Yanlış iliklenen gömleğin ilk düğmesi

Cengiz Sözübek
20.05.2017

Türkiye on yıllardır ayak bağı olan meselelerini artık tamamıyla halletmek istiyor. 15 Temmuz darbe ve işgal girişiminin külleri soğumadan Suriye’ye yaptığı askeri operasyon da kararlılığının en somut örneklerinden birisi olarak duruyor.


Yanlış iliklenen gömleğin ilk düğmesi

İyi veya kötü, o zamanların olayları, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması ve yeni Türkiye’nin yükselmesiyle, bu yüzyılın tüm tarihini şekillendirdi (…) 20.’nci yüzyılı anlamak için, Türkiye’nin tarihi bir anahtardır; ancak, ben inanıyorum ki, Türkiye’nin geleceği, önümüzdeki binyılın ilk yüzyılının şekillenmesinde de son derece önemli bir rol oynayacaktır. (…) bir de farklı bir vizyon var ki, bu da, güçlü bir Türkiye’yi gerektiren, dünyanın yol kesişiminde üç büyük inancın birleştiği, haklı rolünü oynayan Türkiye ile zenginliğin yükseldiği ve çatışmaların azaldığı bir gelecek..” (ABD Eski Başkanı Bill Clinton, 15 Kasım 1999 TBMM Konuşmasından)

İlk sınavlar veriliyor

Trump’lı Amerika, başta küresel siyaset olmak üzere vaat ettiği “yeni”liklerle ilgili ilk sınavlarını vermeye başladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Washington’da ABD Başkanı Donald Trump’la yaptığı ilk yüz yüze görüşme bu anlamda, Trump sonrası Türkiye-Amerika ilişkileri için ilk kilometre taşlarından birisi olurken diğer yandan ABD’nin Trump’la birlikte kendisine çizmeye çalıştığı yeni rota ile ilgili de önemli bir işaret fişeği oldu. Bu ziyaretle birlikte verilen büyük resim, hem iki ülke arasında bir süredir çeşitli başlıklarda süren çetrefilli konuların hem de artık iyice bir kara deliğe dönüşen Amerika devletinin kendi iç çelişkilerinin çözümü için “gömleğin ilk düğmesinin iliklendiği” bir siyasi konjonktüre tekabül ediyor. Amerika’nın devlet kertesinde de olduğu anlaşılan Trump kararı büyük ölçüde, ABD’nin artık bir süreliğine de olsa tecrit politikalarına döneceği beklentileriyle açıklandı. Bizzat ABD Başkanı Trump’ın açıkça söylediği “Ortadoğu politikamızın devasa maliyetinin karşılığında Amerika’ya faydası ne oldu?” sorusu bugün, tüm cesametiyle Trumplı Amerika’nın karşısında duruyor. Trump üzerinden ABD’nin müesses nizamı içinde yaşanan derin çatlak ABD’nin küresel önceliğinin ne olacağı yönündeki fay hatları üzerinden büyüyerek devam ediyor.

Amerika’nın Trump’la birlikte girdiği yeni siyasi iklimin, Trump’ın cerbeze sanatıyla süslü bir demagog olmasının ötesinde bir anlam ihtiva edip etmediğini küçük ama kritik adımlarda görebileceğiz. Bu adımların birçoğu da, Amerika’nın özellikle son çeyrek asırda bizatihi kendisinin oluşturduğu küresel jeopolitik kara deliğin ana merkezlerinden birisinin Ortadoğu bölgesi olması hasebiyle doğrudan ya da kısmen Türkiye ile ilgili olacak gibi duruyor.

İlişkinin serencamı

ABD-Türkiye ilişkilerinin serencamının, ABD eski başkanlarından Clinton’un 1999 TBMM konuşmasında da bahsettiği gibi, Türkiye’nin tarihi, coğrafi ve kültürel potansiyel gücünü hesaba kattığımızda küresel bir karşılığı da var. Amerika için Türkiye’nin anlamı, sadece Türkiye’nin değil kendisinin de yol haritasını belirleyebilecek yapı taşları içeriyor. Ancak ABD’nin, 90’lardan günümüze kadar süren dönemde iki ülke ilişkileri için iyi bir sınav verdiğini söylemek pek mümkün değil...

Trump’ın da sürekli eleştirdiği Amerikan muhafazakârlarının İkinci Körfez Savaşı’yla adeta bölgeyi harap ettikleri dönem haricinde de, ABD’nin Türkiye politikaları ciddi sorunlarla örülüydü. 90’ların yakıcı gündeminde; Çekiç Güç üzerinden PKK’ya yapılan yardımlarla Türkiye ile sahada adeta doğrudan savaş, Irak ve İran’ı aynı anda çevreleme politikasının Türkiye’ye ekonomi ve güvenlik anlamında kayıplarla dönmesi ve Ortadoğu’da ikinci bir İsrail olarak projelendirilen “Kürt Devleti”, iki ülke arasındaki en temel sorunların başında geliyordu. Bugün de 90’ların bu temel sorunlarının, Irak’ın ve Suriye’nin kaosa sürüklenmesinin de ilave edilerek devam ettiğini görüyoruz. ABD Başkanları baba ve oğul Bush’ların iki Körfez Savaşı’yla bölgeyi sürdürdükleri yıkım, bu dönemin toparlanması için ümit olarak sunulan Obama yönetiminin de bu politikayı sinsice sürdürmesiyle devam etti. 90’larda Türkiye’yi doğrudan karşısına alan ABD, Arap Baharı ile başlayan yeni dönemde dengelerin bölge halklarıyla birlikte Türkiye’nin de lehine değişmeye başlamasıyla birlikte açıkça tavır aldı; IŞİD projesi ve Rusya’nın Esed hamiliğine izin vererek Suriye’de Esed’in gidişini önleyici manevralar yaparken, Mısır’da Mursi’nin askeri darbeyle iktidardan indirilmesini destekledi. ABD 2013 yılında Suriye ve Mısır üzerinden bu hamleleri yaparken, bir yandan ilk baharında Gezi olayları ile sokaklar hareketlenirken diğer yandan son baharında “dershane kalkışması”yla başlayıp

