‘Yeni Ortadoğu Soğuk Savaşı’na Zeytin Dalı ile girmek

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu / Güney, Kıbrıs Bahçeşehir Üniversitesi İİSBF Dekanı, Bilgesam Bşk. Yrd.
27.01.2018

PKK’nın Irak ve Suriye’deki varlık mücadelesinde rakip güçler ve rakip terör örgütleri arasında gidip gelme stratejisi, PKK/PYD kuşağını PKK/PYD’nin gücünün ötesinde istikrarsız ve tehlikeli hale getiriyor. Bu nedenle Ankara sınırlarını çevreleyen sınır ötesi alanın Türkiye düşmanı tehdit ve risklerden tamamen arındırılması gerektiğinin farkında.


‘Yeni Ortadoğu Soğuk Savaşı’na Zeytin Dalı ile girmek

Uzun bir süredir Ortadoğu’nun havası, suyu yeni bir soğuk savaşın işaretlerini veriyordu. Ancak Suriye’deki mücadelede, kısmen de Suriye ile bağlantılı olarak ortaya çıkan Irak mücadelesinde görünür hale gelen bu yeni soğuk savaş, ne 1970’lerin Arap soğuk savaşına benziyor ne de 2000’lerin ilk 10-15 yılında yaşanan yeni Arap soğuk savaşına. Üstelik bu yeni soğuk savaşın yaşandığı saha da çok soğuk değil, hatta bayağı sıcak. Nitekim geçtiğimiz haftanın sonunda başlayan Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) ve TSK destekli Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurlarının Afrin’e düzenlediği Zeytin Dalı Operasyonu (ZDO) olarak adlandırılan harekât ile saha daha da ısındı. Bu operasyonun Türkiye açısından ne önem taşındığını ileride özetlemeye çalışacağım, ancak sınırımızın ötesinde terörden arındırılmış bir bölge yaratmanın önemi Kilis’e ilk roket saldırıları yapıldığı andan itibaren herkesin malumu. Sahanın hareketliliği ve ‘Yeni Ortadoğu Soğuk Savaş’ının hibrit/melez karakteri nedeniyle analiz etmekte zorlandığımız temel husus ise Afrin Operasyonu’nun bu yeni oluşan (oluşmuş değil, oluşuyor olan) Ortadoğu Soğuk Savaşı dengeleri için ne anlam ifade ettiği. Kısaca bu yazımızın bir kolay, bir de zor misyonu var. Kolay olandan başlayalım.

Harekat Afrin’le bitmez

Zeytin Dalı Operasyonu TSK’nın Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirdiği üçüncü sınır ötesi operasyon. Bu harekât da uzmanlarca aynı Fırat Kalkanı Operasyonu’nda olduğu gibi effects-based operation (EBO) yani bir etki yaratma operasyonu olarak tanımlandı. Aslında açıklaması adından da anlaşılacağı üzere; EBO türü operasyonlar, özellikle kompleks güvensizlik alanlarında, yani güvensizliğin farklı kaynaklardan geldiği, iç içe geçtiği mücadele sahaları için planlanıyor. Bu tür operasyonlarda taktik, operasyonel ve stratejik düzeyde askeri ve askeri olmayan kabiliyetlerin kullanılacağı öngörülüyor ve bu araçlar vasıtasıyla elde edilen askeri sonuçlarla karşı tarafın stratejik tercihleri üzerinde etki yaratarak arzu edilen siyasi sonucun alınmasını hedefleniyor. Bu açıdan bakıldığında ve askeri literatür ya da kavramsallaştırmaların sınırlarından kendimizi kurtardığımızda TSK’nın Suriye’de gerçekleştirdiği üç operasyon da (Fırat Kalkanı, İdlib Operasyonu ve Zeytin Dalı) birbiriyle bağlantılı hale geliyor. Bu üç operasyonu birbirine bağlayan stratejik amaç aslında TSK’nın askeri/operasyonel, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi/diplomatik başarısı üzerinden yaratılmak istenen etki. Ankara’nın stratejik aklı bu etkinin hem caydırıcı hem de zorlayıcı olacağını, bu anlamda da Türkiye’nin elini çok rahatlatacağını bildiğinden diplomatik ve askeri hazırlıklarını uzun süredir devam ettiriyordu.

