Cumhurbaşkanlık sistemini gerçek kılan uzlaşma

Serdar Gülener / Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi
3.12.2016

1 Aralık 2016 tarihinde Başbakan Yıldırım ve MHP lideri Bahçeli’nin yaptığı uzlaşı açıklaması Türkiye’nin siyasi ve anayasal tarihinde yepyeni bir fırsatı ortaya çıkarmıştır. Varılan bu aşamanın başarıyla nihayete erdirilebilmesi cumhurbaşkanlığı sisteminin topluma ne ölçüde iyi anlatılabileceğine bağlı olacaktır. Unutulmamalıdır ki demokrasilerde son söz her zaman halkındır.


Cumhurbaşkanlık sistemini gerçek kılan uzlaşma

Geçtiğimiz Ekim ayı içinde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklaması başkanlık sistemi tartışmaları açısından önemli bir dönüm noktasını oluşturdu. Bahçeli, açıklamasında özetle cumhurbaşkanının yürütme organı içindeki pozisyonunda fiili bir durumun varolduğunu ve bunun anayasal bir çerçeveye kavuşturulması gerektiğini belirterek, MHP olarak bu konuyla ilgili Meclise gelebilecek önerilere açık olduklarını ifade etti. Bazı çevrelerin şaşırtıcı bulduğu bu açıklama aslında Bahçeli’nin başkanlık sistemi tartışmalarının başladığı günlerden itibaren takındığı tavır açısından çok da şaşırtıcı değildi. Zira ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi’’nin (CHP) aksine MHP başkanlık sisteminin tartışılmasına kategorik bir karşı çıkış içinde olmamıştı. Partiden gelen açıklamalarda zaman zaman parlamenter sistemi öncelediklerini belirten bazı ifadeler yer alsa da olası bir anayasa değişikliğinde anayasanın değiştirilemez maddelerinin birer kırmızı çizgi olduğu sık sık tekrarlanmıştı. Ancak MHP açısından başkanlık sistemine ilişkin asıl kırılmanın 15 Temmuz’da FETÖ tarafından gerçekleştirilen hain darbe girişiminden sonra yaşandığı söylenebilir. Bu durum büyük ölçüde Bahçeli’nin hem darbe girişiminin artçı sarsıntıları hem de PKK ve DEAŞ’ın başlattığı terör dalgasının Türkiye’ye karşı oluşturduğu tehdidi algılama biçimi ile yakında ilişkili kabul edilmelidir. Bahçeli’nin anayasa değişikliğine yeşil ışık yakarken kullandığı “Türkiye Cumhuriyeti’nin beka mücadelesi verdiği bugünlerde…” ifadesinin iki parti arasındaki uzlaşı zemini belirleyen temel hususlardan olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır.

Müzakerelerin çerçevesi

Bahçeli’nin açıklaması ile fitili ateşlenen anayasa değişikliği müzakerelerin somutlaşması ise AK Parti ve MHP liderlerinin biraraya gelmesiyle gerçekleşti. Burada alınan kararla birlikte kısa bir süre sonra AK Parti anayasa değişikliğinin çerçevesini meydana getiren anayasa değişiklik önerilerini taslak haliyle MHP’ye iletmiş oldu. Üç öneri içinden sadece hükümet sistemine odaklanan taslağın merkeze alınmasıyla her iki partinin temsilcilerinden oluşan bir komisyon aracılığıyla müzakereler başladı. Kasım ayının son haftası itibarıyla komisyon görevini tamamlandı ve nihai kararın parti liderleri tarafından verilmesi kararına varıldı. Parti liderleri de Aralık ayının ilk günü biraraya gelerek ve tüm konularda uzlaşmaya vardıklarını açıkladı.

İfade etmek gerekir ki üzerinde müzakere edilen metne dair resmi bir açıklama yapılmamıştır. Bu noktada AK Parti’nin ihtiyatlı tavrının etkili olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle başkanlık sistemine dair bazı çevrelerden yükselen kategorik karşı çıkışların bu tavırda belirleyici olduğunu belirtmek gerekir. Dolayısıyla bugüne kadar tüm muhatapların gerçek bir tartışma zeminine sahip olamamalarının bir sonucu olarak görülebilecek bu durum, AK Parti’yi söz konusu biçimde hareket etmeye zorlamaktadır. Bunun kamuoyuna yansıyan en önemli yönü ise müzakerelere dair kulis bilgileri ile yetinilmesidir.

“Gerçek” tartışma ortamı

Hükümet sistemleri, devletin egemenlik yetkilerini kullanan yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki ilişki biçimini belirleyen bir tasarımın ürünü olarak aynı zamanda üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir anayasa mühendisliğini de gerektirmektedir. Bunun kaçınılmaz sonucu ise sağlıklı bir tartışma ortamının oluşturulmasının gerekliliğidir. Bu müzakereler, söz konusu ortamın hazırlanması adına önemli bir imkânı da yaratmıştır. Artık başkanlık sisteminin nasıl bir içeriğe sahip olacağı çeşitli araç/mekanizmalar etrafında konuşulmaya başlanmıştır.

Kuşkusuz kamuoyuna yansıyan bilgilerden en sürpriz olanı sistemin adının “Cumhurbaşkanlığı” olarak kabul edilmesidir. He ne kadar diğer mekanizmaları ile değerlendirildiğinde sistem tam bir başkanlık sistemi olsa da böylesi bir isimlendirmenin Türkiye’ye özgü bir niteliği ortaya koyduğu söylenebilir.

Neler tartışıldı?

Devletin şekli konusunda partiler arasında herhangi bir görüş ayrılığı olmadığı anlaşılmaktadır. Üniter yapının korunması, bir anlamda başkanlık sisteminin federalizm ile eşdeğermiş gibi gösterilmesine cevap olmanın yanında yine başkanlık sisteminin üniter yapı açısından bir engel olmadığının kabulü noktasında da önemlidir.

