Büyük Türkiye eşiği

Adnan Boynukara / AK Parti Adıyaman Milletvekili
3.12.2016

Yaşadığımız süreç, 15 Temmuz ve küresel güçlerin bölgemizde kurmak istediği yeni denklemler üzerinden değerlendirildiğinde, sistem değişikliğinin kaçınılmaz olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Türkiye bir eşiktedir. Ya bu eşiği aşıp bölgesel güç olmak için Yeni Türkiye’yi kuracağız ya da bize dayatılan kaderi yaşamaya devam edeceğiz.


Büyük Türkiye eşiği

“Batıya hizmet teklif etmekle, belayı başımızdan def edemeyiz.”

Kemal Tahir

Amerikalı yazar Herfried Münkler İmparatorluklar; Eski Roma’dan ABD’ye Dünya Egemenliğinin Mantığıkitabında, devletlerin büyüme seyrini ve imparatorluğa giden yolu etraflıca tartışır. Kitabın genelinde Augustus eşiği ve emperyal çevirim kavramları ön plana çıkar. Augustus eşiği kavramının taşıdığı anlamı netleştirmek için Roma imparatoru Octavianus’u örnek verir. M.Ö. 31 yılında Roma imparatoru Octavianus, Yunanistan’ın batı kıyılarında, Mısır’da Doğu İmparatorluğu kurmaya çalışan Marcus Antonius ve Kleopatra’nın ordularına karşı savaşır ve onları yener. Bu zaferin ardından Octavianus, ‘Augustus’, yani ‘yüce’ unvanını alır.
 
Octavianus bu unvanı aldıktan hemen sonra Roma’nın kalkınması ve gelişmesi için askeri, siyasi, sosyal, ekonomik ve mali reformları hayata geçirir. Var olan sistemi değiştirir ve devleti yeniden yapılandırır. Bu reformların sonucunda, kısa bir süreç içinde Roma, büyük bir imparatorluğa dönüşür. İşte; Roma’da yaşanan bu köklü değişim süreci, siyaset biliminde, Augustus eşiği kavramı ile açıklanır. Münkler, tarih boyunca birçok imparatorluğun bu aşamaya takıldığını ve eşiği geçemediği için kısa süreli bir parlamadan sonra yıkılıp gittiğini yazar. Yani önemli olanın, bu eşiği aşacak siyasi iradenin sergilenmesi olduğunu vurgular. Başka bir ifadeyle; Augustus eşiğinin, gücünü halkından alan devlet iktidarının kendini dönüştürerek küresel bir otoriteye evirilmesi olduğunun altını çizer. Emperyal çevirim kavramı ise uzun süre yaşayan imparatorlukların geçici gerileme dönemlerine rağmen farklı koşulları değerlendirerek kendini yenilemesi ve yeniden emperyal bir düzeye yükselmesini tanımlar. Yani; emperyal çevirim, büyük bir devletin en zayıf anında bile sürekliliğini sağlayacak dinamiklere yaslanarak küllerinden yeniden doğması anlamına gelmektedir.

Emperyal çevirim

Türkiye, coğrafyanın kendine dayattığı kader ile mücadele ederek büyümeye, kalkınmaya ve bölgesel güç olmaya çalışmaktadır. Halk iradesinin üzerine vesayet oluşturan güç merkezlerinin dayatmalarıyla mücadele sonucu ortaya çıkan, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, Yeni Türkiye’nin kodlarının oluşturulması açısından önemli bir eşikti. Ancak, sürekli yenilenen vesayet odaklarının baskısı sonucu, Yeni Türkiye fikrinin hayata geçirilmesi engellendi. Son zamanlarda yoğunlaşan sistem tartışmalarının geldiği süreç, bu konuya odaklanmamızı zorunlu kılıyor. Sistem değişikliğinin rejim değişikliği olmadığını, ülkenin kalkınması, büyümesi ve gelişmesi için bir aşama olduğunu görmekte, belirli çevrelere Augustus eşiği ve emperyal çevirim kavramlarını anlatmakta yarar var.

Yaşadığımız süreci; cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmiş olmasının ortaya çıkardığı mevcut durum, milletin kararlılığıyla önlenen 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi, başkanlık sistemi tartışmalarının geldiği son nokta ve küresel güçlerin bölgemizde kurmak istedikleri yeni denklemler gibi faktörlerin üzerinden değerlendirildiğinde, sistem değişikliğinin kaçınılmaz olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu anlamıyla, Türkiye’nin tam bir eşikte olduğu söylenebilir. Ya bu eşiği aşıp bölgesel güç olmak için Yeni Türkiye’yi kuracağız ya da içe kapanma anlamına gelen ve bize dayatılan kaderi yaşamaya devam edeceğiz.

