Türkiye’de kutuplaşma var mı yok mu?

İhsan Aktaş / GENAR Başkanı
3.12.2016

Toplumsal kutuplaşma tartışmalarında tekil örnekler üzerinden kamuoyu oluşturma ve manipülasyon konusu edilen tutumların, gerçekliğine ilişkin bir algı, toplumun çok büyük bir kesimi tarafından paylaşılmamaktadır. Yapılan kutuplaşma araştırması, manipülasyona malzeme olarak kullanılan endişelerin, toplumsal tabanda büyük oranda var olmadığını açık bir şekilde göstermektedir.


Türkiye’de kutuplaşma var mı yok mu?

27 Nisan e-muhtırasının ardından, o zamanın CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, muhtırayla istediğini elde etmiş olmanın sarhoşluğu ve zafer kazanmış bir  edayla çıktığı kürsüde şunları söylüyordu: “Daha aylar önce, kafalarının arkasındaki planı ortaya çıkarmadan önce, (Ak Partili bir cumhurbaşkanı adayı ihtimalini kastederek) olmaz, olmamalı, olmayacak deme gücünü sizlerden almıştım. Böyle gitmez arkadaşlar, bu bir rejim konusudur, rejim...” Daha öncesinde Baykal Ak Partili bir cumhurbaşkanının ülkede ve kurumlar  arasında huzursuzluğa sebep olacağı hususuna da dikkat çekmişti.

Bugünden geriye dönüp baktığımızda, aslında sürekli tedavülde tutulan kutuplaşma iddiasının şifreleri Baykal’ın o zamanki tavrına bakılarak rahatlıkla çözülebilir. Şu denmektedir: “Bu ülkede kurumlar var. Bu kurumlarla, halkın beklenti ve talepleri farklı olsa da ters düşmek, ülkeyi kaosa sürükler. Aslolan kurumlardır ve bu kurumlar halk iradesinin de üstündedir. Aksine tutum ve davranış rejim sorununa yol açar.”

Vesayet odakları

Yoğun ve yıpratıcı bir sürecin sonunda kurumların etkisi nispeten zayıflayınca, halkın karşısına “kurumlar arasındaki uyum” gibi bir söylemle çıkılma ihtimali kalmadı. Zira, kurumların birer vesayet odağı olarak demokrasinin önünde dikilmesi öteden beri rahatsız edici bir durumdu. Bu noktada yeni bir söylem geliştirildi; kutuplaşma... Yani eski söylem revize edildi, devlet kurumlarının yerine bir takım kaygılarla malül toplumsal kesimler konuldu. Ama eksen aynı kaldı. Bir tarafta siyasi, kültürel ve sosyal taleplerini merkeze taşıma çabası içinde olanlar, diğer tarafta bu taleplere direnenler.

Kabaca 2007 yılından beri sürekli gündemde tutulan kutuplaşma konusunun toplum kesimleri üzerinde reel karşılığı nedir? Siyasi cepheleşmeleri bir kenara bırakırsak, toplumun hangi kesimi hangi kesim ile çatışma haindedir? Akademisyenlerin, siyasi parti sözcülerinin sürekli diline doladığı “kutuplaşma” hangi alanlarda hangi boyutlarda sosyal risk potansiyeli taşımaktadır? Bütün bu sorular üzerinde ciddi olarak üzerinde hiç durulmadı. Acaba mevzu siyasi bir retorikten mi ibaretti; yoksa bir gerçekliğe tekabül ediyor muydu? İleri düzeyde toplumsal kutuplaşma yaşandığına dair bilimsel veriler mevcut muydu? Bu konuda üniversitelerimiz, akademisyenlerimiz elle tutulur ne gibi bulgulara ulaşmışlardı? Bunların hiç biri sorulmuyordu. En ciddi tartışma programlarında birkaç tekil örnek üzerinden konu somutlaştırılmaya çalışılıyor ardından genel bir yargı topluma dayatılıyordu. Bu konuda bilimsel bir araştırmanın eksikliği ortadaydı.

GENAR olarak, 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra, bu konuda bilimsel veri eksikliğini de dikkate alarak, çok önemli iki araştırma yaptık. İlki Ak Parti ARGE başkanlığı için yaptığımız “Kutuplaşma Uzlaşma Araştırması”; diğeri ise darbe girişiminin etkileri üzerine kurumumuz için yapmış olduğumuz müstakil bir araştırmadır. Her iki araştırmada son derece dikkat çekici bulgulara ulaştık. Sonuç olarak, Türk toplumunun siyasi ve sosyal konulara dair kanaatlerinin köklü bir değişim sürecinde olduğunu rahatlıkla iddia edebiliriz.

