Suriye Savaşı’nın son evresi

Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın / SETA
24.09.2016

Savaşın son evresinde Türkiye, ABD’den bağımsız hareket etme şansı kazandı. ABD, tehditlerinin her türlüsü ile yüzleşmiş olan Türkiye’yi bundan böyle çeşitli vaatlerle ikna etmek isteyecektir. “Rakka ve Musul’a beraber operasyon yapalım” demesi buna bir örnektir. Amaç Türkiye’nin dikkatini El-Bab’tan başka bölgelere çekmektir.


Suriye Savaşı’nın son evresi

Son birkaç gündür Suriye’de yine bir hareketlenme gözleniyor. Sanki Ruslar ateşkesi sürdürmek isterken, Amerika bozmak istermiş gibi bir görüntü var. Öte tarafta PYD Amerikan bayrağı çekiyor. Kerry ve Lavrov her gün görüşüyor. Ama bu hareketliliğin genellenebilir bir anlama gelip gelmediği ciddi tartışma konusudur. Belki de sadece sahadaki aktörlerin gündelik savrulmaları olarak bile nitelendirilebilir. Yine aynı şekilde Amerika’nın son dönemde açığa düşmüş olması nedeniyle gündemi kurtarma çabasının bir parçası olabilir. Ama genel olarak bakıldığında Suriye’de defalarca yön ve şekil değiştiren savaşın yeni bir evreye geldiği ve bu evrede yeni şartların ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Kısaca söylemek gerekirse, aslında Suriye’de gidecek yol tükendi. Bütün önemli boşluklar doldu. En son Türkiye’nin de doğal nüfuz alanını doldurması sonucu sağlam bir denge ortaya çıktı. Hala DAEŞ geniş bir coğrafyada varlığı sürdüyor olsa da geri çekilme devam ediyor. Suriye’nin kuzeyinde elde ettiği bütün alanları kaybetti. En son Cerablus’tan çıktı. Şimdi El-Bab’a yapılabilecek bir operasyon gündemde. İleri doğru Rakka ve Musul gibi merkezlerde de DAEŞ’e operasyon yapılacağı uzun süredir konuşulmakta. Aslında herkes DAEŞ’i geçici bir olgu olarak görmeye devam ediyor. Zamanla eriyip ortadan kalkacağı düşünülüyor. Bu nasıl olur ne zaman olur kimsenin pek bir fikri olmasa da bir gün olur diye herkes hazırlık yapıyor. Boşaltacağı alanları kimin dolduracağının ne tür bir barış anlaşması imzalanacağını belirleyeceğine dair genel bir kanı var. Bu nedenle bütün aktörler DAEŞ’in boşaltacağı alanlara kendileri girmek istemese bile rakiplerinin girmesini engellemek istiyor. Bu anlamda DAEŞ’in çekilmesi beklenmedik karşılaşmalara dahi gebe olabilir.

Aslında DAEŞ’in elinde kalan bölgeler küresel ve bölgesel aktörler için stratejik anlamda daha az önemsenen yerlerdir diyebiliriz. Rakka ve Suriye’nin iç kesimleri tabii ki önemsenebilir. Fakat örneğin Rakka ne Türkiye ne Rusya ne rejim ne Amerika için vazgeçilmez bir hedeftir. Stratejik anlamda önemli bölgeler Suriye’nin iç bölgeleri değil, kenar bölgeleridir. Örneğin, Akdeniz kıyılarından Halep’e kadar olan bölge Rusya için stratejik anlamda en kıymetli bölgedir. Bu nedenle Esed rejimi tam düşmek üzereyken, Rusya Suriye’nin Akdeniz’e açılan bu kısmını muhafaza etmek için müdahil oldu. Halep’e kadar ilerledikten sonra durdu. Onun öncesinde Amerika desteğindeki PYD sürekli batıya doğru ilerleyerek Fırat’a kadar geldi. Aslında bu resim içinde kendi nüfuz alanını doldurmamış olan tek taraf Türkiye kalmıştı. Cerablus operasyonundan sonra o da tamamlanmış oldu. Şu haliyle bozulması zor bir dengenin kurulduğu söylenebilir. Türkiye El-Bab operasyonunu gerçekleştirip Halep’e yaklaştığında nüfuz alanları bütünüyle doldurulmuş olacak. Sonrasında ya bu dengeye uygun bir çözüm üretilecek ya da bu dengeyi bozmak isteyen çatışmalar devreye girecektir. Suriye’de son durumun neye doğru evrildiğini görebilmek için şu ana kadar nasıl evrildiğine bakmakta fayda var.

