Suriye’de siyasi sürecin muhtemel seyri

Doç. Dr. Talha Köse - SETA
17.09.2016

Kerry-Lavrov mutabakatı Suriye’de kimin kazanacağına değil, kimlerin kaybetmesi gerektiğine dair varılan bir mutabakattır. Rejim güçleri ve Rusya’nın önümüzdeki dönemde hedefi Halep’te direnişi kırmak ve muhalif sivil halkın kuşatma ve tehditlerle o bölgelerden tasfiyesi olacaktır.


Suriye’de siyasi sürecin muhtemel seyri

Suriye’de ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov’un ortak girişimleri ile 12 Eylül’den başlamak üzere bir hafta süreli ateşkes ilan edildi. Bu ateşkes, Türkiye, İran, AB yetkilileri ve Suriye’deki ılımlı muhalifleri temsil eden Müzakere Yüksek Komitesi tarafında olumlu karşılandı. Eğer bir hafta süre ile ilan edilen ateşkes başarılı olursa, bir süre daha uzatılması ve Suriye’nin geleceği açısından daha kalıcı bir müzakere sürecinin başlatılması öngörülmekte. Ateşkesin uzun vadeli bir barış sürecine dönüşmesine dair beklentiler düşük olsa da Suriyeli siviller açısından bayram süresince bir rahatlamaya neden oldu. 

Kalıcı barış mümkün mü?

Son ateşkes, beş yılı aşkın süredir devam etmekte olan Suriye iç savaşındaki onlarca ateşkeslerden biri olarak kayda geçti, ancak bu seferki ateşkesin farkı Suriye’de etkin olan iki büyük güç, ABD ve Rusya’nın bu konu üzerinde mutabakata varmalarıdır. Ateşkesin temel amacı Suriyeli sivillere karşı kullanılan varil bombaları ve rejim bombardımanlarına son verilmesi, kuşatma altındaki bölgelere ve çatışma alanlarında kalan Suriyeli sivillere insani yardım ulaştırılabilmesi ve terörist grup olarak tanımlanan DAEŞ ve Nusra Cephesine (yeni ismi ile Fetih Cephesine) karşı daha etkili ve koordineli mücadelenin yürütülebilmesidir. Bu ateşkes girişimi ve bu girişimle varılmaya çalışılan yeni müzakere momenti aynı zamanda, görevini bir sonraki başkana devretme hazırlığı içerisinde olan Obama yönetiminin Suriye konusundaki son girişimi olması beklenmekte.

Suriye’nin geleceği konusunda farklı fikirlere ve planlara sahip iki süper gücün ateşkes konusundaki uzlaşısı kalıcı barış konusunda mesafe alınacağı anlamına gelmemekte. Suriye iç savaşına rejim yanında askeri olarak müdahil olan ve Suriye’de askeri varlığını hissettiren Rusya halen belirleyici kilit aktör konumundadır. Rusya önümüzdeki süreçte de Suriye krizinin geleceği konusunda daha merkezi ve belirleyici bir rol oynamaya devam edecektir. Görev süresinin son aylarını yaşamakta olan Obama yönetimi ise Suriye konusundaki ağırlığını kaybetmektedir. Söylem düzeyinde Esed rejiminin gitmesi gerektiğini ve radikal cihatçı grupların tasfiye olmasının zorunluluğunu dile getiren Obama yönetimi, sahada görünür olarak sadece SDG projesine yatırım yapmaktadır. ABD açısından Suriye’nin geleceği, Irak’ın geleceğine göre ikinci planda olan bir mesele konumundadır. Suriye konusunda inisiyatif büyük oranda Rusya’dadır. Washington’da özellikle savunma bakanlığı yetkililerinin ateşkesten ve genel olarak Suriye’de gidişatın seyrinin Rusya tarafından belirlenmesine karşı tepkili olduklarına dair haberler gelmekte. ABD mevcut şartlarda belirli minimum teminatlar karşılığında Rusya’nın kaptan koltuğuna geçmesine ses çıkartmamakta. Obama yönetimi sonra erene kadar, ABD’nin Suriye politikasında ciddi bir değişiklik beklemek gerçekçi değildir.

Kerry-Lavrov mutabakatı Suriye iç savaşında hangi aktörlerin meşru müzakere tarafı, hangilerinin ise terör grubu  olarak tanımlandığının tespiti açısından önem arz etmekte. Taraflar DAEŞ ve Nusra Cephesi gibi aktörleri terörist listesine koyarak ateşkes çerçevesi dışında tutmaya karar verdiler. Öte yandan ateşkes Özgür Suriye Ordusu, Ahrar üş Şam ve Ceyşül İslam gibi muhalif gruplara garanti sağlamamakta. Bu gruplar ateşkese tepki gösterseler de büyük ölçüde bağlı kaldılar. Kerry-Lavrov mutabakatı Suriye iç savaşında kimin kazanacağına değil, kimlerin kaybetmesi gerektiğine dair varılan bir mutabakattır. Suriye rejimi özellikle kuşatma altındaki Halep’e Türkiye’den yapılan insani yardımları denetim altına alma kaygısı içerisinde. Bu hamle ile Türkiye üzerinde yapılacak yardımlara sınır getirmekte. Sahada etkin savaşan muhalif grupların ateşkes dışında bırakılması, ateşkesin sürdürülebilirliği açısından belirli soru işaretlerini gündeme getirmiştir.