17/25 Aralık’la devam eden ve nihayetinde 15 Temmuz’a uzanan bir “savaş”ın kısmen ve doğrudan tarafı oldu.

ABD’nin tecrit politikası

Trump ve Trump’lı Amerika, muarızları ve selefleri için reddi miras ve devri sabık yaratma boyutlarına ulaşan tartışmalar eşliğinde kucağında birçok sorunu buldu. Bugün de benzer gündemler farklı ölçüde devam ederken Amerika, Türkiye ile ilgili “samimiyet testi”nden ziyade artık kendi politik tercihleriyle ilgili bir teste tabi olduğu a’rafta bir durumla karşı karşıya.

ABD artık kısmî de olsa tecrit politikalarına dönecekse, Trump’ın ifadesiyle fırsat maliyetini Ortadoğu’dan ziyade Çin’i hedefleyerek ve Uzak Asya’ya yönelerek değerlendirecekse Türkiye ve bölge ile ilgili kararlarını net bir şekilde vermesi gerekiyor. Türkiye’nin uzun yıllar canını yakan bir terör örgütünün Suriye’deki uzantısına silah yardımı yapmak, 15 Temmuz darbe ve işgal girişimini yapan bir başka terör örgütünün terörist başını kendi ülkesinde barındırmaya devam etmek, Amerika’nın tecrit politikasına hizmet etmek bir yana daha da fazla cenderenin içerisine hapseder. Amerika, Arap Baharı’nın sonuçlarını kabul etmeyip masayı devirerek kendi hareket alanını da daralttı.

Trump’ın devraldığı Amerika’nın bagajında, Siyonist-Aşırı Sağcı Hıristiyan bloğun yönetimindeki baba-oğul Bush’larla, Obama’nın ölümcül politik tercihlerinin mirası yer alıyor. Bu politikalar bölge halkları için ölümcül olurken, Trump’ın da öne çıkardığı gibi ABD’nin enerjisini tüketen mahiyette. ABD ya da herhangi bir bölge dışı ülke ne kadar uğraşırsa uğraşsın, bölgenin tabii sınırları bir gün mutlaka yeniden çizilecek.

15 Temmuz sonrası Türkiye

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ABD ziyaretinde, “Türkiye’nin Cerablus ve El Bab’da olduğu gibi, bundan sonra da YPG ve PYD’den Türk topraklarına yönelebilecek herhangi bir saldırı halinde angajman kurallarını devreye sokarak karşılık vereceğini Trump’a açıkça söylediği” gibi Türkiye on yıllardır ayak bağı olan meselelerini artık tamamıyla halletmek istiyor. 15 Temmuz darbe ve işgal girişiminin külleri soğumadan Suriye’ye yaptığı askeri operasyon da kararlılığının en somut örneklerinden birisi olarak duruyor.

Eğer Trump Amerika’sı gerçekten tecrit politikalarına dönülmesi gerektiğine ve bunun en hayati noktasının da Ortadoğu’daki varlığının asgari bir seviyeye getirilmesi olduğu gerçeğini hayata geçirmeye karar verdiyse, kendisine jeopolitik mihver bir stratejik ortak bulması gerekiyor. Rusya’yı Suriye’deki denkleme daha etkin bir şekilde dahil eden Obama Amerika’sının bu tercihini Trump’ın da büyük ölçüde devam ettireceği görülüyor. Rusya, ABD’nin Çin’le mücadelesinde de uzun vadede askeri ve coğrafi olarak jeopolitik mihver devlet olabilir. Ancak Türkiye’nin yükselen gücü ve potansiyeli, Bill Clinton’un da TBMM konuşmasında belirttiği gibi sahici bir güç olarak kendisini gösteriyor.

Türkiye’nin 15 Temmuz gibi açık bir savaş ilanından daha fazla göreceği bir tehdit olmadığından, Trump yönetiminin Türkiye’nin muhtemel reflekslerini de iyi hesap etmesi gerekiyor. Belki de Amerika’yı Ortadoğu’da tecrit politikalarına yöneltecek olan faktörlerden birisi, silahlandırdığı YPG’yle savaşan Türkiye’nin yanlışlıkla vuracağı Amerikan askeri unsurları olacak. Tıpkı 1992 yılında Amerikan Uçak Gemisi Saratoga’nın

Türkiye’nin Muavenet gemisini vurması gibi…

[email protected]

Cengiz Sözübek / Yazar