PKK'nın çözüm arayışının arkasındaki nedenler

Yunus Akbaba / Yazar
24.09.2016

PKK’ya uluslararası destek ile gelen Suriye’deki yükselişi, aynı desteğin kaybolmasıyla yerini sahip olduklarını koruma güdüsüne bıraktı. Türkiye’de her geçen gün artan taban kopuşu ve meşruiyet krizi HDP’yi alternatif arayışına yöneltti. Hükümetin bu noktada yapması gereken, terörle mücadeleyi devam ettirmek ama aynı zamanda Kürt meselesi bağlamında atılması gereken adımları hayata geçirerek PKK’nın toplumdan manevi kopuşunu sağlamaktır.


PKK'nın çözüm arayışının arkasındaki nedenler

KCK ve çeperinde hareket eden yapılar bir süredir akim kalan çözüm sürecini tekrardan gündemlerine aldılar. Bunun yanında, süreç talebi bazı ulusal ve uluslararası aktörler tarafından da sıklıkla dillendirilmekte ve Hükümet üzerinde bir baskı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu kapsamda, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş gerçekleştirdiği Erbil gezisi öncesinde PKK ve Hükümet’e ateşkes çağrısında bulundu. Şaşırtıcı ve bu yazıya konu olan şey ise Demirtaş’ın ateşkes çağrısında ve darbe süreci değerlendirmesinde hiç olmadığı kadar makul bir düzlemde seslenmesi oldu. “PKK’de, Hükümet de silahların susması, altını çizerek belirtiyorum silahların susması, ben hükümetin polisin, askerin silah bırakmasından söz etmiyorum” diyen Demirtaş, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Şimdi toplumsal mağduriyeti tabana yaymak için büyük çaba sarf eden devlet içerisinde kripto Gülenciler var. Ya da Erdoğan düşmanları var. Bütün bunları fırsat bilerek, Erdoğan kendisinin de dediği gibi at izini it izine karıştırarak bu darbe ile mücadeleyi toplum ile mücadeleye dönüştürmeye çalıştılar ve önemli şekilde başarılı oldular.”

Demirtaş’ın takındığı bu tavır birçok kişi için şaşırtıcı oldu çünkü aynı Demirtaş bundan önceki demeçlerinde “PKK neden silah bırakıyor, bırakıyorsa devlet bıraksın” sığlığında ateşkes çağrısı yapan, 15 Temmuz’dan bir gün sonra sokakta iradelerini, demokrasiyi ve özgürlüklerini savunan insanlara ‘IŞİD zihniyetli’ benzetmesinde bulunan ve siyasetteki kronik Erdoğan düşmanlığının en rafineri temsilciliğini üstlenen bir tutum sergiliyordu. Çok değil 7 Haziran seçimleri öncesinde hem PKK hem de HDP’li yöneticilerin detaylarını verdiği Erdoğan ve AK Parti karşıtı strateji “Seni başkan yaptırmayacağız” kampanyasıyla birlikte tepe noktasına ulaştı. HDP, DAEŞ’in yurt içi ve yurt dışı her terör eylemi sonrasında örtülü ya da açıktan AK Parti’yi işaret etti. Önce Kürtlere ondan sonra da Türkiye ve dünya kamuoyuna AK Parti’nin DAEŞ’i himaye ettiği tezi ince ince işlendi. Eş zamanlı olarak Türkiye siyasetinde faşizm ve diktatörlük söylemi bu yapı tarafından pişirildi ve FETÖ aracılığıyla bütün dünyaya servis edildi.

Peki ne oldu da Demirtaş “Seni asmayacağız, adil bir şekilde yargılayacağız” çizgisinden “kripto Fetocular” ve “Erdoğan düşmanları” deme noktasına geldi? Bu ince manevrayı üç alt başlık altında incelemek mümkün: (I) PYD/YPG’nin, özellikle Fırat Kalkanı Harekatı sonrasında, Suriye’deki sıkışmışlığı, (II) PKK’nın süreç sonrası terörüne karşı devletin kapsamlı mücadelesi ve PKK’nın bölgede gücünü ve meşruiyetini peyderpey kaybeden bir aktöre dönüşmesi ve (III) İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüşen Mehmet Öcalan’ın getirdiği mesajın etkisi.

