Yahudi Ulus - Devlet Yasası ve Filistin'in kaderi

Dr. M. Hüseyin Mercan / Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
28.07.2018

Kabul edilen Yahudi Ulus-Devlet Yasası’nın İsrail siyasal sistemi açısından öneminin tahmin edilenden daha fazla olduğu ve genişleyen egemenlik alanıyla birlikte, sadece Filistinlilerin değil aynı zamanda Filistin’e destek veren tüm tarafların çabalarını boşa çıkarmaya dönük bir girişim olduğu göz ardı edilmemelidir.


Yahudi Ulus - Devlet Yasası ve Filistin'in kaderi

18 Temmuz Çarşamba gecesi İsrail parlamentosu Knesset’te Filistin meselesi ve Kudüs’ün statüsünü doğrudan etkileyecek oldukça tartışmalı yeni bir temel yasa kabul edildi. Yahudi Ulus-Devlet Yasası adıyla 55’e karşı 62 evet oyuyla parlamentodan geçen yasa, İsrail’in egemenlik iddiasında bulunduğu teritoryal alanı genişletmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Anayasası bulunmayan ama anayasa hükümleri kesinliğine sahip temel yasaların siyasal sistemi şekillendirdiği İsrail’de bu karar, bundan sonraki tüm karar ve uygulamalarda bağlayıcı konumdadır. Yeni yasayla birlikte

İsrail, hem uluslararası hukuk hem de insani değerler bağlamında meşru bir zemine dayanmayan yerleşim ve genişleme politikalarını artık ulus-devletin mutlak egemenliği çerçevesinde devam ettirecektir. Şüphesiz bu durum İsrail’in uluslararası alanda elini görece kuvvetlendirirken bir yandan da Filistin sorununun derinleşmesi ve çözümsüzlüğe evirilmesiyle sonuçlanacaktır.

Devletin sabiteleri

İlk defa 1958’de Knesset’e dair düzenlemeler kapsamında kabul edilen Temel Yasalar, sonraki yıllarda hükümet sistemi, ordu, başkent, yerleşim, insan onuru gibi konularda devletin sabitelerinin belirlenmesi çerçevesinde yürürlüğe konmuştur. Geçen hafta içinde çıkarılan son Temel Yasa ise siyasal sistemin düzenlenmesinin ötesinde tüm Yahudileri temsil eden bir ulus-devlet ilanı anlamına gelmesi nedeniyle çok önemlidir. Daha önceki Temel Yasaları da kapsayan bu karar, içerik itibariyle bir yandan Yahudi teolojisine atıflar yoluyla mevcut kimliği güçlendirmeyi diğer yandan ise modern devlet aygıtlarını, Yahudilik temelli bir vatandaşlık tanımı yoluyla hayata geçirmeyi amaçlamaktadır...

Temel Yasanın Yahudilik inancına atıfları İsrail içindeki Yahudi olmayan vatandaşları rahatsız edecek emareler taşımaktadır. Devletin resmi dilinin İbranice olduğu kabul edilmekle beraber Arapçanın devlet nezdinde özel bir statüye sahip olduğuna da değinilmektedir. Her ne kadar Arapçanın kullanımına dair hususların kanunla düzenleneceğine dair ifade özellikle Arap kökenli İsrail vatandaşları için bir risk oluştursa da, Temel Yasa bu maddenin Arapçanın yasa yürürlüğe girmeden önceki konumuna bir zarar vermeyeceğini şimdilik garanti etmektedir. Bununla birlikte, İbrani takviminin resmi takvim kabul edilmesi ve modern takvimle birlikte iki takvimin birlikte kullanılmaya başlanılması; Yahudi gelenek ve kültürünün yüceltilmesi, ilerleyen yıllarda Yahudi kimliğinin tamamen baskın karaktere dönüşebileceği ve Arap kökenli vatandaşların da eğitim, kültür ve dil alanında ulus-devletin baskısına maruz kalacağı ihtimalini taşımaktadır.

