aslında seçmenin iradesine karşı kürek çekmeye çalışıyor. Hadi, onu yeminli kiniyle baş başa bırakalım, zira hazımsızlığı sadece kendisine zarar verecek kadar önemsiz bir mahiyet arz ediyor. Peki, ülke yönetimine talip olan siyasette manzara nedir?

‘Yeni hal’e hazırlanmak

Öncelikle, AK Parti’de, partili cumhurbaşkanlığının önünün açılmasından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan 2 Mayıs’ta hızla partiye üye oldu ve ardından 21 Mayıs’ta yapılan kongre ile tekrar partisinin başına geçti. Böylece, AK Parti, 16 Nisan halkoylaması ile hem kendi içindeki liderlik meselesini çözüme bağlamış oldu, hem de Türkiye’nin sistem sorununu çözme yönünde hayati bir adım attı. İktidar partisinin, neredeyse, kurulduğu günden beri, hem kendisini sürekli yenileyen, hem de Türkiye’nin yıllardır birikmiş sorunları ile birlikte yeni ortaya çıkan sorunlarını da çözüme kavuşturmak için siyaset üreten bir yapısı var. Bu bakımdan, özellikle Gezi olayları ile başlayan yoğun iç ve dış saldırılar döneminden itibaren, Türkiye’ye saldırmak isteyenlerin öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hücum ettiği ya da Türkiye’yi bölmek isteyenlerin evvela AK Parti’yi bölerek işe başlamayı tasarladığı bir ortam oluştu. Bütün bu gelişmeler, neticede AK Parti ile Türkiye’nin kaderinin giderek ortaklaştığı bir durumu ortaya çıkardı. Seçim sonuçlarına yansıyan coğrafi aritmetiğin de gösterdiği gibi, Türkiye’nin her bölgesinden oy alabilen tek parti olması, ülke ile parti arasındaki kader ortaklığını pekiştiren bir hal arz ediyor.

İşte bu haliyle, AK Parti, sistem değişikliğinin tam anlamıyla hayata geçeceği 2019 yılı Kasım ayına en hazırlıklı parti olarak öne çıkıyor. Liderini üye ve genel başkan yapmış, kongresini tamamlayıp kendisini yenileme sürecini başlatmış, 2019 Cumhurbaşkanlığı adayı şimdiden belli olan iktidar partisi, muhalefete göre daha avantajlı görünüyor.

CHP: Krizlerin efendisi

Muhalefete gelince, halk oylaması sürecinde yeni sisteme destek veren MHP, sonrasında sessiz sedasız bir değişim gerçekleştirdi; hem de AK Parti kongresi ile aynı gün, 41 ilde kongre yaptı. Parti tarafından “Ayrık otlarının temizlenmesi” şeklinde tanımlanan bu değişim sancısız bir ortamda cereyan etti. MHP içindeki veya ülkücü kökenli muhaliflerin bile pek itiraz sesleri yükseltemediği bu süreç, bir bakıma Meral Akşener, Sinan Oğan, Ümit Özdağ gibi kişilerin MHP içinde bir mücadele vermekten ümidi kestiği; belki de CHP gibi başka partilerde kendilerine gelecek arayabilecekleri şeklinde yorumlanabilir. Sonuçta MHP de konumunu netleştirip 2019 hazırlıklarına başladı.