PKK’nın Suriye atağı

Çözüm sürecini akim bırakan en önemli gelişme PKK’nın 2013 Nevruz’unda ifade edilenin aksine silah bırakmayı gündemine dahi almaması oldu. PKK’nın bu durumu rasyonelleştirdiği tek gelişme ise PYD’nin Suriye’deki fiili yönetimi oldu. Lideri Türkiye ile barış görüşmeleri yaparken, örgüt Suriye’de önüne tarihi bir fırsatın çıktığını düşündü ve görüşmelerin sonlanması pahasına tercihini Suriye’den yana yaptı. Son kertede, PKK için Türkiye’deki Kürt meselesinin çözülmesi Suriye’deki hâkimiyet alanını korumak ve büyütmek kadar cazip gelmedi. Kısa bir süre içerisinde Suriye rejiminden miras kalan üç ayrışık alan üzerinde kanton ilan eden PYD/YPG’nin başlattığı toprak bütünlüğünü sağlama projesi çok ivedi bir şekilde ilerlemeye başladı. En başından beri hâkimiyet altına aldıkları alanlardaki diğer Kürt gruplarına, Arap ve Türkmen gruplara karşı sert asimilasyoncu bir tutum sergileyen PYD’nin bu tutumu Uluslararası Af Örgütü başta olmak üzere birçok kurum ve kuruluş tarafından ifade edildi. Ellerinde altın yumurtlayan sahada DAEŞ’e karşı tek muharip güç sıfatıyla PYD’nin terör bagajı ve anti-demokratik uygulamaları sümen altı edildi.

Dünyaya “DAEŞ zulmü altında inleyen Kürtlerin mücadelesi” olarak sunulan projenin altında bir PKK devleti yaratma fikrinin olduğunu gören Türkiye, PYD’ye karşı olan tavrını hissettirmeye başladı. Bu konudaki en net duruşu ise Cumhurbaşkanı Erdoğan şu sözlerle ifade etti: “Suriye’nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz.” PKK bu noktada iki buçuk yıl süren ateşkesi sonlandırdı ve akabinde de özyönetim ilanlarında bulunup hendek kazarak sokak savaşlarını başlattı. Hedef, kendileri Suriye’de ilerlerken Türkiye’yi en kötü ihtimalle oyalamak, en iyi ihtimalle de zor kullanarak kendi çizgilerine çekmekti. PKK Suriye’deki kazanımlarını devam ettirmek adına sadece binlerce militanını feda etmedi, neredeyse Türkiye’deki bütün Kürtleri ateşe atıp 100 binlercesini evlerinden yurdundan etti. Ne var ki Suriye’deki durum her geçen gün biraz daha kaotik bir hal alıyor ve sahadaki mevcut şartlar PKK’yı avantajlı hale getiriyordu. DAEŞ’e karşı mücadele veren tek muharip güç sıfatını taşıyan PKK, 40 yıllık tarihinde erişemediği desteğe ve üne sahip oldu. Dünün terör örgütü, Suriye rejimi, İran ve Irak ile masaya oturuyor, ABD ve Rusya ile askeri operasyonlar düzenliyordu. Türkiye’nin diplomatik girişimleri ufak müdahaleler dışında bu gelişmelerin önüne geçemedi. Son olarak Rus uçağı kriziyle Suriye’deki etkinliği oldukça sınırlanan Türkiye PYD’nin sahadaki ilerleyişine müdahale edemedi.

15 Temmuz sonrası ihtiyatlı tavrını bir kenara bırakıp kartları artık açık oynamayı tercih eden Türkiye, Fırat Kalkanı Harekâtını devreye soktu. Bu sadece askerî açıdan değil, uluslararası boyutlarıyla da PKK’nın Suriye’deki planlarını alt üst eden bir işlev gördü. PKK tarafından devreye sokulan “Türkiye DAEŞ’i destekliyor” argümanı çürütüldü ve PYD’nin iki yıldır ‘sahada DAEŞ’e karşı mücadele veren tek muharip güç’ sıfatını da elinden almış oldu. Kısa sürede yüzlerce kilometre karelik alanı temizleyen Türkiye destekli ÖSO güçleri, PYD’nin toprak bütünlüğü stratejisini söndürdü. Operasyonları uluslararası bir eşgüdümle gerçekleştiren Türkiye, PKK’nın Suriye’deki desteklenme nedenini elinden aldı. PYD’nin “Doğu ve Batı kantonu” arasında kalan tek toprak parçasını DAEŞ’ten temizleyen Türkiye, PYD’yi Fırat’ın doğusuna çekilmeye zorluyor. PKK’nın tepe yöneticisi Cemil Bayık’ın defalarca ifade ettiği kantonlarının birleştirilip Akdeniz’e açılan bir PKK koridoru fikri Türkiye’nin müdahalesiyle şimdilik tarihe karıştı.

