Yeni Türkiye’nin üzerinde yükseldiği destansı hikaye: 15 Temmuz

Mustafa Akış / Cumhurbaşkanı Başdanışmanı
10.12.2016

15 Temmuz sonrasında gelinen aşamada yapmamız gereken ilk şey hükümet sistemimizi ve bürokratik yapımızı değiştirmek, dönüştürmektir. Kendimize özgü tecrübelerin, hikâyelerin üzerine şekillenmiş kendimize özgü çıkış arayışları bugün bizleri heyecanlandırıyor.


Yeni Türkiye’nin üzerinde yükseldiği destansı hikaye: 15 Temmuz

Selam olsun büyük milletin akıncı beylerine; can feda olsun, kahraman polisin özel harekât erlerine” yazıyordu atılan bombalarla her yeri tahrip olmuş Özel Harekât binasının üzerine asılı pankartta. O karanlık gecede iki F-16 uçağı Güneydoğu’nun dağlarında PKK’lı teröristler için bile bu kadar acımasız olamamıştı. Bize ait olan uçaklar bize karşıydı o gece. Türkiye’nin başkentinde istilacıların/darbecilerin kontrolündeki iki uçak kendilerine engel olabileceğini düşündükleri Polis Özel Harekât’a bombalar yağdırdılar ve 51 yiğit vatanı için canını feda etti. Çoğu şehidimizin vücut bütünlüğü yoktu. 15 Temmuz hain darbe girişimi sadece hainliği ile değil insanlıktan çıkmışlığı ile de hatırlanacak alçak bir terör örgütü tarafından gerçekleştiriliyordu. İhanetin bir karabulut gibi çöktüğü o gecede 17-25 Aralık sonrası Fetullahçı Terör Örgütü için “Bu yapının silahı yok, nasıl terörle mücadele kanunu kapsamında değerlendirilecek?” diyenler de mahcup oluyordu.

Aynı saatlerde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere istilacılar/darbeciler tüm Türkiye’de de harekete geçmişti. İşleri kolaydı, ellerinde silah vardı. Devletin televizyonunda bir bildiri okurlar; olur, biterdi. Nasıl olsa millet silaha boyun eğerdi. Ama öncekiler gibi olmadı. Bu milletin, Erol Abimiz gibi kurşuna doğru koşacağını hiç akıllarından geçirmemişlerdi. Milletin her bir ferdinin; fikri, zikri, yaşam biçimi ne olursa olsun; bunlardan tamamen ayrı bir “vatan tasavvuru” olduğunu düşünmemişlerdi. İstilacılar/darbeciler kurşun sürdüler silahın namlusuna, millet ise yüreğini. Milletimiz kurşuna koştu; istilacılar/darbeciler de acımasızca onları şehit etti. Bizim daha şerefli ve izzetli yaşamamız için 248 vatan evladı şehit, 2193 vatan evladı ise gazi oldu. En sonunda millet kazandı ve 15 Temmuz 2016 tarihi bu ülkenin bir “dönüm noktası” olarak tarih sayfalarında şehitleri ve gazileri ile birlikte müstesna yerini aldı.

İstikbal mücadelesi

Üç darbe, iki muhtıra ve birçok darbe planlaması yaşamış ülkemizde ilk kez millet topyekûn olarak bir askeri kalkışmaya karşı bu denli demokrasi ve istikbal mücadelesi vermiş ve yine ilk kez bir Cumhurbaşkanı bu denli cesur bir tavır sergilemiştir. Tarihte eşine az rastlanır bir lider-millet uyumu ile 15 Temmuz günü, Türk Milleti ve Türk Siyaseti sınıf atlamıştır.