Suriye Savaşı çok farklı evrelerden geçti. İlk evresi barışçıl demokratikleşme taleplerine Esed rejiminin sert yöntemlerle cevap verdiği ve muhalefet ile rejimin çatıştığı dönemdir. Bu muhaliflerin ilerlediği dönemdi. O tarihlerde çok basit yöntemlerle Esed rejimi düşürülebilirdi. Muhaliflerin desteklenmesi ve öncelikle uçuşa yasak bölge ilan edilmesi gibi tedbirler rejimin direnişini kıracaktı. Ancak öncelikle Amerika olmak üzere Batılı ülkeler ısrarla kanlı Esed rejimini nereye varacağını kestiremedikleri bir dönüşüme tercih ettiler. Çünkü Esed’in zaten kolu kanadı kırılmıştı. Esed’in yerine gelebilecek demokratik bir hükumet kontrol edilemez bir hal alabilirdi.

Bu sırada uzayan savaş ortamı DAEŞ’i üretti. Bu Suriye Savaşı’nda ikinci evreye geçiş anlamına gelir. Bir taraftan DAEŞ’in, öbür taraftan muhaliflerin ilerlediği resim gitti. Yerine DAEŞ’le mücadele adı altında doğrudan Rusya müdahalesi ve dolaylı Amerikan müdahalesi geldi. Rusya savaşan bir aktör olarak müdahil oldu ve rejimin Halep’e kadar ulaşmasını sağladı. Tabii bunu DAEŞ ile mücadele ediyor bahanesiyle yaptı. Halbuki Suriye’nin iç kısımlarındaki DAEŞ’e müdahale etmek yerine Rusya destekli rejim, sürekli kuzeybatıya ve Halep’e doğru ilerledi. Halep’e ortak olunca da Kerry-Lavrov görüşmesi çerçevesinde Rusya durdu. Amerika, Rusya eliyle Suriye’de ilerlemesinden rahatsız olduğu müttefiklerini zayıflattı. Öbür taraftan PYD’ye destek vererek Suriye iç savaşında yeni bir aktör yarattı.

Amerika’ya rağmen

Bu aktör yine DAEŞ’le mücadele bahanesiyle Türkiye’ye karşı bir kaldıraç görevi görmek için kullanıldı. Kaldıraç Türkiye’yi evcilleştirmek ve Amerikan çizgisinde bir Türk dış politikası kurgulamak için kullanılacaktı. DAEŞ’in boşalttığı her alana Amerika desteği ile PYD girdi. Türkiye terör örgütlerinin hedefi haline gelirken, yoğun göçle boğuşurken, Batılı müttefikleri Türkiye’deki hükümeti zaafa uğratacak her türlü eylem ve söylemi kullandı. Bu kaldıraç 15 Temmuz itibariyle artık daha fazla kaldıramaz hale geldi. O kaldıraca öylesine çok ağırlık yüklendi ki, kaldıraç kırıldı desek yeridir. Uluslararası ilişkilerde rakip veya müttefiklerinizi çeşitli araçlar kullanarak ikna etmeye ve kendi çizginize çekmeye çalışabilirsiniz. Ama zorlamaya çalıştığınız aktörü elinde kalan son şeyi veremeyeceği yere kadar zorlarsanız ipi kopartırsınız. İşte bu oldu. Türkiye artık ne olursa olsun bundan ötesine müsaade edilemez noktasına geldiğinden, Amerika’ya rağmen, Rusya ile anlaşarak Fırat Kalkanı Operasyonu’nu başlattı.