Türkiye askeri ve siyasi caydırıcılığını uzun bir süredir güçlendirmeye ve daha güvenilir bir caydırıcılık inşa etmeye çalışıyor. Bu çabasının temel nedenlerinden biri 1990’lardan bugüne kadar çeşitli şekil ve biçimlere girip (Marksist soldan etno-milliyetçiliğe, milliyetçilikten ABD’nin seküler-ekolojik koridor bekçiliğine) farklı müttefikler tarafından farklı dönemlerde farklı çıkarlar için donatılan ve Ortadoğu’da varlık gösteren diğer terör örgütleri gibi demografik değişim ve şiddet üzerinden Ortadoğu devletlerinin çözülmesinde rol alan PKK/KCK/PYD/YPG tehdidinin Ankara için son derece somut olması. Türkiye’de gerçekleştirilen terör saldırılarının sadece DAEŞ odaklı olmayıp Suriye’de kurulmaya çalışılan PKK koridorundan da gelmesi, ya da ZDO operasyonu başladığında sivilleri hedef alan füzelerin bu bölgeden ateşlenmekte hiç beis görülmemesi zaten tehdidin somutluğunu gayet açık anlatıyor.

Ancak bir de tehdidin soyut kısmı var ki, Ankara’nın terör koridorunu güvenlik koridoruna dönüştürmek ve bu şekilde bir güvenlik koridoru olarak kontrol altında tutmak için niçin güçlendirilmiş caydırıcılığa ihtiyaç duyduğunu anlamamızı sağlıyor.

Trump Amerika’sından kendini sınırlı ayrıştırmayı tercih eden İngiltere’nin sızdırdığı Rakka pazarlığını yani DAEŞ militanlarına Rakka’dan güvenli koridorun YPG/SDG unsurları tarafından açılmasını hatırlayalım. Ve yahut geçen hafta basına yansıyan Afrin’de YPG’nin DAEŞ militanlarını ÖSO’ya karşı işbirliğine çağırma haberlerini ve yahut muhtemel YPG-rejim, YPG-DAEŞ işbirliği haberlerini hatırlayalım. PKK’nın Irak ve Suriye’deki varlık mücadelesinde rakip güçler ve rakip terör örgütleri arasında gidip gelme stratejisi PKK/PYD kuşağını PKK/PYD’nin gücünün ötesinde istikrarsız ve tehlikeli hale getiriyor. Bu nedenle Ankara sınırlarını çevreleyen sınır ötesi alanın Türkiye düşmanı tehdit ve risklerden tamamen arındırılması gerektiğinin farkında.

Aslında Fırat Kalkanı ile başlayan ve Suriye’deki mücadelenin zorluğu nedeniyle cep cep gitmek zorunda kalan de facto güvenli alanların yani terörden temizlenmiş alanların TSK ve TSK destekli ÖSO operasyonları sayesinde oluşturulması (Afrin örneği), sonra bu alanların yerinden edilmiş Suriyeli mültecilerin geri dönmesine olanak sağlayacak ekonomisi-siyaseti işler alanlar haline getirilmesi (Cereblus-Azez örneği), diplomatik girişimler sonucu kısmı kontrolün sağlanacağı mevkilerden güvenli bölgelerin desteklenmesi (İdlib örneği), tümü bir arada düşünüldüğünde, ZDO’nun başarılı bir biçimde sonuçlanması Irak’tan Akdeniz’e Türkiye’yi saran koridor hayallerini -kimden gelirse gelsin- bu koridorlara sınırlı varlıkların devletimsi yapılara devşirilme hayallerini -hangi terör grubuna ait olursa olsun- imkansızlaştırarak caydıracaktır. Daha önceki yazılarımızda da bahsetmiştik; Türkiye ulusal güvenlik stratejisi olarak savunma için saldırı kavramına döndüğü andan itibaren aslında maliyetli ama caydırıcılık açısından güçlü deterrence of denial, başarılması imkânsız hale getirerek Türkiye güvenliğine karşıt tüm jeopolitik/jeoekonomik projeleri caydırma stratejisini de benimsemişti. İşin ilginç yanı bu caydırıcılığın, zorlayıcılığı da beraberinde getirmesi; yani Ankara başarılı olduğu takdirde, alanda mücadele eden ve eski projelerinden ümitvar olmayan tarafları yeni siyasi pazarlıklar üzerinde düşünmeye itmesi. Bu çerçeveden düşündüğümüzde ZDO’nun niçin bir yandan Soçi-Astana, diğer yandan Cenevre süreçlerinden önce, bu süreçlerle beraber ele alındığı anlaşılıyor. Ankara; Zeytin Dalı Harekatı ile Afrin’deki PKK/PYD tehdidini temizlemeyi, PKK/PYD’yi kullanacak ya da PKK/PYD tarafından kullanılacak başka terör tehditleriyle ilgili olasılığı ortadan kaldırmayı, terör kuşaklarıyla yerinden edilmiş Suriyeli sivillerin hayatta kalabileceği alanlar açmayı istiyor.  Ayrıca ve en önemlisi Suriye’nin geleceğinin şekilleneceği masalarda başta ABD olmak üzere tüm tarafları Fırat’ın doğusuyla ilgili Türkiye karşıtı planları değiştirmeye zorlamak, ABD’yi DAEŞ üzerinden SDG’yi meşrulaştırmaktan vazgeçirmek ve bu süreçte hem Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak hem de ÖSO’yu Suriye’nin geleceğinde güçlendirerek masaya oturtmak istiyor.