Halep kimde kalacak?

Kerry ve Lavrov, Suriye’nin geleceğinin toprak bütünlüğünün muhafaza edilerek şekilleneceği üzerinde mutabık kaldıklarını açıklasalar da, Suriye’nin geleceği açsından merkezden yönetilen bir yapı ön görülmemekte. Suriye iç savaşının nihayete erdirilmesi konusunda kapsamlı müzakere masası kurulduğunda, sahada belirli alanları kontrol eden “meşru” olarak tanımlanan aktörler, büyük ihtimalle ellerindeki topraklarda belirli bir nüfuz alanına sahip olmaya devam edeceklerdir...

Bütün bu senaryonun tamamlanmasının önündeki en büyük engel ise Halep’in mevcut durumudur. Halep’te direnişin sona erdirilmesi ve rejim güçlerinin hakimiyeti, Rusya’nın ve rejimin nihai hedeflerine büyük ölçüde ulaşmalarının önünü açacaktır. Bu nedenle rejim güçleri ve Rusya’nın önümüzdeki dönemde hedefi Halep’te direnişi kırmak ve muhalif sivil halkın kuşatma ve tehditlerle o bölgelerden tasfiyesi olacaktır.

Rejim güçlerinin özellikle Türkiye üzerinden Halep’e giden insani yardım konvoylarına engel olmaya çalışmasının veya BM aracılığı ile denetlemeye çalışmasının  temel nedeni Esed rejimine karşı direnişin büyük oranda devam ettiği Halep üzerindeki baskıyı azaltmama çabasıdır. Askeri yöntemlerle kontrol altına alınamayan Halep direniş açlıkla kırılmaya çalışılacaktır. Halep rejim tarafından kontrol altına alınabilirse Suriye devrimi büyük ölçüde sönecektir. Böylesi bir gelişme sonrası rejim güçleri ve Rusya’nın DAEŞ kontrolündeki El Bab ve Rakka’daki DAEŞ unsurları ile mücadele etmesini beklemek gerçekçi değildir. Rusya ve rejim güçlerinin öncelikli hedefi DAEŞ kontrolündeki alanları kontrol altına almak değil, bu örgütün kontrolünün dışında iç savaşın devam ettiği bölgelerde etkinliğini artırmaktır. Bu nedenle Türkiye’nin desteklediği muhaliflerin özellikle el Bab operasyonu konusunda ve DAEŞ’den temizledikleri alanlarda istikrarlı düzen oluşturmaları bir zorunluluk haline gelecektir. ABD ve Rusya’nın halen DAEŞ ile mücadele konusunda kalıcı bir mutabakata varamamış olmaları Rakka ve Musul’da DAEŞ’e karşı yapılacak operasyonların ertelenmesine de neden olmaktadır.

PYD-DAEŞ denklemi

Türkiye, Kerry ve Lavrov arasında varılan mutabakat sonrası ilan edilen ateşkesi desteklemekle birlikte ihtiyatlı bir tavır takınmakta. Rejim çeşitli bahanelerle Türkiye üzerinden giden insani yardım tırlarının geçişini engellemekte. Türkiye’nin desteklediği ılımlı muhalif guruplara ise güvenlik garantisi verilmiş değildir. Türkiye’nin Fırat-Kalkanı Operasyonu ile Suriye iç savaşı denklemine doğrudan dahil olması, Suriye’de devam etmekte olan belirsiz oyunu değiştirmeye yetecek bir hamle değildir. Türkiye bu hamlesi ile Suriye’deki çatışmanın doğrudan tarafı olmuştur, bu sayede dostlarına ve düşmanlarına çok daha açık mesajlar verebilme imkanına kavuşmuştur. Türkiye aynı zamanda kendi sınırında oldu bittiye sessiz kalmayacağını göstermiştir. Ancak Türkiye sınır hattında terörden arındırılmış güvenli bölge oluşturmaya çalışırken Suriye’nin bütününde oluşan resmi kaçırmamalıdır.