 

Türkiye için Suriye’de ortaya çıkan durum, komşusunda meydana gelen zararlı bir olgu olmanın dışına çıktı. Doğrudan doğruya bir varoluş meselesi halini aldı. Yıllardır mücadele ettiği etnik ve ayrımcı terörün bir uzantısı olan PYD, Suriye’nin kuzeyinde bir koridor yaratmanın eşiğine geldi. Hem PKK’nın hem DAEŞ’in öncelikli hedefi haline geldi. Bu durumda Türkiye’nin güney sınırını temizlemekten başka bir seçeneği kalmadı. Bunu artık Amerika’nın tavrı ne olursa olsun, yapmak zorunda olduğu bir çizgiye ulaştı. İlaveten, Amerika’nın Türkiye’ye tehdit olarak kullanabileceği başka kaldıracı da kalmamıştı. Türkiye’ye diz çöktürmek için herşey denendi. Bundan bir adım fazlası artık doğrudan işgaldir. Türkiye’yi Suriye’de Amerika’nın bir maşası haline getirmek için geride Amerika’nın elinde Türkiye’ye savaş açmaktan başka bir aracı kalmadı. Bunu da yapacağını düşünmek çılgınlıkta son nokta olur. Suriye’de bile savaşa girmeyen Amerika Türkiye’de savaşa girecekse zaten bütün her şeyi bir kenara bırakmak gerekir. Tüm kaldıraçlarını hunharca tüketen Amerika’nın bundan sorna Türkiye üzerinde nüfuz kullanabilmek için Türkiye ile anlaşmaktan başka çaresi kalmadı.

İki kilit nokta

Bu da Suriye Savaşı’nın son evresidir. Bu evrede Türkiye geleneksel müttefiki Amerika’dan bağımsız hareket etme şansı kazandı. Aslında Cerablus operasyonu Amerika’nın bu zafiyetini açıkça gösterdi. Tam da bu nedenle Amerika lafla peynir gemisi yürütmenin peşinde. Türkiye’yi mümkünse kandırarak veya tehdit ederek ikna etmek isteyecektir. Tehditlerinin artık her türlü bela ile yüzleşmiş Türkiye için çok ikna edici olacağı düşünülemez. Bu nedenle daha ziyade Türkiye’yi çeşitli vaatlerle ikna etmek isteyebilir. Rakka ve Musul’a beraber bir operasyon gerçekleştirme fikri buna iyi bir örnek olabilir. İki ay sonrasında seçime giden Amerika beş yıldır kılını kıpırdatmazken son iki ay kala “Rakka ve Musul’a beraber operasyon yapalım” diyorsa bu gayri ciddi bir tekliftir. Aslında Türkiye’nin dikkatini El-Bab’tan başka bölgelere çekme gayretinin bir sonucudur. Türkiye’nin Suriye’deki doğal nüfuz alanına ulaşması için iki kilit nokta var: Birisi El-Bab diğeri Münbiç. Bu iki bölgeye operayon Türkiye için ilk sıradadır. Sonrasında ise Afrin gelir. Sonra Türkiye için hedef  Ayn-El Arab, Tel Abyad ve Haseki’dir. Yani Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde tüm sınırı bounca Halep derinliğine kadar bir hattı terör örgütlerinden temizlemek zorundadır. Bu hem gerekli hem meşru bir tavırdır. Gerekirse, milislerle gerekirse doğrudan bir operasyonla Türkiye’nin, PYD oldu bittisine razı olmadığını göstermesi ve Fırat’ın doğusunu da temizlemesi gerekir. Bu anlamda Türkiye’nin başka taleplere ve vaatlere gözünü kapatarak kendisinin önceliği olan iki terör örgütüne odaklanması önemlidir.

Amerika’nın şapkadan çıkarıdığı son tavşan “uçuşa yasak bölge” fikridir. Beş yıldır Türkiye bu kadar çabalarken ilan edilmeyen uçuşa yasak bölge bugün Türkiye ilerlemeye başlayınca ilan edilecekmiş. Uçuşa yasak bölge bundan sorna Türkiye’nin tercihi değildir. Daha önce Türkiye’yi kendi kontrolünde Suriye’de savaştırmak isteyen Amerika, Türkiye kendi çıkarları çerçevesinde Suriye’ye girince bütün hesaplarının altüst olduğunu hissediyor. Bugün Türkiye Suriye’de Amerikan öncelikleri için değil, kendi öncelikleri için hareket etmeye devam etmelidir. Amerikan tarafının üreteceği her türlü tehdit ve vaat aslında boştur. Fakat Kasım’daki Amerikan seçimlerinden sonra durumu yeniden değerlendirmek gerekecektir. Türkiye’nin de o zamana kadar doğan boşluğu iyi kullanması da önemlidir.

[email protected] (Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın / SETA Stratejik Araştırmalar Direktörü)