Araştırma verilerine göre, Türkiye’de siyasi ve ideolojik eğilimler bakımından sosyolojik tabanı iki ana kümede toplamak mümkündür. Birinci küme; Milliyetçi, Muhafazakar ve dindarlardan; ikinci küme ise Atatürkçü, demokrat ve ulusalcılardan oluşmaktadır. Birinci küme toplumun yüzde 75,4’üne; ikinci küme ise yüzde 24,6’sına tekabül etmektedir. Ak Parti oylarının yüzde 67,4’ünü birinci kümeden; yüzde 8,2’sini ikinci kümeden almaktadır. MHP oylarının birinci kümedeki payı yüzde 13,8; ikinci kümedeki payı, yüzde 11,8’dir. CHP ikinci kümede yer alanların yüzde 76,6’sının oyunu almakta, birinci kümede yer alan kitleden ise hemen hemen hiç oy alamamaktadır. İlginç olan HDP birinci kümeden yüzde 10 oy alırken, ikinci kümeden sadece yüzde 3,3 oy alabilmektedir.

Görüldüğü üzere, ana kümeler baz alındığında CHP dışındaki bütün parti tabanlarında tam bir konsolidasyon söz konusu değildir. Bütün partiler, her iki kümeden de az veya çok taban bulabilmektedir. Bu geçişkenlik, yaşam tarzı, dindarlık, milliyetçilik vb üzerinden bir kutuplaşmanın büyük oranda toplumda var olmadığının da göstergesidir. CHP’nin buradaki konumu dikkat çekicidir. Hakikaten de öteden beri sistemle bütünleşmiş bir taban, partiyi kendi içine kapatmış görünmektedir.

15 Temmuz ve akabinde gelişen olayların Türk toplumunun kimlik tanımlamalarında milli hassasiyetleri ön plana çıkaran bir duyarlılığa yol açtığı görülmektedir. Siyasi kimlik tanımlamalarında “milliyetçilik” ve “muhafazakarlık” ön plana çıkmış,  milliyetçilik ve muhafazakarlık temelinde  yüzde 70’lere varan bir eksen oluşmuştur. Farklı tonlarda da olsa dindarlık ve muhafazakarlığın kimlik tanımlamalarında önemli bir yükseliş trendine girdiği gözlenmektedir.

Kimlik tanımlamaları toplumun yaygın değerleri etrafında yoğunlaşmaktadır. Sosyalizm, liberalizm, Kemalizm gibi ideolojinin öne çıktığı tanımlamalar daha düşük oranlarda yapılmaktadır. Bu durum iktidarı ellerinde tutmalarını sağlayan araçları da kaybeden eski statüko sahiplerini tedirgin etmektedir. Kutuplaşma söylemlerinin büyük oranda kaybetme duygusunun bir tezahürü olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. 

Türkiye toplumunda, insanları bir arada tutan, onları Türkiye’ye bağlayan değerler din, aile, vatandaşlık, gibi ortak değerlerdir. Etnik kimlik, mezhep gibi ayrıştırıcı unsurların bireyleri bu ülkeye bağlayan değerler arasında belirgin bir üstünlüğü olmadığı görülmektedir. 

Toplumun gündemi değil

Zaman zaman siyaset üzerinden zaman zaman Kürt meselesi ve mezhepçilik üzerinden Türk toplumunda derin uçurumlar olduğu algısı yürütülmektedir. Daha önceki araştırmalarda olduğu gibi bu araştırma da göstermektedir ki, Türk toplumunda dillendirildiği gibi derin bir kutuplaşma emaresi yoktur. Fakat, yine de elimizdeki araştırmanın detaylarında bu konuda dikkat çeken ayrıntılar bulunmaktadır.

Araştırma verilerine göre, kutuplaşmanın somut göstergeleri olarak sunulan olayların toplumsal tabanda bir karşılığı büyük ölçüde yoktur. Toplumsal kutuplaşma tartışmalarında tekil örnekler üzerinden kamuoyu oluşturma ve manipülasyon konusu edilen tutumların, gerçekliğine ilişkin bir algı, toplumun çok büyük bir kesimi tarafından paylaşılmamaktadır. Tabloda kutuplaşma konusunda yapılan manipülasyona malzeme olarak kullanılan endişelerin toplumsal tabanda büyük oranda var olmadığı açık bir şekilde görülmektedir.

Algı kampanyaları

Toplumda uluslararası kampanya ve manipülasyonlar karşısında güçlü bir refleks geliştirildiği görülmektedir. Bununla birlikte, kutuplaşma kampanyalarında öne sürülen argümanların toplumun bir kesimi tarafından satın alındığı da gözden kaçırılmamalıdır.

Sonuç olarak bakıldığında Türk toplumunda belli çevrelerin sürekli dillendirdiği boyutta bir kutuplaşma yoktur. Daha ziyade yaşam tarzı ve korkular üzerinden siyaset yapma tarzının, kutuplaşma söyleminden beslendiği iddia edilebilir. 15 Temmuz’dan sonra toplumda kutuplaşmadan ziyade birliktelik ruhunun daha çok destek bulduğu görülmektedir. Nitekim bunun emareleri 15 Temmuz’dan sonra siyasette de görülmeye başlanmıştır. Devlet Bahçeli’nin ülkenin geldiği noktayı doğru teşhis ederek, sistemi kilitleyen mevcut parlamenter sistemin değiştirilip cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş konusunda gösterdiği müzakereci tavır, istismar siyasetiyle bir yere varılamayacağının anlaşılması olarak da okunabilir.

[email protected]