‘Firari aydınlar’ ve iktidar

Prof. Dr. Ergün Yıldırım/YTÜ Sosyoloji Blm.
30.08.2014

Gülen cemaati, Nurculuk, Ak Parti ve İslamcılık arasında yaşanan ilişkilerin temelinden hareket edilerek İslamcı entelektüellere saldırılıyor ve onların bütün müktesebatları, ülke için giriştikleri mücadeleleri ve yaptıkları katkılar ters yüz ediliyor. İslamcılık eleştirisi üzerinden Gülen ittifakına davetiye çıkarılıyor.


 ‘Firari aydınlar’ ve iktidar

Son dönemde İslamcılık ve Nurculuk üzerine söylenmiş içi boş önermelerine rastlıyoruz: “Nursi, İslami hareket değil, iman hareketidir... Cemaat dindarlık noktasında, hükümetten daha Müslüman!.. İslamcılık dünyevidir... Asıl devrimi yapan Nurculuk’tur, gürültüyü yapan İslamcılık’tır... İslamcılık çok radikal bir pozisyondu... Ama şimdi devlete sahip olma imkânı çıkınca, çok ucuza gittiler.”

Çünkü bir cümleyle bütün olayları açıklıyorlar. Oysa bu önermeler, olgusal gerçekliklerin üstünü kapatmaktan başka bir işe yaramıyorlar. Gülen Cemaati’ne “devam edin, doğru yoldasınız” diyorlar sadece. Gülen cemaati, Nurculuk, Ak Parti ve İslamcılık arasında yaşanan ilişkilerin temelinden hareket edilerek, bugün süren iktidar ve Gülen Cemaati arasındaki kavganın entelektüel açıklaması yapılıyor. Bu kavgada İslamcı entelektüellere saldırılıyor ve onların bütün müktesebatları, ülke için giriştikleri mücadeleleri ve yaptıkları katkılar ters yüz ediliyor. İslamcılık eleştirisi üzerinden Gülen ittifakına davetiye çıkarılıyor.

 Gülen Cemaati, yanına topladığı Ak Parti muhalifi tüfeklerle “kurşun atmaya”  devam ediyor. Kendini mü’min, mazlum ve ehl-i iman (“hükümetten daha Müslüman”) olarak gören bu okuma tarzı, buna mukabil iktidar ve İslamcıları da yoldan çıkmış, münafıklaşmış ve zalimler güruhu olarak görüyor. İslamcılar, Ak Parti ve iktidar yoz bir dille eleştiriliyor. Üstelik entelektüel namus ve entelektüel göçükten bahsedilerek yapılıyor bunlar. Cemaat aydınları ve gazetecileri “Yezit, münafık, zalim, göçük entelektüel, iman hizmeti olmama” gibi oldukça dini bir dil üzerinden İslamcıları ve Ak Partiyi eleştiriyorlar. Aslında buna eleştiri de denmez. Çünkü eleştiri bir yönteme, akla, disipline ve ahlaka dayanarak yapılır. Oysa bu yapılanların bahsettiğimiz ilkelerle hiçbir ilişkisi yok. Örneğin II. Abdülhamit’i eleştiren tek kişi Said-i Nursi’ymiş gibi dönemin bütün İslamcı aydınları pas geçiliyor. İslamcılık dünyevidir deniyor, Nurculuğun iman hareketi olup İslami hareket olmadığı ileri sürülüyor. Dünya içinde varlığını sürdüren, Menderes ile ilişkiler kuran ve kurduğu cemaatle insanlara iman hakikatlerini anlatan bir hareket nasıl İslami hareket olmuyor? İslamcılık düşüncesi (ben şahsen İslamlaşma diyorum) içinde Nursi önemli bir figürdür, onun parçasıdır. Nursi’nin siyasal yaklaşımları, bilim ve teknoloji görüşleri, kadın ve mahremiyet fikirleri dönemin İslamlaşma düşünürlerinden ayırarak ele almak imkansızdır. Yine bu kadar dünya işleriyle ilgilen bir hareketin dünyevi alanın dışında yer aldığını kim iddia edebilir. Üstelik dünyevi ve iman alanı bir harekette beraber olamayacağını kim söylüyor? Sorun şudur: Bir çok Batılı oryantalistlerin yaptığı gibi İslamlaşmayı siyasal İslam’a indirgeyerek okumak. Özellikle 1960’ların Soğuk Savaş şartlarında ortaya çıkan bu siyasal İslam biçimi, tek ölçü olarak ele alınarak bütün İslamlaşma davası bunun içine yerleştirilmeye çalışılıyor. Bu yöntemin ne sosyolojiyle ne de tarihsel gerçeklikle bir alakası vardır. Sadece baştan beri Batı oryantalist yaklaşımın ‘İslamizm’ olarak yaptığı indirgemeci okumaların kuyruğuna takılarak siyasal pozisyonun konforunda yaşamaya devam etmektir.