‘Hayır’ cephesinin öncülüğünü yapan ve seçim sonuçlarına şiddetli biçimde itiraz eden CHP ise, iç çalkantılardan ve yenilgi sonrası travmadan tam anlamıyla çıkamamış görünüyor. Selin Sayek Böke’nin istifası ve Deniz Baykal’ın açıklamaları partide suların durulmadığı, hatta yeni bir liderlik kavgası için henüz kartların bile karılmadığı anlamına gelebilir. Ancak bir gerçek var ki, CHP içinde 2019’a en hazır kişi Deniz Baykal’dır; zira CHP’liler YSK’ya hakaret edip halk oylaması sonuçlarını tartışırken, daha doğrusu sonuçların tartışılması için çaba gösterirken, Baykal, 2019 cumhurbaşkanlığı seçimleri için aday ihtimallerini dile getirerek aslında halk oylaması sonuçlarının meşruiyetini kabul etmiş oldu. Böylece, partisine de geçmişe takılıp kalmamayı, yeni hale intibak etmeyi ve önümüzdeki sürece hazırlanmayı salık verdi; sabık lider sıfatıyla bir tür uyarıcı işlev gördü. Parti bu ikaza ne kadar kulak verdi bilinmez, ama son yıllarda bilinen bir şey var: CHP, özellikle AK Parti iktidarı döneminde adı sürekli olarak krizlerle anılan bir parti oldu. Hatta CHP’nin çok partili hayatta kriz yaşamadığı tek dönem, kapalı olduğu 1980 ile 1992 arasıdır, diyebiliriz.

Üstelik AK Parti kendi sorunlarını Türkiye’nin sorunlarını çözmek için bir kaldıraç olarak kullanma becerisi gösterirken, CHP kendi krizlerini Türkiye’nin krizi haline getirmeye çabaladı. Oysa muhalefet yapmak, sorunların ölçeğini genişleterek onları birer memleket sorunu haline getirmekle değil, sorunları esaslıca tespit ve teşhis edip tedavi yollarını ortaya koymakla olur.

Hezimeti hazmetme sorunu

Gerçekte, Türkiye’de AK Parti seçim zaferlerinin başladığı 2002 yılından itibaren siyasal görüşlerin saflaşması ve bunun topluma ‘bölünme’ olarak yansıması şeklinde kodlanan sosyo-politik ortam tam olarak muhalefetin yenilgiyi kabul etmemesinden kaynaklanıyor. Mağlubun üzerine düşeni yapması için evvela mağlup olduğunun bilincine varması beklenir. Hezimeti hazmetmek mağlubun sadece bir sorunu değil, aynı zamanda sorumluluğudur. Yoksa hiçbir maç sona ermez, hiçbir atlet finişte koşuyu bitirmez, boks müsabakaları sonsuz rauntlarla uzar giderdi. En kötüsü, yarışma bitmeyince, yeniden hazırlanıp ikinci kez karşılaşma imkânı da ortadan kalkardı. Seçim yarışlarıyla sonuç alınan demokratik siyasette de, hazmedilmemiş hezimetler, bir türlü sona ermeyen nihayetsiz ve yorucu müsabakalara dönüşür; tecrübelerden ders çıkarmayı engellediği gibi, hak edilmemiş bir mağrurluğa, tabanda ayrışma ve çatışmaya yol açar. Türkiye’deki kutuplaşma/bölünme tartışmalarını bir de CHP’nin, hezimeti hazmetme sorunu bağlamında okumakta yarar var.

Sorumlu kim?

Netice itibariyle, bugün geldiğimiz noktada, iktidar olmak ve orada kalmak sorun çözme yeteneği gerektirir. Bu da yetmez; böyle bir yeteneğinizin bulunduğuna seçmeni ikna etmeniz de gerekir. AK Parti, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı genel başkan yaparak kendi liderlik meselesini; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini getirerek de ülkesinin sistem sorununu halletti.

Eğer CHP, halk oylamasının sonucunu hâlâ kabullenmekte zorlanırsa, yani seçmenin iradesine karşı kürek çekmeyi sürdürürse, Türkiye’nin kaderine değil, krizlerine ortak olmaya da devam eder. Bu nedenle, muhtemel bir kutuplaşmanın sorumlusu, yenilgiyi hazmetmeyen, bundan ders çıkarmayan ve böylece tabanını radikalize edip sandık yerine sokak ve şiddeti adres gösteren taraf olacaktır. Kendi krizinin faturasını bütün ülkeye kesmeye çalışan kaybeder.

Millet 2019 seçimlerinde, 16 Nisan 2017’nin sonucunu onlara tekrar hatırlatmak zorunda kalır. Tıpkı, 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 2007 referandumunu hatırlattığı gibi…

[email protected]