Kula Helebê

Vahdettin İnce / Yazar
10.12.2016

Halepli kadın, oğlum, yavrum diyor, “Lailahe illallah” de. Bir an için zaman durdu. Stratejistler, analistler, aydınlar, Kur’an Müslümanları, gelenekçi Müslümanlar, bol okumuş, ağzı laf yapan zevat geçti gözlerimin önünden. Hepsi sınavı kaybetmiş dedim. O kadın hariç.


Kula Helebê

Halep’e hiç gitmedim. Ama her fırsatta gidip geldiğimiz Erciş kadar, Van kadar yakındı bize. Yakılan türkülerde, yanık stranlarda, Fırat-Dicle kadar coşkun klamlarda her gün kulaklarımızda yankılanırdı. Dedem uzun kış geceleri masal anlatırken bize, mutlaka içinden Halep kervanı geçerdi masalın. Bembeyaz karın üstüne çökmüş ayazlı kış gecelerinin buz tutmuş pencerelerinden birazdan konaklayacak Halep kervanını gözlerdim. Çocuk aklı. Hat Karwanê Helebê (Geldi Halep Kervanı) çınladığında dengbêjin sesinde, gayri ihtiyarı köyün güney girişindeki yola odaklanırdı bakışlarım. Dedim ya çocuk aklı.

Halep çocukluğumun bana en yakın şehirlerinden biriydi. Bütün masallarda Diyarbekir’in hemen yanı başında yer alırdı. Diyarbekir’den elini uzatsan değerdi. Aşık, sevgilisine “Şam Heleb Diyarbekir/ Min bazara dêrê te kir” (Şam’da, Halep’te, Diyarbekir’de senin için entari pazarlık ettim) diyordu. Bir dükkandan diğerine girer gibi. Ya da bir çarşıdan diğerine.

Bir arşın mesafesinde

Bir de Ağrı’nın Tutak ilçesinin Kürtçe adından dolayı sık sık duyardım Halep’i. Kürtler Tutak merkeze Dutax (iki mahalle) derler. Ortasından Murat Nehri geçtiği ve ilçeyi ikiye böldüğü için. İlçe ile birlikte havalisine de İntav (Antep) derler. Bir de bildiğimiz Antep şehri var. İşte bu ikisi birbiriyle karışmasın diye Tutak’a İntava Qerekilîsê (Ağrı’nın Antep’i) diğerine de İntava Helebê (Halep’in Antep’i) derler. O kadar yakın yani. Bir arşın mesafesinde. O kadar ki Halepli bahçesinde Nesimeler, Ferideler oynardı.

Büyüdüm, Halep’in o kadar da yakın olmadığını öğrettiler bana. Suriye diye bir yerdeymiş. Nedense etrafı surla çevrilmiş bir yarı açık cezaevi gelir aklıma Suriye dediklerinde. 911 kilometrelik bir sınırla ayrıymışız. Bunu öğrendiğimde yara gibi oturdu yüreğime bu ayrılık. Yüreğimi 911 kilometrelik bir mayın tarlası gibi hissettim. Yara derken aklıma çocukluğumun Halep’iyle irtibatlı bir deyim geldi. “Kula Helebê” (Halep çıbanı). Anladığım kadarıyla salgın bir hastalıktı ve yüzde yara olarak kendini gösterirdi, şark çıbanının diğer bir adı. İzi kalırdı yüzde. Annem ve diğer kadınlar beddua ederken “Kula Helebê bikeve mala we” (evinize Halep çıbanı girsin) derlerdi. İş bu Halep çıbanına şark çıbanı dendiği gibi Harput çıbanı da denirmiş. Aynı yaranın acısını çekiyormuş bütün bir şark diyarı, Halep’iyle, Harput’uyla, Antep’iyle anlayacağınız.