Son tahlilde, Türkiye Fırat Kalkanı sayesinde Suriye’de güçlü bir aktör olarak tekrardan sahneye çıktı. PYD lideri Salih Müslim önce tehdit etti ve sonra da dünya kamuoyuna şikayette bulundu fakat sadece ABD ve Rusya değil, Suriye’de söz sahibi olan bölgesel aktörler de Türkiye’den yana bir tavır aldı. PYD kısa sürede elde ettiği uluslararası meşruiyeti çıkar savaşları parantezinde kaybetmek üzere. Mevcut bağlamda PYD’yi destekleyen tek güç Obama yönetimindeki ufak bir klik -ki yerini kısa bir süre içinde yerini yeni Başkan’ın ekibine bırakacak. Bu açıdan PYD’nin bir çıkış yoluna ihtiyacı var; o da Türkiye’ye rağmen değil, Türkiye ile birlikte hareket etmek. Bunun yolunun da Suriye’deki kazanım uğruna feda ettikleri çözüm sürecine geri dönülmesinden geçeceğini umuyorlar.

Demirtaş başta olmak üzere hatırı sayılır sayıda iç ve dış siyasi aktörün süreç çağrısında bulunmasının tek sebebi Suriye’deki gelişmeler değil. PKK son iki yıl içerisinde hiç ummadığı kadar desteği de nefreti de art arda deneyimledi. 7 Haziran öncesi herhangi bir ilçe merkezinde 10 binlerce insanı mobilize edebilen yapı, gelinen noktada yüzlerce kişiyi toparlamaktan aciz bir görüntü veriyor. 7 Haziran öncesinde Kürt meselesinin çözümü ve PKK’nın silahsızlandırılmasını destekleyen kitleler meseleye siyasal bir perspektifle yaklaşarak HDP’yi ve PKK ile barışı destekledi. Örgüt bunu farklı şekilde yorumladı ve önce Belediye Başkanlarının eline tutuşturulan özerklik metinleriyle devlete meydan okudu. Ardından kazılan hendekler, kurulan bombalı tuzaklarla işgal girişimlerinde bulundu. Kürtlere sadece felaket getiren bu hamle PKK’nın Kürtlere yaptığı en büyük hoyratlık olarak hafızalara kodlandı. HDP’nin yüzde 80-90’larda oy aldığı ilçelerdeki işgal görüntüleri PKK tabanında yaralar açtı.

Korku perdesi

Çözüm süreci esnasında bölgedeki siyasi tahakkümünü maksimum seviyeye çıkaran ve 6-8 Ekim olaylarını bir gövde gösterisine çeviren PKK, 7 Haziran öncesi dönemde sadece destekçilerinin değil, korkuttuğu kitlelerin de gönülsüz desteğini alıyordu. Devletin hendek stratejisine verdiği cevap ve dalga dalga geliştirdiği terörle mücadele konsepti PKK’nın yüreklerine korku saldığı bu kesimi tekrardan hayatın normal akışına döndürdü. PKK en çok destek gördüğü mahallere hendek kazıp o mahallelerin yıkımına vesile olduğu gerçeğini de hesaba katınca, bu insanların yeniden HDP’ye sıcak bakar hale gelmesi oldukça güç. Her halükarda, hendekler, barikatlar, bombalar ama en önemlisi devletin vatandaşını sahiplenen ve sadece teröre odaklanan mücadele konsepti PKK’ya olan desteği eriten bir işlev gördü. PKK son bir yıl içerisinde Kürt toplumuna ölüm ve korku üzerinden çözümsüzlük dayatan bir yapıya dönüştü. Özellikle Suriye’deki kazanımları neticesinde Türkiye’deki tabanını hiçe sayarak ciddi bir meşruiyet krizi ile karşı karşıya kaldı. En son Diyarbakır’da 61 bağımsız STK’nın PKK terörüne karşı ses yükselten bildirisi PKK’nın yaşadığı meşruiyet kaybını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Özerklik ilanları ve hendek stratejisine aktif bir katılım göstermeyerek pasif bir direniş gösteren bölge halkı, sıkışmışlık içerisinde şehir merkezlerinde bomba patlatan örgüt ile arasındaki makas açılmaya devam ediyor. PKK kesin bir şekilde krize ve toplumsal çözülüşe doğru sürüklenmektedir. Tarihin gösterdiği gibi PKK tipi örgütlerin çöküşünden önce toplumsal bir kopuş gerçekleşir. Kürt halkı PKK çizgisi ile kendileri için bir çıkış olmadığını hissetmektedir. Öte taraftan, devletin kararlı duruşu ve vatandaşa verdiği güven sayesinde PKK ile halk arasındaki korku perdesi de yırtılmaktadır. Gelinen noktada, PKK sadece meşruiyetini kaybetmekle kalmıyor, şehir merkezlerinde anlamsız bir güç gösterisinde bulunarak kendini aciz bir konuma sürüklüyor. Son bir yıl içerisinde PKK’nın şehirlerde patlattığı bombalardan ötürü 35 çocuğun hayatını kaybetmesinin toplumsal bir maliyet üretmemesi düşünülemezdi. Van, Bingöl ve Batman’daki PKK terörüne karşı düzenlenen kitlesel eylemler bu gelişmenin en büyük göstergesidir. Şu an bölgede yaşananlar PKK’nın Türkiye’deki çöküşünden hemen önce yaşanan kırılmadır. PKK’nın Van, Mardin, Diyarbakır’da patlattığı bombalar ise en basitinden iktidarını kaybetmek üzere olan bir yapının son çabasıdır. Tam da bu sebeplerden ötürü PKK ve güdümünde hareket eden yapılar ısrarla çözüm sürecine dönüşün imkânlarını aramaktadır.  2013-Newroz’unda Öcalan, silahın miadını doldurduğunu ve mücadelenin siyasi alanda verilmesi gerektiğini belirtmişti. Çözüm süreciyle ulaşılması beklenen sonuç da bu önermeden başka bir şey değildi.