Genişleyen egemenlik

Kuruluşundan bugüne dek siyasal söylemlerde, İsrail toprakları dünya üzerindeki tüm Yahudilerin evi olarak ifade edilse de bu durum hukuki bir zemine sahip değildi. Son yasayla birlikte İsrail Devleti, yaşayan tüm Yahudilerin ulusal evi olarak tanımlanmış ve bu topraklar üzerinde kendi kaderini tayin hakkı sadece Yahudilere mahsus kılınmıştır. Böylece Yahudi olmayan İsrail vatandaşlarının ya da İsrail’in egemenlik iddiası çerçevesinde genişlettiği topraklarda bağımsızlık talebinde bulunulmasının önü tamamen kapatılmaya çalışılmıştır. Kudüs’ün doğusu başta olmak üzere Filistinlilere ait birçok bölgede İsrail yerleşiminin mütemadiyen arttığı düşünüldüğünde, bu topraklardaki Yahudi olmayan unsurların kendi kaderini belirleme talepleri meşru kabul edilmeyecek ve bu tür talepler karşısında İsrail, egemenlik hakkının verdiği yetkiye dayanarak zor araçlarını devreye sokacaktır. Tam da bu noktada işgal karşıtı direnişin İsrail için en büyük meydan okuma olduğu dikkate alındığında, bu yasa yoluyla Filistinlilere yönelik saldırgan tutumun ciddi şekilde artacağı düşünülmektedir. 

1980’deki Kudüs başlıklı Temel Yasa’da olduğu gibi Kudüs’ün “tam ve birleşik olarak” İsrail’in başkenti olduğu yine vurgulanmıştır. 1980’deki statükoya nazaran Yahudi ulus-devletinin ilanı mahiyetindeki bir metinde Kudüs’e dair vurgunun tam bir egemenlik anlayışı üzerinden yinelenmesi, Doğu Kudüs’ün içinde yer aldığı iki devletli çözüm girişimlerini ya da Filistinlilerin Kudüs’e dair hak iddiasında bulunmalarını tamamen göz ardı eden ya da başka bir deyişle yok sayan bir yaklaşımı ortaya koymaktadır. Mevcut durumda, Kudüs’ün tamamı üzerinde egemenlik hakkını kullanan İsrail’in, Doğu Kudüs merkezli bir Filistin Devleti’nin kurulmasına ya da diğer ülkelerin Doğu Kudüs’te Filistin nezdinde temsilcilikler açmasına müsaade etmeyeceği aşikârdır. Bu nedenle Knesset’in kabul ettiği bu yasa, içeriği ve etkileri itibariyle Filistin meselesinin ve Filistin topraklarındaki İsrail varlığının seyrini kökten etkileyecek niteliktedir. Özellikle İsrail topraklarının Yahudi göçüne ve sürgündekilerin toplanmalarına açık olduğunun belirtilmesi ve Yahudi yerleşimlerinin genişlemesinin “milli bir değer” olduğunun ve bu siyasetin yerleşikleşmesi ve güçlendirilmesini teşvik edileceğinin vurgulanması, Filistin topraklarında yeni Yahudi yerleşim bölgelerinin açılacağının sinyalini vermektedir.

Genişlemeci bu siyaset anlayışının kalıcı bir barışın tesisine yönelik atılan tüm adımları boşa çıkaracağı ve İsrail’in son dönemlerdeki ABD desteğiyle birlikte yeni bir yol haritası belirlediği görülmektedir. Bu doğrultuda İsrail, Kudüs’ün statüsünü artık bir tartışma unsuru haline dönüştürmeyeceğini ve Filistin-İsrail arasındaki görüşmelerde Kudüs’ün bir pazarlık konusu haline getirilmeyeceğini göstermektedir. Alınan bu karar, zamanlaması itibariyle oldukça hassas ve bölgede devam eden çatışmalardan da istifade ederek Filistin topraklarındaki manevra alanını genişletmeye yönelik bir stratejinin uzantısıdır. Özellikle uluslararası toplumun İsrail’in egemenlik hakkını kayıtsız şartsız kullanmak istediği bu topraklarda Filistin’i yalnız bırakması ve İsrail’in argümanlarına meşruiyet kazandırması, en kötü ihtimalle orta vadede Filistin sorununun daha trajik bir boyuta dönüşmesine neden olacaktır.

