Ummansız kıyılar

Ercan Yıldırım / Yazar
25.02.2017

Uzun AK Parti iktidarında Türkiye, İslam aleminin öncüsü olarak kendini konumlandırmayı bildi. Millet ve İslamcılık düşüncesi bu bakımdan Anadolu’yu merkeze alıp Türkiye’nin tarihi fonksiyonu üzerine düşünmeye başladı. Fakat Kemalist milliyetçilik, ulus kavramı etrafında bu anlayışı yok saymaya dayanıyordu.


Ummansız kıyılar

İnsanı “sahilsiz bir umman” gören düşünce geleneğimiz var.

Her bir cüz’i, her bir tikel, Allah’ın bu dünyadaki ayetlerindendir, hepsinin bir manası vardır. Vahdet-i vücud, Türklerin Anadolu’yu İslamlaştırdığı, vatan kıldığı dönemde öncelikle millet bağını kuracak ontolojik ilkeyi milli benlik haline getirdi. Yaratılan her şey Allah’tandır, görüşü sen –ben kavgasını, boylar arası mücadeleyi asgariye indirerek, gazayı, küfre karşı fetih mücadelesini öne çekti.

Maturidi-Hanefi düşüncesi Emevilerin Arap olmayanları “mevali” görüp, İslam’ı seçenlerden hala cizye almalarına karşı, tekfiri dışladı, şirki amele değil itikada münhasır kıldı, dini bilgiye aklı, delili yerleştirdi... insan seçimlerinde özgürdü, insan sorumluluk sahibiydi, “her insan bir âlem”di. Anadolu’nun vatan yapılması, böyle sağlam bir millet varlığını da doğurdu, sonrası malum, bu alt yapı üzerinden Osmanlı bir İmparatorluk olarak varlığını gösterdi.

Batı’nın atağa çıktığı dönemde Türk ve İslam düşüncesi, modern düşünce karşısında ne yeni bir felsefe ne yeni bir âlem-insan-Allah görüşü kurabildi. Hatta devlet, hatta bürokrasi, ideolojik yönelimlerde bile kuraklık giderilemedi; alacakaranlıkta donduk.

Etnik milliyetçilikler

Bugün felsefi manada da siyasi söylem olarak da benzer kurumayı sürdürüyoruz; beka meselesine de bağlı olarak Türkiye’nin yönünü hangi siyasi görüşün belirleyeceğini, dizayn edeceğini, kadroların hangi fikri düzeylerden oluşturulacağını refleksler tayin ediyor. Son yıllarda milli ve yerli kavramları, belirgin bir kapsayıcılık, açılım sağlarken öte taraftan ehil olmayan ellerde ve dillerde yine toplumsal faylarımızı genişletecek, onlara enerji yükleyecek tasfiyeler için imkan da sağlıyor.

Türkiye muhafazakarlığa yatkın milliyetçilik ile kamusal dindarlık arasında bir siyasi iklime doğru giderken Kemalist milliyetçilik kenarda ellerini ovuşturarak bekliyor!

Türk düşüncesi yeni bir dönemin eşiğine girerken, orijinal, yeni bir söylemle ortaya çıkmıyor. İdeolojilerin neo-liberalizmle birlikte küresel kültüre eklemlenmesiyle Türkiye’nin meselelerine olan vukufiyetleri her zamankinden daha düşük seyir takip etti. Haliyle sosyalizm, İslamcılık, milliyetçilik, muhafazakarlık, Kemalizm temel görüşlerini tekrarlamaktan öteye geçemezken etnik milliyetçilikler en zinde kesim olarak gözüktü. Bu kadar güçlü eğilimler, sosyalizm, demokrasi, adem-i merkeziyet, özgürlükler, insan hakları tezleriyle birleşince klasik ideolojiler çaresizliğe düştü; devletin ya kıyısında, ya tam içinde ya da karşısında yerleşmek zorunda kaldılar.

