Yeni dönemde egitim sil baştan mı?

İpek Coşkun / Eğitim Uzmanı
7.07.2018

Akıllardaki temel soru, yeni dönemde eğitimde tamamen sil baştan bir tavra girilip girilmeyeceği. Sektörün içinden biri olarak, sil baştan her türlü yaklaşımın olumsuz sonuçlarının, getirisinden daha fazla olacağını düşünüyorum. Bu yüzden sistemin değişim yorgunluğu göz önünde bulundurularak adımların temkinli atılması, sürecin sağlıklı yönetimi açısından büyük önem arz ediyor.


Yeni dönemde egitim sil baştan mı?

24 Haziran seçimlerinin ardından devlette yaşanacak yeniden yapılanmanın etkileri eğitimle ilgili kurum ve kuruluşlara da yansıyacak şüphesiz. Akıllardaki temel soru ise yazının başlığına da konu olan, yeni dönemde eğitimde tamamen sil baştan bir tavra girilip girilmeyeceği... Yaklaşık 10 yıldır bu sektörün içerisinde hem sivil hem devlet taraflarında yer almış biri olarak sil baştan her türlü yaklaşımın olumsuz sonuçlarının, getirisinden daha fazla olacağını düşünüyorum. Bu yüzden sistemin değişim yorgunluğu göz önünde bulundurularak adımların temkinli atılması, sürecin sağlıklı yönetimi açısından büyük önem arz ediyor. Son birkaç aydır görüşme yaptığım okul yöneticileri, öğretmenler ve velilerin de beklentisi bu yönde. Peki yeni yönetimde ajandamızda yer alması gereken maddeler neler?

Tamamlayıcı politikalar

Geçtiğimiz 16 yıl eğitime yapılan yatırım konusunda şapka çıkarılması gereken bir süreç oldu. 2000’li yılların başında bütçeden eğitim için ayrılan pay yaklaşık 10 milyar TL’yken şimdi 134 milyar TL ile en büyük bütçe kaleminin eğitim için ayrıldığını görüyoruz. Yine 2000’li yıllarda Cumhuriyet tarihi boyunca toplamda yapılmış olan 367 bin civarındaki dersliğe 16 yılda 288 bin 545 yeni derslik eklenmiştir. Yaklaşık 600 bin öğretmen yine bu dönemde hizmet vermeye başlamıştır.  Tabii her şey sayı değil ama sıkça dillendirdiğimiz ‘kalite’ bu temel ihtiyaçlar giderilmeden sağlanamaz. Örneğin 1990’lı yıllara kadar eğitim alt yapısını ve insan kaynağını güçlendirmeye kafa yoran Güney Kore, eğitimde kalite konusundaki çalışmalarına alt yapı sorunlarını çözdükten sonra 1990’lı yılların başında yoğun şekilde başlamıştır. Burada da ortaya koydukları her politika birbirini reddeden değil tamamlayan bir mahiyette olmuştur. Türkiye için de yeni dönemde başta belirttiğim hadi sil baştan başlayalım tavrı yerine tamamlayıcı politikaları benimsemekte fayda var. ‘Tamamlayıcılık’tan kastım önceki tüm süreçleri ve bunun çıktılarını reddetmeden, geçmiş süreçlerdeki deneyimleri iyi okuyup analiz ederek ilerlemekten bahsediyorum. Bu yüzden yeni süreçte ortaya koyulacak her politikanın en az beş yıl etkilerini görmeli ve analizler yapmalıyız.

Sivil alanın eksikliği

Bizde eğitimle ilgili her konu MEB özelinde devlet kurumları üzerinden tartışılır ama sivil alandaki devasa boşluk yeni dönemde öncelikli ele almamız gereken hususlardan. İcracı makamlar bazen işin yoğunluğundan (kimi zaman fazla bürokrasiden) süreçleri izleme ve değerlendirme konusunda yetersiz kalabilir. İşte tam bu noktada sivil inisiyatifler aktif rol almalı ve yaptıkları ‘bilimsel’ araştırmalarla politika yapıcıları yönlendirmelidir. Bunu yapıcı bir tavırla sürdürülmelidir. Eğitim kurumları ya da kişiler üzerinde tahakküm kurmadan bir sivil alan arayışı bahsettiğim. Türkiye’de eğitimle ilgili sivil inisiyatif sayısı hem çok az hem de sivil alan sadece kriz dönemlerinde hareketleniyor.

Profesyonel okul yönetimi

Pozitif ajanda ile önümüzdeki dönemlerde sorun olması muhtemel alanlarla ilgili AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesi gerekli. SETA, TEDMEM ya da ERG gibi eğitim politikaları üzerine araştırma yapan düşünce kuruluşlarının sayısının artması gerekli. Bu anlamda Milli Eğitim Bakanlığının işbirliğine açık bir yaklaşımı olduğunu söyleyebilirim. Yeter ki çalışma takvimi ve amacı net belirlenmiş çalışma teklifleri sunulsun. Bu anlamda Cumhurbaşkanlığı himayesinde oluşturulacak eğitim kurulunda da sivil temsiliyetlerin olması ve temsillerin de yapıcı katkılar sunması büyük önem arz etmektedir. Kişisel gözlemlerle değil kapsamlı bilimsel araştırmalar ışığında yol almak burada anahtar yaklaşımdır. Eğitim alanında daha fazla dış gözleme, izlemeye ve değerlendirmeye ihtiyaç var. Bunun da asli sahibi sivil kuruluşlar olmalıdır.