Nurculuk ve Gülencilik

Nurculuk, Bediüzzaman’dan sonra yeniden yapılandı. İslamlaşma davasıyla ilişkisi büyük ölçüde mesafeliydi. Siyasal alanda sağcılıkla ilişki kurarken entelektüel arayışlarda daha çok sohbet topluluğu olarak var olmayı tercih etti. Ak Parti ile beraber Türkiye Müslümanlığı devlet karşısında yeni bir hat oluşturdu. Bu hat Nakşibendilik, Nurculuk ve siyasal İslamcılık olmak üzere bütün dini arayışları ortak bir siyasal önderlik altında toplamayı temsil ediyordu. Bugün gelinen noktada bu hat, hala varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bu hattan ayrışan sadece Gülen Cemaati oldu. Diğer gruplar ve hareketler bu ittifak hattının devamı üzerinde ısrarlı oldular. Elbette bu grupların belli maddi menfaatleri vardır. Yurtları, kursları, yayınları vs. sürdürmek etrafında menfaat elde etmek üzere iktidardan yararlanıyorlar. Ama bu ittifak hattının varlığını menfaatle ve iktidarın çıkar dağıtımıyla açıklamak sosyoloji bilmemektir. Ya da bilmezlikten gelmektir. Bazı şahısların iktidarla kurdukları çıkar ilişkilerinden yola çıkarak (kimi itirafçı da oldu açıkçası!) bütün bu ittifak hattındaki gruplara mal etmek büyük bir yanılgı.

Gülen Cemaati’nin aydınları ve entelektüel müttefikleri, iktidar ve Gülen Cemaati arasındaki çatışmayı bir “din” meselesi olarak görüyor. Bu nedenle “münafık”, “Yezid”, “hükümetten daha Müslüman” gibi kavramlarla çeşitli açıklamalar getiriyorlar. Oysa çatışma bir iktidar meselesidir. Devleti yönetme, yorumlama ve değiştirme meselesidir. Kim bunları gerçekleştirecek? Yeni Türkiye’yi kim kuracak? Bütün kavganın esprisi burada saklıdır. Ak Parti, Gülen Cemaati’ni de dahil ederek bahsettiğimiz ittifakın geniş katılımıyla bunu yapmak istedi. Ana aktör Ak Parti’ydi. Bundan daha doğal bir şey olamazdı. Çünkü demokrasinin yolundan geçerek iktidara gelen oydu. Millet, devleti değiştirme ve yeniden yapılandırarak yönetme hakkını ona verdi ve ona vermeye devam ediyor.

İslamcılığın iktidara ucuz gittiği,  entelektüel göçme yaşadığı ve konformizme kurban gittiği yaklaşımları büyük ölçüde haksız yakıştırmaları taşımaktadır içinde. Çünkü İslamcı entelektüeller kendi müktesebatlarıyla iktidara büyük katkılarda bulundular. Her şeyden önce ABD ve Avrupa üniversitelerinde ders veren, kitapları basılan ve toplantılara katılan entelektüel şebeke konformizmini tercih etmediler. Bu ülkede iki yüzyıllık modernleşme tarihiyle eş giden firari aydın tarihi içine yerleşmediler. Bunun yerine müktesebatlarını kendi toplumlarının ve bölgesel varlıklarının yaşadığı acıların dindirmeye aday bir siyasete katmanın yanında yer alarak değerlendirdiler. Entelektüel sermayelerini ümmetlerine ve milletlerine adıyorlar. Örneğin bu müktesebatın millet, İslam kardeşliği ve ümmet perspektifi olmasaydı çözüm süreci gerçekleşebilir miydi? Liberal teorinin bir arada yaşama yaklaşımlarıyla bu millet, Kürtlerin varlığını yeniden bütün Anadolu’da kabul ederek hükümete destek verebilir miydi? İslam’ın tarihsel ve bölgesel varlığından gelen mirasın ruhu olmadan self determinasyonu aşan siyaseti, Ak Parti uygulama idrakini içinde taşıyabilir miydi? İslamcı entelektüeller olmasaydı, Balkon konuşmaları olabilir miydi? Kemalist devlet tarzının yüzyıla varan din karşıtı politikalarından vazgeçilebilir miydi?