Üniter yapı ile benzer biçimde parlamentonun da tek meclisli karakterinin korunması, bugüne kadar başkanlık karşıtı söylemin önemli argümanlarından biri olmuştu. Oysa her iki partinin de tek meclisliliğin korunması yönünde bir kanaate sahip olduğu görülmektedir.

Seçimlerin zamanlaması, başkanlık sistemlerinde hükümetin bölünmüş bir karaktere sahip olup olmayacağını belirleyen faktörlerden biridir. Zira yasama desteği almayan bir başkanın politikalarını uygulamak hususunda ciddi sıkıntılar yaşaması olasılık dahilindedir. Başkan ile yasama organı arasındaki seçimlerin aynı tarihte yapılmasının seçmen tercihlerinin her iki organda da benzer yönde gerçekleşmesine hizmet ettiği yönünde bilimsel çalışmalar mevcuttur. Bu konuya ilişkin olarak da herhangi bir sorun olduğu anlaşılmamaktadır.

Cumhurbaşkanının kararname çıkarma yetkisi de başkanlık sistemlerinde yasama-yürütme arasındaki ilişkiyi etkileme kapasitesine sahip önemli bir araçtır. Bu başlıkta AK Parti’nin yürütme erkinin yetki alanına giren konularda başkanlık kararnamesinin çıkartılabilmesi yönünde bir yaklaşımı olduğu, fakat bunların temel hak ve özgürlükler ile ilgili hususların yanı sıra kanunla düzenlenen spesifik alanlarda kullanılmaması gerektiğini savunduğu görülmektedir. Meclis ve Anayasa Mahkemesi yoluyla bu kararnamelerin denetlenebileceği de AK Parti’nin önerisinde öne çıkan bir başka husus olarak değerlendirilebilir. Ancak MHP’nin bu konuda bazı çekincelerinin olduğu, özellikle kararnamelerin çıkarılacağı alanların dar bir çerçevede tutulması gerektiği yönünde bir yaklaşımının olduğu zaman zaman dile getirilmişti. Liderler zirvesi sonrasında bu konuda da bir uzlaşamama durumu olmadığı görülmektedir.

Üzerinde tartışmaların yoğun olduğu anlaşılan başlıklardan biri de cumhurbaşkanına parlamentoyu feshetme yetkisinin verilip verilmeyeceğiydi. Özellikle yürütme ile yasama arasında olası tıkanıklık durumlarında çözüm üretmeyi hedefleyen ancak doğası gereği bir o kadar tartışmalı olan bu mekanizmaya ilişkin AK Parti’nin tek taraflı bir feshi öngörmediği, cumhurbaşkanı ile Meclisin karşılıklı olarak birbirilerinin varlıklarına son verebilmelerine imkân tanıyan bir düzenlemeyi savunduğu ifade edilebilir. Fakat MHP’nin tek taraflı biçimde cumhurbaşkanının böyle bir yetkiye sahip olmaması gerektiği yönünde görüş belirttiği çeşitli defalar dile getirilmişti. Bu nedenle fesih konusunda MHP’nin endişelerini ortadan kaldırabilecek bir düzenleme olan iki taraflı fesih konusunda uzlaşıldığı düşünülebilir.

Müzakerelerde üzerinde en fazla tartışmanın cumhurbaşkanının partisi ile olan ilişkisinin mahiyeti üzerine yoğunlaştığı, özellikle görüşmelerin son günlerinde sıkça gündeme gelmişti. MHP kanadı cumhurbaşkanının bir partinin üyesi olabileceğini ancak genel başkanı olmayacağı yönünde görüş belirttiği hatta bu nedenle müzakerelerin tıkandığı yönünde haberler çıkmıştı. Oysa Ak Parti açısından yeni sistemin en özgün yanlarından birini bu ilişkinin devam etmesi gerekliliği oluşturmaktadır. Binali Yıldırım’ın müzakereleri nihayete erdirmek için Bahçeli ile görüştükten sonra yaptığı açıklamada bu engelin aşılmasında doğrudan bir düzenleme yerine Anayasa’nın 101. maddesinde “Cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisiyle ilişkisi kesilir” ibaresinin “…ilişkisi devam eder” biçiminde yapılacak bir düzenleme ile aşılacağını göstermektedir. Böylece cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisi ile ilişkisinin düzeyini kendisinin belirleyebilmesine de imkan sağlanmış oldu.

Bundan sonra ne olacak?

Temel çerçevesi yukarda çizilen ve hükümet sistemini cumhurbaşkanlığı modeline dönüştürecek olan anayasa değişikliğinin Ocak ayı itibarıyla Meclis’ten referanduma gidilebilecek bir çoğunlukla geçmesi beklenmektedir. Ancak iki partinin ana kurgusu üzerinde anlaşmaya vardığı yeni sistemin, uzlaşılan maddelerle ilgili tali anayasal ve yasal değişikliklere de ihtiyaç duyduğu hatırlatılmalıdır. Bunun zamana yayılarak 2019’da yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı seçimine kadar gerçekleştirilmesi mümkündür.

1 Aralık 2016 tarihinde Başbakan Yıldırım ve MHP lideri Bahçeli’nin yaptığı uzlaşı açıklaması Türkiye’nin siyasi ve anayasal tarihinde yepyeni bir fırsatı ortaya çıkarmıştır. Varılan bu aşamanın başarıyla nihayete erdirilebilmesi başkanlık sisteminin topluma ne ölçüde iyi anlatılabileceğine bağlı olacaktır. Unutulmamalıdır ki demokrasilerde son söz her zaman halkındır.

[email protected]