Operasyona ABD’nin tepkisi

Nitekim ZDO’nun başarısına da bağlı olan bu senaryonun siyasi sonuçlarının Türkiye açısından olumlu olabileceğinin görülmesi dahi dünya kamuoyunda ZDO’ya karşı yüksek bir sesin çıkmamasına neden oldu. BMGK’nden direkt Afrin ile ilgili bir mesaj gelmedi, Ankara’nın da önem verdiği meşru müdafaa hakkı, terörle mücadelede işbirliği ve sivillere insani yardımın altı uluslararası camiada çizildi. NATO Genel Sekreterliği Türkiye’nin meşru müdafaa hakkı olduğunu söyledi. Hatta ABD’nden dahi Tillerson aracılığı ile ne olduğu muğlak bir “kullanılmayan güvenli 30 km’lik bölge” teklifi ve “sizi anlıyoruz tabi” mesajı geldi. Sorun şu ki; ABD-Türkiye ilişkisinde uzun bir süredir güvensizlik krizi yaşanıyor. Sokakların ZDO’ya verdiği desteğin bir nedeni de sadece Türkiye’ye yönelik 15 Temmuz öncesi-sonrası sıkıştırma hamlelerinin ciddiyeti, terör tehdidinin Demokles’in kılıcı gibi Ankara’nın başında sallandırılmasının bunaltıcılığı değil. ABD ve müttefiklerin Türkiye’nin ve Türk halkının korunmaya ve desteğe ihtiyacı olduğunda bu desteği vermemiş olduklarının görülmesi Bush dönemi yükselen ABD karşıtlığı ile Obama-Trump dönemi ABD karşıtlığını birbirinden ayıran en önemli fark. Erdoğan-Trump telefon görüşmesi sonrası Washington’dan yapılan yazılı açıklama sadece Ankara’ya Afrin operasyonunda temkinli olması telkininde bulunmuyor, Türkiye kamuoyunda ABD’ne yönelik artan memnuniyetsizlikten duyulan rahatsızlığı da yansıtıyordu. Trump Amerika’sı ne yapacağına gene tam karar verememiş gözüküyor; mutat tehditlerini mi savursun, Türkiye’yi kaybetmemek için anlayışlı ortak kisvesine mi bürünsün.