Türkiye’nin bu süreci aşması için durumun ne anlama geldiğini somutlaştırmakta yarar var. Bu nedenle; Türkiye açısından Augustus eşiği ve emperyal çevirim; bütün enerjinin toplumun talep ettiği, devletin de ihtiyaç duyduğu iç reformlara yöneltilmesi, reformların hayata geçirilmesine ilişkin yasal düzenlemelerin yapılması, devletin bu reformlar doğrultusunda dönüştürülmesi ve bunların sonunda da tüm unsurlarıyla halkla bütünleşmiş bir yapıya evirilmesidir. Yani; mevcut sistemin ve devletin, çağın koşulları ve toplumsal taleplerin gerektirdiği değişimi karşılayarak, bölgesel bir aktöre dönüşmesidir.

Dönüşümün aracı 

Başkanlık sistemine ilişkin değişikliği; devletin demokratik dönüşümünün hayata geçirildiği, iç meselelerin tümünün toplumsal talepler doğrultusunda çözüldüğü, askeri, mali, siyasi ve sosyal reformların tamamlandığı, Yeni Türkiye’nin kendi kodlarıyla birlikte kurumsallaştığı, siyasal coğrafyamızla bütünleşme açısından kurucu bir aklın devreye konulduğu reel altyapısı olan ülküye ulaşmanın ilk adımı olarak değerlendirmek gerekir. Bu sürecin taşıyıcı aracı ise halkın siyasal tercihini oluşturan AK Parti’dir. Ülkenin ve umudunu bu ülkeye bağlamış diğer halkların geleceğini hedefleyen kurucu bir iradeyi sergilemekle mükelleftir. Eleştirdiği ve dönüştürmek için mücadele verdiği ‘Eski Türkiye’nin reflekslerine değil, toplumun tüm kesimleriyle bütünleşen, ülkeyi küresel güç yapacak yeni bir paradigma ve ülkü üzerinden Yeni Türkiye’nin kodlarını belirleyip hayata geçirmesi esastır. Başkanlık tartışmaları ve sistem değişikliğine ilişkin süreç, Türkiye’ye Augustus eşiğini aşma fırsatını sunabilecektir.

Yaşadığımız sürecin taşıyıcı aktörü ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Çünkü Müslüman halkları ve Osmanlı’yı tümden imha girişimini, yani 200 yüz yılı aşan makus talihin, tersyüz edilebileceğini gösteren bir özgüveni ve kadim misyonu temsil etmektedir. Bununla birlikte; toplumun oldukça geniş kesiminin, iradesinin aracı olarak görmesi, Müslüman halklarla, farklı dini azınlıklarla ve Selçuklu-Osmanlı mirasıyla barışma, jeopolitik mirası sahiplenme, bölgesel güç olma ve Batı karşısına yeniden bir alternatif olarak çıkabilme iddiasının Erdoğan’ın şahsında tecessüm etmiş olmasıdır. Diğer bir önemli faktör ise eski teslimiyetçi politika ve uygulamalara karşı mevcut küresel sistemin işleyişine itiraz etmesidir. Türkiye, dile getirdiği itirazlar üzerinden, var olan adaletsizlikleri dünya kamuoyunun gündemine getirdiği için ortaya çıkan rahatsızlık derinleşmektedir. Nitekim küresel sistemi tıkayan ve kendi çıkarları için kullanan güçlere karşı sergilediği siyasal tutumu, Kemal Tahir’in “Batıya hizmet teklif etmekle, belayı başımızdan def edemeyiz””ifadesi üzerinden okumakta yarar var. Ancak Batılı paradigma ezberletilmiş, bunun aksini düşünmeyi felaket sananlara bu gerçeği anlatmak ise oldukça zor. Bu manada; Erdoğan, sadece bir siyasi lider değil, bahsettiğimiz tarihsel misyonun ve dönüşümün de adıdır. Bu durum; hem kurucu ve doğal lideri olduğu partiye ve kendisine büyük sorumluluk yüklemektedir. Bizlere düşen ise bu iki iradeye sahip çıkıp destek vermektir. Tarihte dramatik döngüler vardır. Döngü dinamiklerini harekete geçiren ve vasatı bir ‘üst’ boyuta taşıyan eşiklerde ferasetli davranmak yeni bir tarih yazmanın arka planını oluşturur…

[email protected]