Milli ve yerli söylemi, beka meselesinin, terörün ve FETÖ darbesinin sıcaklığı içinde “milli mutabakat” kavramını geliştirdi. 7 Ağustos Yenikapı Mitingi’nde HDP’liler de kürsüye çıkma taleplerini iletseler de kabul görmediler. Milli mutabakat kavramı elbette peşinden milli kelimesinin, milliyetçiliğin, Türklüğün, vatan-bayrak hassasiyetlerinin zirveye çıkmasına hatta formülleştirilmesine kadar gitti.

Türk düşüncesi siyasetin de öne düşmesiyle kendine yön tayin ederken Osmanlı’nın dağılma dönemindeki atmosferle ulus inşa etme sürecini bir arada ama yeniden yaşamaya başladı.

Uzun yılların etkisiyle İslamsız dindarlık İslamsız milliyetçiliğin defterini dürebilecek potansiyele ulaştı.

Gezi sonrası konjonktür, hassaten 15 Temmuz, İslamsız dindarlığın devam ederken İslamsız milliyetçiliğin ipten dönmesine vesile oldu; öyle ki artık kamusal dindarlık etkinliğini artırdıkça İslamsız Türklük yeniden üretilebilecek kıvama getirildi. 15 Temmuz’dan pay koparmaya çalışan bazı marjinal kesimler Türklüğün gazi geçmişini, vahdet-i vücud ile şekillenen düşünce yapısını, fetih ruhunu Kemalist tezlerle örtmeye çalışırken yine beka meselesini kullanır oldu. Öyle ki 15 Temmuz’da darbeye karşı duruşun en önemli simgeleri tekbir, bayrak, sala bu marjinal kesimlerde, Kemalist milliyetçiler nezdinde değersizleştirilecek noktaya kadar getirilmektedir.

Belki de bugünkü siyasi ortamın arka planına Osmanlı dağılma dönemi fikir hareketlerine yeniden dönmek gerekir! Burada milliyetçilik ve İslamcılık arasındaki tartışmalar, yönelimler oldukça önemlidir. Türkçülerle İslamcıların Meşrutiyet döneminde aynı dergide yazmalarına karşın Müslüman etniklerin İmparatorluktan ayrılmasıyla aralarının açılması, Türkçülük fikrinden “ümmet-imparatorluk” kimliğinin çıkmasına neden oldu. Ulusçuluk da böyle bir ortamda kotarılırken Kemalizm ulus inşasında kadim Türklük anlayışını gölgeleyerek sadece Türk ismini kullanıverdi.

Romantik Türkçülük

Celal Nuri, Türk Devrimi kitabında “Öteki etnik toplulukların ulusal amaçlar edinmeleri, Türkleri yalnızlığa ittiğinden, Türk ulusu da başının çaresine baktı.” der, doğal bir sonuç vardır ortalıkta yani. İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu bu dönemi üç şekilde tarif eder; Necip Asım’dan örnek vererek “O Arap ise ben neyim, ben de Türküm” diyen fikri Türkçülük daha yaygınken yavaş yavaş romantik Türkçülük aşamasına geçilir.

İradi Türkçülük ise Kemalistlerin ulus inşasının adıdır. Bunu en iyi Tekin Alp özetler aslında... İsmet İnönü’nün, “Görevimiz, bu yurt içinde bulunanları ne yapıp edip Türk yapmaktır” sözünden kalkarak bir anlamda Necip Asım’ın dediğinin tersini zorlayarak yerine getirmeye dayanır. Türkleştirme kitabında, insanların soylarını değiştirmenin mümkün olmadığını “Türk’üm diyen her bireyi Türk tanımak gerektiğini” söylerken, bu ulusa girdikten sonra çıkmanın da imkansızlaştırılmasından bahseder.

Doğal olarak kendine isim zikretmekten öteye gidemeyen bu ulus, seküler ve laik çerçevede ilerlerken gaza, ila’yı kelimetullah, ümmet, nizam-ı âlem diyen kadim Türklüğü de gölgeler!  İslamcılar milliyetçilik, Türklük ve kavmiyetçilik arasındaki farkları gözetmeden hepsini bir kabul etti; açtığı yaraları tamir etmek için çabalıyor.