Yerli ve milli savunma

Türkiye’nin müttefiklerinden talep ettiği desteğin bir cömertlik çağrısı olmadığını da Türkiye’nin konumu, ekonomisi ve ordusuyla Avrupa-Atlantik güvenliğini sağlayan, bu uğurda para ve emek harcayan bir ortak olarak NATO ve ABD’ye “sorumluluklarını yerine getir” çağrısı olduğunu da hatırlatalım. Daha önemlisi bugün ZDO’ya verilen kamu desteği gösteriyor ki kamuoyunun müttefik sorumluluğuyla ilgili beklentisi azalmış, milli ve yerli kaynak ve kabiliyetlere/ milli ihtiyaçlara uygun dizayn edilmiş diplomasi ve güvenlik politikalarına güveni artmış durumda. Zaten savunma açıklarının milli ve yerli savunma sanayi üretimiyle kapatılma kararı (yerli üretim tanklar, İHA›lar, SİHA’lar vb.), Atlantik menşeli savunma kapasitelerini çeşitlendirme konusunda sonu başarılı biten arayış (S-400 anlaşması), milli kaynaklarla desteklenmiş istihbarat faaliyetleri (ÖSO kaynaklı Afrin istihbaratı) ve çok yönlü dengeleme temelli diplomasi (Türkiye-Rusya, Türkiye-İran, Türkiye-Bağdat yakınlaşmaları, Soçi, Astana süreçleri) ZDO gibi hem caydırıcılık hem zorlayıcılık etkisi yaratmayı amaçlayan bir operasyonun başlamasını mümkün kılmıştır. Bu nedenle ucu belirsiz sözler (10 km az oldu 30 km verelim), Fırat’ın doğusundaki terör kuşağını içermeyen vaatler (donatmayacağız dedik ama Fırat’ın doğusu bizim alanımız donatacağız galiba), sizi anlıyoruz, hak veriyoruz ama DAEŞ ne olacak, PYD sırf DAEŞ’le savaşsın masalı Türkiye’yi şu anda büyük emek, maliyet, halk desteği ve Mehmetçiğin -hepimizin yüreği ağzında beklediğimiz- çabasıyla elde ettiği güç ve kontrol noktasından geriye döndürmeyecektir.

Washington-Moskova mücadelesi

Büyük oranda ABD’nin, kısmen de Rusya’nın Türkiye’yi Suriye jeopolitiğinin denklemine oturturken yaşadıkları zorluk yeni Ortadoğu Soğuk Savaşı’nın henüz uç veren niteliklerinden kaynaklanıyor. Ortadoğu, o kadar çok o kadar kanlı mücadele gördü ki bu sefer farklı olan ne diye, şüpheci okuyucularımız sorabilir. Hakları var, Ortadoğu çok şey yaşadı, şimdi de kaderinde yenilenmiş büyük güç mücadelesini yaşamak var. Aslında bu mücadele Ortadoğu kaynaklı bir mücadele değil, ders kitaplarında okutulacak sarihlikte bir güç mücadelesi. Nitekim, güç mücadelesinin şimdilik güçlü tarafı ABD durumu fark ederek hem de Trump başkanlığında bir hamle yaptı ve ulusal güvenlik stratejisindeki hedefleri ve öncelikleri değiştirdi. Yeni stratejiye göre ABD, terörle mücadele, kitle imha silahlarının yayılması, müttefikleri ABD düzenine bağlama filan gibi misyonları öteleyip açıkça adını zikrettiği rakiplere (Rusya ve Çin) karşı önlem almayı önceledi. Şans bu ya, bu mücadelenin Rusya-ABD ayağı Ortadoğu-Avrupa eksenine yani Doğu Akdeniz jeopolitiğine oturuveriyor. Zaten bu nedenle taraflar Suriye’de burun buruna geldiler ve Suriye’de Arap Baharı ile başlayan Arap Kışı ile devam eden iç savaş, nitelik değiştirerek Suriye’nin ortadan iki ayrı etki alanına bölündüğü bir nevi Suriye Yalta’sına doğru Washington-Moskova mücadelesine dönüştü. Bu mücadelenin izdüşümü alanda savaşan aktörlere verilen destek ve köstek hamlelerinde çok rahatlıkla görülebilir. Öyle ki, ABD, TSK Afrin’e operasyon başlattığında Suriye’deki demir-perdenin nereden geçtiğini elinde tuttuğu PKK/PYD’ye hatırlatıverdi. Fırat’ın doğusunun Washington ve Pentagon destekli PKK/YPG/SDG tarafından tutulduğu; Fırat’ın batısının Rusya, Rusya destekli Rejim (son günlerde fırsat bu fırsattır diyerek İdlib’de ilerleme kaydediyor), Trump sonrası daima mutsuz, Rusya tarafından da çok memnun edilemeyen İran ve İran destekli örgütler tarafından tutulduğu bu Suriye Yalta’sında ancak taşlar yerine oturmuyor.