Tarihte zaferlerin ardından gelen gelişmeler de o zaferlerin bir parçası niteliğini taşır. Muzafferlerin yaşanılanlar sonrası ortaya koydukları da, o zafer ile birlikte anılırlar ve elde edilen zaferin taçlanmasına vesile olurlar. Hiçbir diplomasi hamlesi, hukuk sistemi ve düzen arayışı durduk yere ortaya çıkmaz. Hiçbir yönetim sistemi ve toplumsal sözleşme sebepsiz yere “zeki ve ilerlemiş” toplum üyelerinin akıl etmesiyle olmamıştır. ABD’de ortaya çıkan iki meclisli başkanlık sisteminin, İngiltere’de 1215’te imzalanan Büyük Özgürlük Fermanı olarak anılan Magna Carta’nın, Fransa’daki yarı-başkanlık sisteminin oluş hikâyesine baktığınızda arkasında çok acı hadiselerin veya zorundalıkların olduğunu görürsünüz. Arkasında hikâyesi olmayan hiçbir sistem ve sözleşme tarihte kalıcı olmamıştır. Bugün ülkemizdeki anayasa ve organların işlevsizliği, toplumdaki karşılıksızlığı ve teamüllerinin kolay yıkılabilirliğinin arkasında da bu hikayesizlik vardır. Osmanlı’nın son dönem gelişmeleriyle birlikte elit yönetici kadronun oluşturduğu copy-paste sistem ve o sistemin ürünlerinin bulunduğumuz coğrafyada maddi-manevi hiçbir dayanağı olmadığı gibi; bu ürünler bir hikâye/zorundalıklar sonrasında toplum ile beraber ortaya konulmadığı için hep millete karşı vesayet üreten araçlar olarak anıldı. 15 Temmuz bu açıdan bakıldığında aynı zamanda bir imkân olarak kendini göstermektedir. Lider-millet uyumuyla örnek bir istikbal mücadelesi ve son 15 yılda dünyaya açılan Yeni Türkiye birikimi bu fırsatın tüm bileşenlerini oluşturmaktadır. 15 Temmuz ile birlikte kurumları yeniden kurmanın, bir daha bu olayların yaşanmayacağı bir iklimi aramanın velhasıl devlet telakkisini yeniden inşa etmenin meşru zemini de oluşmuştur.

Kendine özgü çıkış arayışı

Uzun bir süre “tek adam” söylemiyle sulandırılan hükümet sistemi tartışmaları ortaya çıkan tabloda artık daha detay ve yararlı bir içerikle ilerleyebilir. 15 Temmuz’da ilk kez daha önceki darbelerin aksine farklı bir zihniyetin darbe kalkışmasına şahit olduk. Bu da gösteriyor ki bu sistem bünyesine aldığı her mensubu zamanla seçilmişlere karşı vesayetçi konumuna getiriyor. Bu da tarihsel bilinç, siyasi ve demokrasi birikimimiz ve sosyolojik okumalar ışığında kendimize has bir sistem inşasını zorunlu kılıyor. Kurumların detaylı bir şekilde ele alınması, kültür ve teamüllerinin inşalarının temellerinin atılması için 15 Temmuz fırsatını kaçırmamak gerekmektedir. El yordamı, doğaçlama siyaset ile Türkiye’nin daha fazla ilerleme şansı kalmamıştır.

Gelinen aşamada yapmamız gereken ilk şey hükümet sistemimizi ve bürokratik yapımızı (kamu personel rejimini) değiştirmek, dönüştürmektir. Kendimize özgü tecrübelerin, kendimize özgü hikâyelerin üzerine şekillenmiş kendimize özgü çıkış arayışları bu ülkenin vatandaşları olarak bugün bizleri heyecanlandırıyor. Bu heyecan bugün sadece belli bir siyasi harekete veya toplumun belli bir kesimine ait bir heyecan değil. Toplumun, hangi siyasi görüşten olursa olsun ekseriyetinin ortak olduğu bir heyecan. Mesele memleket meselesi olunca muhalefeti bir kenara bırakıp elini taşın altına koyanlar ise bu heyecanının ne kadar geniş kitlelerce temsil edildiğinin en samimi göstergesi. İnşallah 15 Temmuz’un karanlık gecesinin sabahı gibi; Türkiye de aydınlık günlerine ve hedeflerine doğru emin adımlarla yürüyecek.

[email protected]