7 Haziran’da HDP’nin Kürtlerden aldığı oyların tercümesi de barışın korunması ve sürecin nihayete ermesinden başka bir şey değildi. Bugün yürürlükte olan aksi senaryonun birçok yıkımı barındırdığını Kürtler daha önce defalarca deneyimlemişlerdi. Öcalan da bir taraftan örgüt üstündeki otoritesini kaybetmemek ve diğer taraftan da devletle orta yolu bulabilmek adına ılımlı mesajlar gönderiyordu. PKK Suriye parantezini genişletmek adına bir Kürt baharı beklentisiyle topyekun bir savaşa girişti. HDP’nin ise Erdoğan özelinde AK Parti’yi hedef tahtasına oturtmasıyla bu denklem bozuldu ve Öcalan devre dışı kaldı. 

Öcalan’ın, kardeşi Mehmet Öcalan ile görüşmesinden kamuya yansıyanlar Öcalan’ın çatışma konusunda Kandil’den ayrıştığını gün yüzüne çıkardı. Devletin PKK’ya operasyonlar düzenlediği, Suriye’de PYD denklemini alt üst ettiği ve belediyelere kayyum atadığı bir dönemde Öcalan, tansiyonu yükseltecek bir mesaj yerine çözümü önerdi. PKK’nın son bir senelik faaliyetlerinin bir sonuç üretmediğini de kapalı bir şekilde iletmiş oldu.

Demirtaş’ın Öcalan’ın mesajından sonra yaptığı ilk açıklamada “Erdoğan düşmanları” demesinden Öcalan’ın Demirtaş’ı ve “seni başkan yaptırmayacağız” söylemini sert bir şekilde eleştirdiği anlaşılabilir. HDP’nin  özellikle çatışmalı dönemde siyaseti PKK’nın şiddetine teslim etmesini de eleştirmiş olması oldukça mümkün. Demirtaş’ın Erbil’de IKYB Başkanı Barzani’den de özel olarak çözüm sürecini yeniden hayata geçirme noktasında destek istemesi yine bu kapsamda değerlendirilmelidir. Öcalan’ın, HDP ve PKK’dan ruhunu zehirledikleri süreci yeniden hayata geçirme talebi olduğu aşikar.

Son olarak, PKK’ya uluslararası destekle gelen Suriye’deki yükselişi, aynı desteğin kaybolmasıyla yerini sahip olduklarını koruma güdüsüne bıraktı. Türkiye’de ise her geçen gün artan taban kopuşu ve meşruiyet krizi PKK’yı ve HDP’yi alternatif arayışına yöneltmekte. Hükümetin bu noktada yapması gereken, sonuç aldığı terörle mücadele konseptini devam ettirmek ama aynı zamanda Kürt meselesi bağlamında atılması gereken adımları hayata geçirerek PKK’nın toplumdan manevi kopuşunu sağlamak. Aksi takdirde, PKK’nın önümüzdeki günlerde artacak barış talebi kendileri için toplumsal bir geri dönüşü sağlayabilir.

[email protected]