‘Taşeron devlet’ kurma oyunu

Fırat’ın doğusunu ve batısını birbirinden ayıran kumdan ve kandan perde, demir-perde işlevini görmekten çok uzak. Bugün dahi geçirgen ve hatta geçirgen olması için tasarlanmış. DAEŞ/PKK terör tehdidi Suriye’nin kuzeyine hâkim olmadan önce Türkiye’nin dillendirdiği Suriye’de güvenli bölgeler kurulması talebinin kolaycacık reddedilmesinin sebebi de bu geçirgenliğin sağlanması, çünkü Obama-Trump başkanlıkları esnasında Suriye’yi görev ve varlık alanı seçen Pentagon bu geçirgenlikten faydalanarak Bağdat’tan Erbil’e, Erbil’den Kobani’ye, Kobani’den Afrin’e, Afrin’den Akdeniz’e bir taşeronlar koridoru oluşturmayı kafaya koymuştu. Eh tabi taşeronların da bir kalbi/aklı var, gönüllerinde bu koridoru hiç olmaz ise devletimsi bir oka çevirmeyi istiyorlar. Bu durum da aslında Avrupa güvenliğinin başladığı toprakları yani Türkiye’yi tehdit ediyor. Omlet yapmak için kırılan yumurta, varsın olsun canım. ABD stratejik kibrinin Suriye’de palazlandığı yıllardayız ve Pentagon bu okla petrol ve gaz üreticisi güçlenme eğilimindeki aktörleri, Tahran’ı, Moskova’yı, Doha’yı, Bağdat’ı hatta Erbil’i kontrol altında tutmayı amaç ediniyor. Pentagon’un şansı, Suriye rejiminin şansızlığı, pek çok konuda anlaşamaz göründüğü Trump’ın enerji hegemonu olma stratejisi ile Pentagon’un terör koridoru stratejisinin örtüşmesi.  Pentagon’un şansızlığı, Suriye rejiminin şansı, koridorun bir yanında Akdeniz’e çıkışın Rusya tarafından tutulması. Bu denklemde PKK/KCK/PYD/YPG/SDG‘nin işlevinin bitmediğini hatta artığını düşünen Pentagon tırlar dolusu silahı- kutusunda dursun diye değil kullanılmak üzere- PKK’ya stratejik istihbaratla beraber gönderiyor. Zaten bu nedenle Washington ve Moskova arasında Membiç PKK’sı, Afrin PKK’sı diye bölünen PYD’deki başlar Amerika’ya doğru dönmeye başladı. Moskova ise hem kendi önünü Suriye ve Merkezi Avrupa’da kesen Amerika’yı cezalandırmak için, hem de Amerikan desteğini fazla alkışlayan Afrin PYD’sini cezalandırmak için zaten kendini savunmak için hazırlıklarını tamamlayıp konjonktürün olgunlaşmasını bekleyen Türkiye’nin önünü açtı. Fırat Kalkanı’ndan Afrin’e görünür hale gelen manzara budur.

Bu manzaranın berisinde sadece Akdeniz’de niyetlenilmiş terör koridoru oyununu bozma çabası yok; Türk Akımı üzerinden Moskova-Türkiye işbirliği ABD’nin Avrupa’daki saldırgan enerji politikasını da bozma potansiyeline sahip. Bu nedenle Rusya gönüllü/gönülsüz Fırat’ın doğusu-batısı olarak ayrılmış Suriye etki alanlarında kuzeyde Türkiye ve ÖSO’nun sahneye (ZDO merkezli de-facto güvenli bölgeler) ve masaya (Soçi’de PYD olmayacak) etkili bir biçimde girmesine olanak sağladı. Böylece Suriye’de ikili değil üçlü bir etki alanı haritası ortaya çıkıyor. Yeni kabiliyetleri ve alan tecrübesiyle Türkiye’nin dostluğu da düşmanlığı da Suriye’nin geleceğinin şekillenmesinde etkili olacak; artık bunu biliyoruz. Bakalım Türkiye’yi bu yeni Ortadoğu Soğuk Savaşı oyununda kim kazanacak, kim kaybedecek? Hatırlatalım ABD Türkiye’ye yaptığı fauller nedeniyle zaten sarı kart-kırmızı kart arasında gidip gelerek oynuyor.

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu / Güney, Kıbrıs Bahçeşehir Üniversitesi İİSBF Dekanı, Bilgesam Bşk. Yrd.

[email protected]