Yasanın zamanlaması

Son bir yıl içinde Filistinli grupların işbirliğine gitmeleri ve aralarındaki sorunları bir düzeye kadar çözmeleri Filistinliler adına büyük bir gelişmeydi. Buna ek olarak, ABD Başkanı Donald Trump’ın ülkesinin büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararı sonrası uluslararası toplumun verdiği tepki, Filistinlilere yönelik son yıllardaki en ciddi desteği oluşturmaktaydı. Böyle bir sürecin yaşandığı dönemde İsrail yönetiminin gerilimi yumuşatmak yerine tırmandırma stratejisini sürdürmesi, iki taraf arasında kalıcı barışın tesisine dair İsrail’in niyetinin olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Özellikle uluslararası hukuku hiçe sayarak Kudüs’ün doğusunda da hak iddia etmesi, yeni bir egemenlik yaklaşımıyla İsrail Devleti’ni kurguladığını göstermektedir. İsrail makamlarının onayı olmaksızın Kudüs’e ulaşma imkânının olmaması, İsrail’e büyük manevra alanı açmakta ve böylece mutlak egemenlik iddiasıyla Filistinlilerin hareket alanını kısıtlamaktadır. Temel Yasa’nın ABD’nin Büyükelçiliği taşımasının ardından kabul edilmesi, hem uluslararası arenada İsrail’e özgüven kazandıracak bir husus hem de İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İstanbul’da gerçekleştirdiği toplantıda alınan kararları Kudüs üzerindeki egemenlik iddiası nedeniyle geçersiz kılacak bir hüviyete sahiptir. Bu bakımdan kabul edilen yasanın İsrail siyasal sistemi açısından öneminin tahmin edilenden daha fazla olduğu ve genişleyen egemenlik alanıyla birlikte, sadece Filistinlilerin haklarının değil aynı zamanda Filistin’e destek veren tüm tarafların çabalarını boşa çıkarmaya dönük bir girişim olduğu göz ardı edilmemelidir.

İsrail parlamentosunun onayladığı bu yasa Filistinlilerin hakkına zarar verecek ve bağımsız Filistin Devleti’ni Batı Şeria’ya sıkıştıracak bir karaktere sahiptir. Bununla birlikte yasaya ciddi oranda bir muhalefetin bulunması ve hem İsrail içinde hem de dışında birçok Yahudi’nin bu yasayı protesto etmesi, Filistin sorununun geleceği açısından bir nebzeye kadar ümit taşımaktadır. Bu noktada uluslararası toplum ve kuruluşların İsrail’e bu yasa nedeniyle tepkilerini diplomatik açıklamaların ötesine geçerek koyabilmeleri ya da yasaya karşı çıkan İsrailli siyasilerle oluşturacakları platformlarla bu yasanın süreçteki muhtemel olumsuz etkilerini anlatmaları, Kudüs ve Filistin Devleti’nin geleceğine dair ciddi katkı sağlayacaktır. Aksi takdirde egemenlik alanını günden güne genişletmeye çalışan İsrail’in, bölgedeki dengeleri tamamen değiştirecek karar ve uygulamalara devam etmesi imkân dâhilindedir. Bunun gerçekleşmesi ise Filistinlilerin onlarca yıldır verdiği mücadelenin boşa gitmesi, uluslararası toplumun duyarsızlığı nedeniyle İsrail’in topraklarını daha fazla genişletmesi ve hukuk dışı uygulamaların egemen devletin takdiri üzerinden okunarak meşru bir hüviyete büründürülmesi anlamına gelecektir.

[email protected]