İslamcılık vadisinde Fazlur Rahman

Prof. Dr. Mustafa Öztürk - Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
25.05.2013

Modernistlik, Kur’an’ın düşmana karşı silahlanmayla ilgili at besleme tavsiyesini nükleer silahlanmaya hamletmekte sakınca görmeyen, ama öbür taraftan “iki kadın şahit eşittir bir erkek şahit” hükmünü lafzî mucibine göre uygulamak gerektiğinde ısrar eden zihniyete yakışan bir sıfattır.


İslamcılık vadisinde Fazlur Rahman

Sözün başında belirtmek isterim ki İslamcılık vadisinde merhum Fazlur Rahman hakkında konuşmak zor, olumlu konuşmak ise çok daha zordur. Çünkü Fazlur Rahman bugün bu topraklarda ‘zimmî’ muamelesine tabi tutulan bir figürdür; hâliyle onun ismine olumsuz sıfat eklemeden konuşmak çok kere modernistlik, tarihselcilik, hatta zındıklık gibi sıfatlarla yaftalanıp dışlanmak gibi bedeller ödemeye müncer olur. Haddizatında İslamcılık tartışmaları bağlamında Fazlur Rahman’dan konuşmak, doğru ismi yanlış adreste aramak gibi bir duruma işaret eder. Kanımca Türkiye’ye özgü İslamcılık tecrübesinde Fazlur Rahman’ın zikre değer bir yeri yoktur. Zira bugün tartışılan şekliyle İslamcılığın temel içermesi, 1950-1960’lı yılların Türkiye’sinde milliyetçi, mukaddesatçı, devletçi ve aynı zamanda Anadolucu bir fikrî kökenle irtibatı bulunan, fakat zaman içerisinde saf ve rafine bir din/İslam arayışına koyulan, 1960 darbesini müteakip Mevdudi, Seyyid Kutub gibi yazarların Türkçeye çevrilen kitaplarıyla tanışan ve farklı İslam coğrafyalarında neler olup bittiğinden haberdar olma imkânına kavuşan çevrelerin sekteryanlıkla mümeyyiz dinî düşünce tarzına karşılık gelir. 

Tarihselcilik iddiası 

İslamcılığın Türkiye’deki en güçlü temsili bu düşünce tarzında karşılık bulur ve siyasal ön sıfatıyla birlikte anılan bu İslamcılığın mümessilleri nezdinde Fazlur Rahman’ın hemen hiçbir olumlu karşılığı yoktur. Şayet akademik-entelektüel İslamcılık diye bir kategori varsa Fazlur Rahman İslamcıdır; fakat bildiğim kadarıyla böyle bir kategori yoktur. Denebilir ki Muhammed İkbal ne kadar İslamcıysa Fazlur Rahman da belki o kadar İslamcıdır. Ama gel gör ki İkbal siyasal İslamcılık nezdinde az çok ilgi çekmiş, Fazlur Rahman ise şimşekleri üstüne çekmiştir. Bu iki isimden ilkinin müspet, ikincisinin menfi ilgi celbetmesinin temel sebebi, dinî düşünce alanındaki atıf/referans sistemiyle ilgilidir. İkbal dinî alanla ilgili fikriyatını bir nevi sütre işlevi gören felsefe jargonuyla ortaya koymuş, Fazlur Rahman ise doğrudan doğruya naslar hakkında konuşmuştur. Kur’an metninden istimdatla İslamî bir devlet kurup önce memlekete, bilahare tüm âleme nizam verme hayalinden “gepgerçek” bir gelecek kurmayı arzulayan, bu arada Anıtkabir, Kemalizm gibi imgeler üzerinden rejimle didişmeyi Müslümanlığın kıvam ölçütü sayan siyasal İslamcı zihniyette Fazlur Rahman’ın tarihselcilik diye adlandırılan fikriyatı ve Mustafa Kemal hakkında “Yiğidi öldür ama hakkını da ver” tarzında konuşması pek tabii olumlu karşılık bulmamıştır. Fazlur Rahman dinî düşüncede topyekûn bir ıslah-tecdit yolunda didinen bir ilim-fikir adamıdır. Onun İslamcılıkla yollarının hiç kesişmediğine birçok kanıt gösterilebilirse de bizzat kendisinin naklettiği şu anekdot bile tek başına kafidir: “Lahor’da lisansüstü çalışmalarımı sürdürürken, Mevdudi ne çalıştığımı sorduktan sonra, ‘Ne kadar çok [ilmî] çalışma yaparsan amelî melekelerin o kadar çok körelir. Niçin gelip cemaate [Cemaat-i İslâmî] katılmıyorsun?” demiş, o zaman benim cevabım şöyle olmuştu: Ne olursa olsun, [bilimsel] araştırma yapmayı seviyorum.”      

Vahyin mahiyetiyle ilgili görüşünden dolayı Mevdudi ve Cemaat-i İslami çevresini de bünyesinde barındıran Pakistan İslamcılarının “Münkirü’l-Kur’an” ithamına uğrayan ve başına 10 bin rupi ödül konulan Fazlur Rahman’ın yeri İslamcılık vadisi değil. Fikrî-ilmî prensip, yöntem ve teklifleri ciddi oranda farklılık arz etse de M. Abduh, M. İkbal, S. Ahmed Han, S. Emir Ali gibi isimlerce temsil edilen ıslah-tecdit çizgisidir. Bu bağlamda Said Halim Paşa, Mustafa Sabri, Babanzade Ahmed Naim, Elmalılı Hamdi Yazır gibi isimlere ilişkin İslamcı nitelendirmesinin de geçmişe dönük bir sıfat izafesi olduğunu söylemek gerekir. Zira bu isimlerle 1960 sonrası Türkiye İslamcılığının temsilcileri arasında ciddi fikrî mübayenet vardır. 

