Vesayet zincirinin halkaları bir bir kırılıyor

Aslan Değirmenci / UMED Başkanı
14.04.2018

Evrensel hukuku çiğneyerek milleti vesayete mahkûm edenler; evrensel hukuka sığınarak hapis yatmaktan kurtuldu. Türkiye tarihi bir değişimin arifesinde darbecilerle hesaplaşma iradesini göstererek ise yüreğimizi rahatlattı, vesayet zincirinin halkalarını bir bir kıracağına bizi inandırdı.


Vesayet zincirinin halkaları bir bir kırılıyor

Milyonlarca insanı mağdur eden, belli odakların hesapları adına bu ülkenin maddi manevi bütün birikimini yağmaya açan cuntacılar, bağımsız yargı eliyle cezalandırıldı. İsmail Hakkı Karadayı, Çevik Bir ve Çetin Doğan’ın da aralarında bulunduğu 21 sanık müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Batı Çalışma Grubu ve darbenin askeri kanadına verilen ceza, cuntanın ülkeye ve topluma ödettiği büyük bedelden dolayı yetersiz bulundu. Davanın hem tanığı hem de müdahili olan kimseyi bu karar tatmin etmedi. Mahkeme, evrensel hukuk gereği, sanıkların yaş ve sağlık durumları ile ölçülülük ve orantılılık ilkelerini değerlendirerek karar verince; beklentimiz karşılık bulmadı. Evrensel hukuku çiğneyerek milleti vesayete mahkûm edenler; evrensel hukuka sığınarak hapis yatmaktan kurtuldu! Türkiye tarihi bir değişimin arifesinde darbecilerle hesaplaşma iradesini göstererek ise yüreğimizi rahatlattı, vesayet zincirinin halkalarını bir bir kıracağına bizi inandırdı. Vesayet sistemini ayakta tutan temel neden, darbecilerin sanık kürsüsüne bugüne kadar çıkartılmamasıydı. Yargısal mücadele bugüne kadar yetersiz kaldığı için darbe düzeniyle hesaplaşma mümkün olmamıştı. Bu mücadelenin zayıf kalmasının ana faktörü ise yargıda olan darbeci damardı. Bu damar kan kaybedince, demokratikleşme ve çetelerle etkin mücadele sergilenince; hücreler yenilenince 28 Şubatçılar yargı önüne çıkmaktan kaçmayı başaramadı.

Darbecilerle hesaplaşma

Bu kez yanlarında etkin medya da yoktu. Medya baskı ve dayatmadan kurtulmuş, darbe genlerinden arındırılmış, sivilleşmiş ve yaşanan normalleşme süreciyle kısmen ayağa kalkmayı başarmıştı. Yalan haberlerle, irtica söylemini gerekçelendirecek enformasyon sağlayan apoletli medya organlarına ise millet sırtını dönmüş, yalnızlaştırmıştı. Militarist kurumlar reformlarla milletin hizmetine açılınca; iş kaynakları kurutulmuş, adalet; cunta karargahlarına girince onlarla iş tutan gazeteciler işsiz kalmıştı. 

Yargı ve medya gibi yanlarında bu kez güdümlü sivil toplum örgütleri de yoktu. Gücünü milletten alan sivil toplum örgütleri ayağa kalkınca, millet iradesine sahip çıkan Memur-Sen ve Hak-İş gibi konfederasyonlar direnişe geçince; beşli çete yerle bir olmuş, darbelerin öncü kuvvetleri hem sahada hem de masada etkisiz hale getirilmişti. Darbe karargâhlarından kendilerine biçilen rol gereği bir yandan hükümete karşı toplumun rahatsız olduğu algısı üretirken öte yandan darbenin süreklilik kazanması için uğraş veren sivilimsi toplum örgütleri kan kaybedince cuntacılar da can kaybetmişti. Toplumsal düzeni hedef alan nefret dilini körükleyenler, süreç içerisinde tarihin çöp sepetine atılmıştı. Bu kadar da değil elbet.

FETÖ-28 Şubat işbirliği

FETÖ, 28 Şubatçıların kandaşıdır. Can yoldaşıdır. Global terör örgütü, cuntayla birlikte hareket etmiş, karşılığında darbe karargâhı ve cunta düzeni tarafından önleri açılarak ödüllendirilmiştir. FETÖ’cüler aldıkları ödülle 1998’den 2016’ya kadar 15 Temmuz işgal girişiminin taşlarını dizmiştir. Yola dizdikleri taşların harcını ise 28 Şubatçıların üst aklı Neo-Conlardan almışlardır. 15 Temmuz gecesi geldiğinde ise hesaba katmadıkları milleti karşılarında görünce ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Ama millet şaşkın değildi. Millet şaşkın teröristlerle hesaplaşmaya kararlıydı. Öyle de oldu.