Şeroyê Biro bir stranında “minê bihîstî teyê sermin re girtîyarek/ heke jimin çêtir be li te pîroz û bimbarek / heke jimin ne çêtir be / kula helebê bikeve mala bavê te salê carek” (Duyduğuma göre üstüme bir yar sevmişsin/benden iyiyse sana mübarek olsun/benden iyi değilse eğer/senede bir kere babanın evine Halep çıbanı girsin) diyor. Halep’ten Erivan’a Şeroyê Biro’nun bir stranı kadar çabuk yayılırmış demek ki. Ve bunun ne ağır bir beddua olduğunu bugünlerde daha iyi anlıyor insan.

Baştanbaşa bir çıban

Yine Şeroyê Biro “Sibe bû çûme Helebê denge dîkan limin xulxuland” (Sabahtı Halep’e vardım horoz sesleri yankılanıyordu) diyor bir diğer stranında. Şimdi sabah akşam ölüm yankılanıyor, baştanbaşa bir çıbana dönmüş Halep’te.

Halep’e hiç gitmedim. Ama bir gün Halep çıkageldi bize. Suriye iç savaşının üzerinden fazla bir zaman geçmemişti. Türkiye’ye yoğun bir Suriyeli göçü vardı. Bir gün zilimiz çalmıştı. Kapıyı açtım. Karşımda Arapça konuşan bir kadın duruyordu. Sokağımızdaki fırıncı benim Arapça bildiğimi bildiği için bize göndermişti. Halepli olduğunu söyledi. Çocukları için yiyecek falan istiyordu. İçine düştüğü durumun ağırlığını yüzünden okumak mümkündü. Tertemiz, iffetli yüzünde Halep çıbanı varmış gibi acı çektiği belli oluyordu. Nedendir Halep’te Kürtler de var diye söyledim. Birden göz bebekleri güldü ve ben de Kürdüm dedi. Hanıma “Bir akraban gelmiş” dedim. Hanımla Kürtçe konuştular... Sonra gitti.. Seni bu hale düşürenlerin evine kula Helebê girsin dedim arkasından. Biz o masum, o mazlum, o mağdur kadıncağızı düşünüp ağladık. Onun şahsında Halep’e yandık. Hala da unutamıyorum. Kadını o halde görürken kula Helebê bu olsa gerektir diye düşünmüştüm. O gün kula Helebê’nin Haleplileri yalnız ilgilendirdiğini sanıyordum ve dışarıdan biri gibi bakıyordum olaya. Halep’i hala uzakta sanıyordum.

Sonra bir diğer Halepli kadın Halep’in en az çocukluğumdaki kadar yakınımda olduğunu hatırlattı. Onu görünce yüzümde Halep çıbanı uç veriyormuş kadar acı duydum.

Televizyonlarda gösterdiler. Halepli bir kadın son nefesini vermekte olan yaralı oğlunun elinden tutmuş yüzünü gözünü öpüyor. Ağlamıyor, feryat etmiyor, dövünmüyor.  “Oğlum, yavrum” diyor, “Lailahe illallah de”. Bir an için zaman durdu. Stratejistler, analistler, aydınlar, Kur’an Müslümanları, gelenekçi Müslümanlar, bol okumuş, ağzı laf yapan zevat geçti gözlerimin önünden. Hepsi sınavı kaybetmiş dedim. O kadın hariç. Artık bütün bir İslam ümmetini saran kula Helebê’den sadece o kurtulacak. Çünkü o cehennem kusan bombaların altında “La ilahe illallah”ı unutmayan tek kişiydi. Kocakarı akidesinden bahsediyorum. Koca koca alimlerin ömürlerinin sonunda sığındıkları korunaklı liman. Bu öyle bir iman ki tonlarca bombanın yıktığı enkazın altında “la ilahe illallah” diye filizleniyor. Onun inancına dudak büken bol kelimeli, çok analizli zevatın yüzünde ise kula Helebê uç veriyor.

Kula Helebê’nin izi bir ömür silinmez bir utanç gibi yapışmış ümmetin yüzüne.

[email protected]