Vakıa, Fazlur Rahman İslamcılık bünyesinde hiçbir zaman kendisine müspet atıfla konuşulan bir figür olmamıştır. Kaldı ki İslam adlı kitabının çevirisi 1980 darbesini müteakiben yayımlanmış fakat dönemin İslamcıları nezdinde ilgiye mazhar olmamış, İlahiyat çevrelerinde derhal mahkûm edilmiş, buna mukabil Mülkiye çevresinde hatırı sayılır bir rağbet görmüştür. 

Fazlur Rahman bu memlekette gerek Mevdudi ve S. Kutub referanslı siyasal İslamcılar, gerekse N. Fazıl referanslı muhafazakâr İslamcılar nezdinde ‘modernist’ diye tanımlanmış ve bu tanımlamada modernist kelimesi tarihselcilikle eşanlamlı kullanılmıştır. Evet, Fazlur Rahman modernleşmeye atıfta bulunur; fakat modernleşmeden kasdı, geçmişin ihtişamında hali hazırın perişanlığına teselli aramaktan vazgeçip Kuran’ın dinî-ahlâkî temelde hedef gösterdiği idealleri modern dünya düzleminde gerçekleştirebilme ve çağın dışına düşmeden çağdaş meydan okumalara karşı koyabilmedir. Bunu yolu, belli bir toplumsal-tarihsel matriste nazil olan ayetlerdeki hukukî talimatları tüm zamanlarda lafzî mucibince tatbike çalışmak değil, söz konusu talimatların özündeki maksadı kavramak, buradan hareketle modern duruma mukabelede bulunmaktır. 

Hz. Ömer’in birçok içtihad ve uygulamasında olduğu gibi, İslam’ın erken dönemlerinde Müslüman toplum pratik hayatın ortaya çıkardığı sorunlar karşısında tek tek ayetlere müracaat yerine vahyin ve Hz. Peygamber’in rehberliğinde yaşadıkları hayat tecrübesinden hâsıl olan dinamik bir gelenek içinde ve özgüvenle çözüm bulma yoluna gitmiştir. Bu dinamik tecrübe ve geleneği “yaşayan sünnet” diye ifade eden ve modern zamanlarda da böyle bir gelenek oluşturma ihtiyacının altını çizen Fazlur Rahman, klasik içtihad anlayışından farklı olarak, nassın konuştuğu konularda da içtihadın gerekliliğine dikkat çeker. Çünkü Kur’an toplumsal düzen ve hukuk alanında son sözü söylememiş, aksine ilk hitap çevresindeki toplumsal matriste ortaya çıkan tikel sorunlarla ilgili çözümler önermiştir. 

Fazlur Rahman’ın nasları bu şekilde anlayıp yorumlama önerisi Allah’ın tarih-üstü hükümlerini modernitenin seküler çıkarlarına feda etme uğrunda her türlü pazarlığa açık olma teklifi olarak değerlendirilmiştir. Anlayıp dinlemeden Fazlur Rahman’ı yargılayıp mahkûm etme hususunda siyasal İslamcısından Kur’ancı-Mealcisine, gelenekçi İslamcısından “Kur’an bütün ahkâmıyla evrensel ve tarih-üstüdür” diyen ama aynı zamanda içine doğduğumuz modern dünyadaki genel kabuller ve değer yargılarını terakki olarak gören eklektik yenilikçi İslamcısına kadar topyekûn bir iştirakle tempo tutulması düşündürücüdür. 

Nasları konuşturan içtihad

Fazlur Rahman’ın namus bildiği fikrî dürüstlük zaviyesinden bakıldığında şunu söylemek gerekir: Modernistlik, Kur’an’ın düşmana karşı silahlanmayla ilgili at besleme tavsiyesini nükleer silahlanmaya hamletmekte sakınca görmeyen, ama öbür taraftan “İki kadın şahit eşittir bir erkek şahit” hükmünü lafzî mucibine göre uygulamak gerektiğinde ısrar edip bu ısrarının hangi ilmî usule dayandığını açıklamayan zihniyete yakışan bir sıfattır. Tarihselciliğin asıl adresi, Kur’an’ın hükümleriyle modern dünyanın genel kabulleri çatıştığında, o hükmü söz konusu kabuller lehine te’vil etmekte sakınca görmeyen, bu uğurda Kuran’ın özgün anlamına tasallut etmekte de beis görmeyen zihniyettir. Gerçek modernist ve tarihselci, Kuran’ın “Tedip maksadıyla karılarınıza tokat atabilirsiniz” ifadesindeki tokat atmayla ilgili cevaz hükmü ile aile içi şiddet sorununu çözme projesi karşı karşıya geldiğinde ya Kuran’da böyle bir ayet yokmuş gibi davranan ya da o ayette geçen ‘darb’ kelimesine olmadık anlamlar yükleyerek işin içinden çıkmayı hal çaresi gören zihniyettir. Bu zihniyet, bütün bunları yaparken, ilk hitap çevresinde Kuran’ın ne söylediği, ilk Müslüman nesilden son döneme gelinceye kadar on beş asırlık tarihî tecrübede ilgili ayetlerden ne anlaşıldığı ve nasıl uygulandığı gibi hususlara aldırış etmemekte, Kur’an metnini şahsi malı gibi temellük edip kendisini her türlü yoruma da salahiyetli görmektedir. Gel gör ki bütün bunlara rağmen söz konusu zihniyet hâlen geleneğe saygı ve sadakatle maruftur; Fazlur Rahman ise modernistlik ve tarihselcilikle anılmaya mahkûmdur.  

[email protected]