Kardeşlik zırhını kuşanan millet ayağa kalkmıştı. O gece, bin yıl boyunca bu toprakları yoğuran, hep en kritik yerlerde ortaya çıkan ruh, salâlar eşliğinde tüm ihtişamıyla tekrar ortaya çıktı ve arzı kuşattı. Millet, 16 saat içerisinde teröristleri püskürtmeyi başardı, devlet tarafından da süpürme operasyonu başlatıldı. Kısa süre içerisinde FETÖ’nün eli kolu bağlandı; yapılan operasyonlar sonucunda kurumların yüzde 80’inden virüslü hücreler temizlendi, FETÖ kadroları ile anlaşıp 28 Şubat darbesini gerçekleştirenler bir başına kaldı.

28 Şubat’ta darbecilere destek açıklamaları yapan, rektörler marifetiyle orduyu darbe yapmaya çağıran, darbecilerin talimatları doğrultusunda üniversiteleri kışlaya dönüştüren, üniversitelere gönderilen talimatlarla yasa dışı yollarla eğitim hakkının engellenmesini sağlayan, bu hukuksuzluğa itiraz eden özgürlükçü üniversite hocalarını üniversitelerden uzaklaştıran, Batı Çalışma Grubu adına fişleme yapan YÖK ve dönemin darbeci üniversi-te yöneticilerinin de devri kapanmıştı… Onlar da yoktu artık. Faiz lobisi ise can çekişiyordu. Cuntacıların yönetim kurulu üyeliklerine son verilmiş, bankalar üzerinden milyarlarca dolarlık yeni vurgunlar yapmalarının önüne set çekilmiş, krizler dönemi sona erdirilmiş; ülkenin kaynaklarını hortumlayanların vanası kapatılarak, vesayetçilerin pınarları kurutulmuştu. Ekonomik sistemi çökertenlerin, yetim hakkı yiyenlerin sömürü düzenine son verilmişti. Tükeniyorlardı.

Darbenin dış ayağı ise Gezi’de, 17/25 Aralık sürecinde gün yüzüne çıkmış; 15 Temmuz işgal girişiminde deşifre olmuştu. Deşifre olanların panik atak geçirerek yeni operasyonları, Cerablus ve Afrin hamleleriyle boşa çıkartılmış, sergilenen dik duruşla yeni senaryoları sahneye konulmadan engellenmişti. Ulus ötesi darbecilerle de, taşeronlarıyla da hesaplaşma derinleşince sıra 28 Şubatçılar için verilecek karar gününe gelmişti.

Mağdurlar hala hapiste

Yukarıda da belirtiğim üzere Ankara 5’inci Ağır Ceza Mahkemesinin 21 sanık hakkında 765 sayılı Türk Ceza Kanunu ve ilgili maddeleri uya-rınca “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni cebren düşürmeye ve devirmeye iştirak” suçundan müebbet hapis cezası vermesi, ancak sanıkların “yaş durumları ve sağlık sebepleri” gerekçe gösterilerek, tutuklama kararı vermemesi, adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasına hükmetmesi kamu vicdanını zedeledi. Sanıkların müebbet hapis cezasına mahkûm edilmelerine rağmen tutuklanmamaları usul ve esas açısından da tartışmaya açıldı. Ama süreç bitmedi, üst mahkemeye mağdur avukatları tarafından itiraz dilekçesi de verildi. Şunu da belirtmeliyim ki; davanın darbeden 16 yıl sonra açılmış olması darbecilere delilleri karartılabilmek için yeterli zamanı kazandırmış, birçok delile ulaşılması mümkün olmamış, adaletin hakkıyla tecellisi gerçekleşememiştir. Davadaki bu gecikme sonucunda; 4 kişinin vefat, 10 kişinin de zamanaşımından dolayı haklarındaki dava düşürülmüştür.

Altını çizerek devam edelim. Tam anlamıyla hesabı sorulmamış darbelerin diğer darbeler için bir zemin ve teşvik unsuru olduğu gözden kaçırıl-mamalıdır. Yani darbe düzeni tamamen yıkılmalıdır. Tamamen yıkmak için de vesayet sistemini ayakta tutmaya gayret eden tüm yapılarla yüzleşilmelidir. 28 Şubat darbesinin sivil ayağını oluşturan bütün kesimlerle mutlaka yargı önünde hesaplaşılmalıdır. Darbenin aktörlerinin yanı sıra senaristleri, dış bağlantıları, ekonomik ve sivil ayağının deşifre edilmesi sağlanmalıdır. FETÖ ile BÇG arasındaki derin bağın üzerine gitmek ihmal edil-memeli, darbenin öncü kuvvetleri olarak hareket eden sivil toplum temsilcileri ve apoletli medyanın, hukuk ve anayasa çerçevesinde yargılanmaları temin edilmelidir. Unutmayalım! 28 Şubat’ın ülkeye maliyeti 381 milyar dolardır. Bu maliyete sebep olanların ve destekçilerinin mal varlıklarına hiç beklemeden el konulmalıdır. Ve en temel beklenti; brifingli yargı kararları iptal edilmeli, hala sürmekte olan mağduriyetler son bulmalıdır.

@aslandegirmenci