Devlet zamanında...  

Mısır’dan Balkanlar’a kadar uzanan coğrafyada “Devlet zamanında...” diye bir kavram vardır... Osmanlı kastedilir. Kişiler kendi ulus devletlerini hala “devlet olarak görmez!”

Uzun AK Parti iktidarında Türkiye, İslam aleminin öncüsü olarak kendini konumlandırmayı bildi. Millet ve İslamcılık düşüncesi bu bakımdan Anadolu’yu merkeze alıp Türkiye’nin tarihi fonksiyonu üzerine düşünmeye başladı. Fakat Kemalist milliyetçilik, ulus kavramı etrafında bu anlayışı yok saymaya dayanıyordu. Kemalist milliyetçiliğin tesiri altında Turancılık, Anadoluculuk gibi yepyeni yönelimler ortaya çıktı; Türk düşüncesinde milliyetçilik bilhassa 80 sonrası sadece siyasi cephede temsil edildi.

80 öncesi yalnızca sağ-sol, sonrasında PKK karşıtlığı üzerinden meşruiyet bulan siyasi milliyetçiliğin alanı iyice daraldı; RP ile yapılan ittifaka rağmen açılım sağlayamadı, yeni bir fikri temel geliştiremedi. 80 sonrasındaki Türk–İslam sentezi yeni bir siyasi ve fikri taban gibi öne sürülse de ne Türk ne İslam olmayı kaldıramayacağı için etkisi kayboldu.

Günümüzde ideolojiler, Türk düşüncesi kendine yeni bir yol aramıyor; eskinin köhne tezlerinin üzerine sadece cila çekiyor.

Siyasi manada milliyetçilik ideolojik olarak tükendi, kendini yeni tür muhafazakarlığın içinde görerek varolma savaşı veriyor; İslamcılık, dünya sisteminin tehditleri karşısında yine muhafazakarlığa sarılmayı tercih ediyor. Siyasi milliyetçiliğin tabanı ile İslamcılığın uzun iktidarına oy verenlerin kaygısı benzer, bize özgü muhafazakarlığa yatkınlar. Fakat siyasi milliyetçilikte ırkçılık dozu da yüksek... İslamcılık düşmanlığı Kemalistlerden aşağı kalır değil. Bu denklem içinde günümüzün fikri ve siyasi konjonktürünün “kalıcı” olacağı tahminleri çok da rasyonel görülmemeli.

Milli mutabakat kavramı etrafındaki düşünce yapısı beka kaygısına bağlı biraz da... Yoksa bizdeki muhafazakarlık, ideolojisi ne olursa olsun, İslam ile devlet karşı karşıya kalırsa İslam’ı feda edebilecek tıynette...

Kemalistlerin zulada durduğu, pusuda beklediği bir ortamda oluşturulacak yeni statüko “sağcılığın en koyu” rengine kesinlikle dönüşür. Türkiye’nin bundan sonraki yönünü öyle görülüyor ki kadim Türklük belirlemeyecek; siyasi milliyetçiliğin ve İslamcılığın muhafazakarlıktaki öbekleşmelerinden statüko yeni bir sağcılık inşa edecek. Elbette bu “güçlü devlet görüntülü” sağcılık en başta Türkiye’deki kadim Türklük ile İslami düşünceyi hedef tahtasına oturtacak.

Cihad Baban Politika Galerisi’nde, bir Darülfünun hocasının Mütareke dönemi için “Memlekete medeniyet geldi” dediğini aktarır. Konjonktür sürekli eklektizm üretirken Türkiye, Türk düşüncesi kendi bekasını gözeten grupların elinde tükeniyor.

İnsanı “sahilsiz bir umman” gördükten sonra tarihimizin en parlak dönemini inşa ettik; düşünce “ummansız kıyılara” dönüş peşinden derin bir çöküşü getirebilir!

[email protected]