Entelektüel sorumluluğu

İslamcı entelektüelliğin iktidara kattıkları, Türkiye’nin yenilenerek kurulması, devletin dinle barışması, bölgesel perspektif edinmesi ve Kürt meselesinin İslam kardeşliği içinde idrak edilerek çözülmesi manalarına gelir. Kürtçü aydınlar ve liberal sol aydınların hoşuna gitmese de İslam kardeşliği, Kürt sorununun çözülmesinin ana ruhudur bu topraklarda. Bunu yeniden formüle eden, harekete geçiren ve Kürtlerin varlığını algılayacak tarzda yorumlayarak siyasete geçiren idrakin arkasında söz konusu entelektüeller bulunmaktadır. Ayrıca, ülkemizin “sosyolojik derinliğini” sürdürmenin tek yolu İslam kardeşliği anlayışından geçer. Bu ülkenin toplumsal tarihi ve medeniyet havzası içinde düşünerek siyaset yapma imkanlarını zorlayan zihin, ilk defa İslamcı entelektüeller tarafından temsil ediliyor. Batı ve modernliği İslam’a karşıya yapılandırmayan, üzerinde yaşadığı toprakları dışlamadan algılayan zihin, İslamcı entelektüellerdir. Bu zihniyet arayışlarıyla, iktidara kattıkları sayesinde devleti bir zihniyet dönüşümüne uğratıyorlar. Bu zihniyetin toplam adı Yeni Türkiye’dir. Ayrıca Türkiye İslamcılığı, yüzyıllık tarih içinde uğradığı bunca tasfiye, karalama, damgalama ve dışlamadan sonra ilk defa tarihi rolüne çağrılıyor. Bu rolden kaçmak taşın eline elini koymamak ve mesuliyet yüklenmekten kaçmaktır. Firari aydın durumuna düşmektir.

İslamcılık dünyevidir; çünkü el etek çekerek dünyada yaşanan zulümlere karşı sessiz kalmadı. Dünyevidir, dünyada İslam toplumlarının varlığına kast eden siyasetlere karşı neler yapılabilir üzerinde durdu. Hem düşündü, hem de eyledi. Ne düşüncenin konforunda ne de pratiğin yalınlığında kayboldular. Dünyada yaşadılar, dünyada düşündüler ve dünyada mücadele ettiler. Onlar için devlet ne tümüyle iyi ne tümüyle kötü. İnançlarına uyumlu çalıştığı ve Müslümanlara hizmet etiği oranda meşrudur. Bu iki ilkeden saptığında ise bir meşrulukları kalmaz. Adlarının hiçbir önemi yok. Çünkü tarihte devlete ad bulan onlar olmadı. Onlar, modern devlet adlarına karşı sipere dururken bir yakıştırma yapma zorunluluğunu hissettiler.

İslamcılığı iktidarla yaptığı ittifak nedeniyle eleştiren aydınlar, temelde Gülen Cemaati’nin mevzi kazanmasına yönelik bir atılım içinde bulunuyorlar. Çünkü dertleri İslamcılığın ve entelektüelliğin yaşadığı sorunları tartışmak değil. Asıl amaçları İslamcılığın ve entelektüelliğin iktidara kattığı stratejik anlam ve meşruluk durumunu çözmeye çalışmak. İktidarın entelektüel varlığını deşmek. İttifak ve eklemlerini tartışma alanına çekerek güçlerini zayıflatmak. Bütün bunlar yapılırken oldukça dinsel bir dil kullanılmasına rağmen bu dilin içeriğinde ve bu dilin birleştiği pozisyonda stratejik tutum bulunmaktadır. Gücü, iktidarı ve devleti merkeze alan bir okuma baskındır.

Entelektüel fildişi kulede yaşayan bir varlık değildir. Ülkesinin yakıcı sorunlarına karşı siyasal tutumlardan kaçınarak düşünce konformizmi içinde debelenerek fantastik hayaller kuran varlık da değildir. Entelektüel, ne tarih üstü ne de siyaset üstü “üstün varlık” kalıbına uyar. Entelektüel, topraklarının, halklarının ve inançlarının büyük yangınlar içinde alev alev yandığı bir ortamda bunu sonlandırmak için zihni mesaisini sonuna kadar kullanan şahsiyettir. Bundan dolayı, ‘yeni Türkiye’ siyaseti için harekete geçen ve yangınları söndürdüğünü söyleyen bir iradeye katkıda bulunması kadar doğal bir şey olamaz. İktidar ile kurduğu ilişkinin bu mesuliyeti içinde elbette kritiğin başlı başına bir kıymeti vardır. Ancak kritiği, yapılanı yıkmak için değil ıslah için kullanmak mesuliyetiyle yapmak gerekir. Oysa İslamcı aydınlara yapılan çağrıda merkezi yer Ak Parti iktidarı karşıtlığıdır.

[email protected]