Fırat-Kalkanı Operasyonu her ne kadar riskler taşısa ve belirsizliklere gebe olsa da, Türkiye bu hamlesi ile Suriye’nin geleceği konuşulurken masada daha etkili ve bir aktör olarak oturma hakkını kazanacaktır. Türkiye’nin desteklediği ılımlı muhalifler ise Suriye’nin geleceğinde daha önemli bir role sahip olacaklardır. Eğer Özgür Suriye Ordusu tarafından kontrol edilen bölgede, güvenli bir alan oluşturulabilirse, hem Suriye’deki istikrara, hem de Türkiye’nin sınır güvenliğine çok önemli katkı yapılmış olacaktır. Bu hamle aynı zamanda Türkiye ve Avrupa üzerindeki mülteci baskısını da kısmen azaltacaktır. Fırat Kalkanı Operasyonu bu yönü ile Avrupa’nın güvenliği ve istikrarına da dolaylı katkılar yapacak bir girişimdir. Türkiye’nin bu husus Avrupalı muhataplarına daha iyi anlatarak bu konuda desteklerini sağlamalıdır.

Rejim güçleri daha odaklı bir çatışma ile kendi alanlarını tahkim etmek isteyecekler ve DAEŞ ile mücadele etme sorumluluğunu diğer aktörlere devretmiş olacaklardır. DAEŞ ile mücadele etme bahanesi ile uluslararası destek ve meşruiyet kazanan PYD/SDG ise kendi alanında daha güvende hissedecektir. Ancak DAEŞ gibi bir dış tehdidin etkinliğini kaybettiği bir ortamda, kontrol ettiği alanda iç bütünlüğü muhafaza etmesi daha zor olacaktır. Arap aşiretlerinden ve PKK/PYD ideolojisine sıcak bakmayan Suriye Kürtlerinin PYD/YPG ile ilişkilerinde çözülmeler, hatta yer yer çatışmalar olabilir. Bu açıdan bakıldığında PYD/YPG’nin üzerindeki DAEŞ tehdidi azalmış gibi görünse de, bu tehdidin zayıflaması ve bu tehdit ile mücadelede alternatif kanalların oluşabilmesi bu örgütün kontrol ettiği alanda yeni huzursuzluklara neden olacaktır.

Türkiye’nin güvenliği açısından, PYD/YPG’nin kontrol ettiği bölgede bütüncül ve bir merkezden yönlendirilen bir yapının oluşmasının önüne geçilmesi elzemdir. Uzun vadeli ve daha kalıcı tehditlerle muhatap olmaktansa, kısa vadede ABD ile çelişmeyi de göze alarak bu bölgedeki oluşuma müdahil olunmak durumundadır. Türkiye üzerinde oluşan Suriye kaynaklı PKK tehdidi sadece Fırat’ın batısından gelmemektedir.

Ateşkes sonrası siyasi süreç

Suriye’de Kerry-Lavrov arasında varılan mutabakat ile başlayan ateşkes, Suriye’nin geleceğine dair bir istikrar umudu vadetmemektedir ancak sahada oluşan yeni gerçekleri teyit etmekte ve Suriye konusunda yeni bir aşamaya geçildiğine işaret etmektedir. Obama yönetimi, Suriye’de inisiyatifi fiili olarak Rusya’ya terk etmiştir. Rusya ise kendi stratejik öncelikleri çerçevesinde rejim ile irtibatını artıracak Suriye’deki kazanımlarını kalıcı hale getirmeye çalışmaktadır. Rusya özellikle Halep’in yeniden rejim tarafından kontrol edilebilmesi için bastıracaktır. Halep rejim güçleri tarafından kontrol edilirse de Suriye devrimi büyük ölçüde sona erecektir.

Suriyeli ılımlı muhaliflerin oluşturduğu çatı örgüt Müzakere Yüksek Komitesi Eylül ayında Londra’da bir araya gelerek Suriye’de siyasi çözüm için belirli bir çerçeve metni üzerinde uzlaştılar. Ortaya çıkan metin büyük ölçüde BM Güvenlik Konseyi’nin 2118 ve 2254 no’lu kararları ile uyumlu üç aşamalı ve iki yıla yayılan bir siyasi geçiş sürecini ön görmektedir. Müzakere Yüksek Komitesi, ateşkesin ardından siyasi sürece dahil olacakları beklentisi içerisindedir. Ancak komitenin beklentisinin aksine Suriye’de ateşkesin başarılı olması ılımlı muhalif aktörlerin doğrudan rejimle ve diğer uluslararası aktörlerle müzakere muhatabı olacağı anlamına gelmez. Sahada rejim güçlerine karşı mücadele vermekte olan Fetih Ordusu (Nusra Cephesi) gibi örgütlerin müzakere sürecinden tamamen dışlanması ise barış girişimlerini zorlayacaktır. Siyasi sürecin bundan sonraki kısmında Rusya’nın da daha aktif olarak rol aldığına şahit olacağız. Türkiye açısından Suriye politikasının yeni sürecinde Rusya ile koordinasyon daha fazla önem kazanacaktır. Bu koordinasyonu yürütürken sahada desteklediği aktörler ve geleneksel müttefikleri ile ilişkilerini yönetmek Türkiye’nin en önemli meydan okuması olacaktır.

[email protected]