Seçim sürecinde de sıkça dile getirildi bu konu ama tekrar hatırlatmakta fayda var. Yeni dönemde okullarımızın yönetimi ile ilgili daha profesyonel ve sürdürülebilir uygulamalara ihtiyaç vardır. Artık okullarımızın yönetiminde hem özlük hakları hem de nitelikleri itibari ile profesyonel okul yönetimleri söz sahibi olmalıdır. Vizyoner, çözüm odaklı, aktif okul yöneticilerimiz hali hazırda mevcut, ancak bunların sayılarının artırılması için hizmet öncesi ve hizmet içerisinde güçlendirilmeleri gerekmektedir. Güçlü okul yöneticisi öğretmeni de öğrenciyi de ve nihayetin de okulu da güçlendirir. Okul yöneticilerimiz lisansüstü çalışmalar yapması konusunda desteklenmeli ve bu anlamda yönlendirilmelidir. Ancak akademik olarak üst düzeyde olmak aynı zamanda iyi okul yöneticisi olmak değildir. Halihazırda zaten pek çok okul yöneticimiz gerçekten işini layığı ile yapmaktadır ancak “İyi bir okul yöneticisi kimdir?” derseniz, işbölümünü iyi yapan, ekip çalışmasını önemseyen ve çalışma arkadaşlarını yönetim süreçlerine katabilen, öğrencilerin eğitim kalitesini takip eden, öğretmenlerini destekleyen ve güçlendiren yöneticidir.

Öğretmenlerin niteliği

Hemen herkes öğretmenlerin niteliğinden şikayet ediyor. Oysa bu öğretmenler halihazırda bizim temel eğitim ve yükseköğretim süreçlerimizden geçerek öğretmen oldu. Dolayısıyla bilhassa yükseköğretim süreçlerinde öğretmen yetiştirme süreçleri ile ilgili eğitim fakültelerinin özeleştiri yapması şart. Tabii sadece özeleştiri değil, devamında icraat de bekleniyor değerli eğitim fakültesi yönetimlerimizden ve hocalarımızdan. Bu anlamda mezun ettikleri profillerin değerlendirme süreçlerinde nasıl bir performans sergilediklerinin izlenmesi ve buna göre bir güncellemeye gidilmesi gerekiyor. Bunu yapan eğitim fakülteleri az sayıda olsa da var. Yaygınlaştırılması önemli. Mezun olduktan sonra hizmete başlayan öğretmenlerle ilgili güçlendirmede ise özellikle Türkiye’nin en dezavantajlı bölgelerine yeni göreve başlayan öğretmenleri atayan insan kaynakları rejiminin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Zira bu durum katmanlı bir dezavantajlılık yaratıyor. Görevinin başında öğretmenlerin de mesleğin ilk yıllarında hızlı bir mesleki deformasyon yaşamalarına neden oluyor.

Bu yazıyı hazırlarken masamın bir tarafında 1977 yılında ilki gerçekleştirilen Dünya Müslüman Eğitimi (First World Conference on Muslim Education)  konferansının kitabı var. Altını çizdiğim bölümde manevi eğitimin, öğretim süreçlerinden ayrıştırılmasından kaynaklı bir ‘değer krizi’nin ortaya çıktığını söylüyor. Bu durumun genç bireyler için modern zamanlardaki en büyük zorluk olduğunu vurguluyor. Sene 1977. Günümüze geldiğimizde bu sorunun aynı ciddiyette devam ettiğini gözlemleyebiliyoruz. Elbette maneviyat öncelikle ailede ya da evdeki şahitliklerle edinilir. Bu anlamda temel aktör anne-babalar. Ama dindar, seküler, muhafazakar görüştüğüm her inanç ve ideolojiden anne baba bu konudan dert yanıyor ve kendilerini çoğunlukla yetersiz buluyor. Rehberliğe ihtiyaç duyduklarını sıkça dillendiriyorlar. Burada hem bireysel hem de kurumsal bakışlarımızı yeniden gözden geçirmekte fayda var. Dini ve manevi eğitime müstakil bir alan olarak bakılması temel sorunumuz. Tüm eğitim süreçlerinde maneviyat ‘içkin’ bir şekilde yer almalı. Elbette göze sokmadan! Bu konuda eğitim fakültelerinin olduğu kadar ilahiyat fakültelerinin de meseleyi ciddiye almalarında fayda var. Tabii ‘Aman çocuklarımız deist mi oldu!’ tavrı ile değil. Daha yapıcı ve bilimsel araştırmalarla destekli şekilde ilerleme kaydedilmeli. Ayrıca sosyal hayattaki her türlü karşılaşmada dini ve manevi yaklaşımlarımız çocuklarımız için turnusol kağıdı. Sözlerimiz ve davranışlarımız arasındaki uyum burada temel belirleyicidir. 

Son olarak, elbette yeni dönem sadece bu başlıklarla sınırlandırılarak değerlendirilmemeli. Daha çok başlık var üzerine konuşmamız gereken. Bu yazıda ön plana çıkanlara yer vermeye çalıştım. Önümüzdeki günlerde inşallah devamını hep birlikte tartışacağımız platformlar olacaktır. Özetle, son 16 yılın tecrübesi eğitimde reformist ya da sil baştancı değil daha tedrici bir yaklaşıma ihtiyacımız olduğunu göstermiştir. Bu tecrübe ile yeni dönemin başta çocuklarımıza olmak üzere ülkemize hayırlı olmasını tememni ederim.

[email protected]