Dünyada ve Türkiye’de enerjinin geleceği

Aramco’ya yapılan saldırıyla Brent petrolde 60.4 dolardan 69.9 dolara kadar bir yükseliş gözlendi ve petrol saldırı sonrasındaki ilk işlem gününü 68.3 dolar civarında kapattı. Ortadoğuda İran-Suudi Arabistan arasında Yemen üzerinden yaşanan vekalet savaşı enerji arz güvenliği açısından bölgenin önemini bir defa daha ortaya koydu.

22 Eylül 2019 Pazar 07:00
Açık Görüş Haberleri

Prof. Dr. Halit Keskin / Yıldız Teknik Üniversitesi



Suudi Arabistan’ın Aramco petrol tesislerine yapılan saldırının ardından son günlerde petrolün ne derecede kıymetli bir enerji kaynağı olduğu tekrar ortaya çıktı. Yemen’deki ayrılıkçı Husi hareketinin üstlendiği saldırı gelişmiş savunma sisteminin varlığına rağmen engellenemedi. Son yıllarda Hürmüz Boğazı’nda etkinliğini arttıran İran’ın, böylelikle dünyaya enerji aktaran ana arterin başında ben varım ve istediğim an musluğunu kapatırım sinyali verdiği ileri sürülmektedir. Drone ve seyir füzeleriyle yapılan bu saldırıyla bile Brent petrolde 60.4 dolardan 69.9 dolara kadar bir yükseliş gözlendi ve petrol saldırı sonrasındaki ilk işlem gününü 68.3 dolar civarında kapattı. Ortadoğuda İran-Suudi Arabistan arasında Yemen üzerinden yaşanan vekalet savaşı enerji arz güvenliği açısından bölgenin önemini bir defa daha ortaya koydu. 

Enerji yatırımları azalıyor 

Tüm bu olaylar dünyada enerji fiyatları hızla aşağıya giderken kulağımıza bir şeyler fısıldamaktadır. Öncelikle dünyada enerji kaynakları bol bir durumda bulunmaktadır. Enerji konusunda arz yönünde bir kıtlık yoktur. Özellikle ABD kaya gazı ve petrolü çıkarım faaliyetleri dünya enerji haritasını değiştirmiştir. Aynı zamanda İran’da küresel piyasaya çıkamayan yüksek miktarda petrol ve doğalgaz bulunmakta, benzer durum Avrupa piyasalarına ulaşamayan Türkmenistan’da da yaşanmaktadır. Dünya ekonomisi son derece yavaşladığından talep yönünde de önemli bir canlanma bulunmamaktadır. Petrolün 80 dolar ve üzerine çıkması küresel ekonomiyi bir krizin içine sokabileceğinden ABD ve Suudi Arabistan saldırının hemen ardından acil durum stoklarını kullanarak dünyada oluşan kaygıları gidermiştir. Petrol ve doğalgaz fiyatlarını başta ABD-Çin arasındaki olmak üzere gelen ticaret savaşları gün geçtikçe daha çok baskılamaktadır. Bu yüzden enerji yatırımları azalmaktadır. İlginçtir ki azalan enerji yatırımları fosil yakıtlardan yenilenebilir yakıtlara yönelmişler ve daha çok verimliliğe odaklanmışlardır. Tüm bunlar göz önüne alındığında önümüzdeki yıllarda enerji fiyatlarının düşme eğilimini koruyacağını söylemek yanlış olmaz. 

Ayrıca teknolojik gelişmeler de fosil yakıt bazlı enerji kaynaklarının dünya çapındaki etkisini ve etkinliğini kaybetmesine neden olmaktadır. Örneğin, petrol ve türevleri daha çok taşımacılıkta kullanıldığı için elektrikli arabaların gelişmesi petrol tüketimine darbe vurmaktadır. Aynı zamanda pil teknolojisinin ilerlemesi ve pil kapasitesinin artması da elektrikli araç kullanımına doğru olan geçişi hızlandırmakta ve petrol ve türevleri ile çalışan araçların terk edilmesine yol açmaktadır. Yenilenebilir enerji tarafında ise güneş panellerinin daha ucuz maliyetle ve daha dayanıklı olarak üretilmesi güneş enerjisini bir adım daha ön plana çıkarmaktadır. 

Jeopolitik riskler 

Öyle ise biz petrol gibi fosil yakıt piyasalarındaki oynaklığı neden yaşıyoruz? Bu durum büyük ölçüde jeopolitik risklerden kaynaklanmaktadır. Petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıt kaynakları bol olmasına rağmen arz güvenliği neredeyse yok denecek seviyededir. Özellikle Ortadoğu’da Sünni-Şii çatışma eksenini oluşturan Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerilim had safhadadır. Bu gerilim henüz sıcak bir çatışmaya dönüşmemiştir. Fakat Yemen üzerindeki vekalet savaşları ile yürütülmektedir. Aynı zamanda İran Suriye’deki iç savaşta Suriye rejimi ile birlikte aktif yer almakta burada da ABD ve İsrail ile karşı karşıya gelmektedir. İsrail’in Suriye’de kendi sınırına yakın İran milis güçlerini vurup tahrip ettiği gazete haberlerinde de ara ara yer almaktadır. Tüm bunlara karşı İran da dünyanın ana enerji arteri Hürmüz Boğazı’ndaki aktivitelerini arttırmakta çeşitli ülkelere ait gemilere el koyarak “Enerji akışını engellerim” tehdidini savurmaktadır. Ayrıca Rusya ucuz Azeri ve Türkmen petrol ve doğal gazının Avrupa piyasasına çıkmasını engellemektedir. Rusya’nın böyle bir tavır alması kendi hakim olduğu piyasada fiyat düşüşlerini engellemek istemesinden kaynaklanmaktadır. Ucuz Azeri ve Türkmen petrol ve doğal gazının küresel piyasalara girmesi Rusya’nın gelirlerini azaltırken tüketici ülkelerin hem fiyat konusunda elini güçlendirecek hem de arz çeşitliliğini sağlayarak arz güvenliğini arttıracaktır. Özellikle İran üzerindeki petrol ambargosu da fiyatların yüksek seyretmesine neden olmakta, fiyat düşüşünün beklenen ivmeyi yakalayamamasına sebebiyet vermektedir.

Jeopolitik risklerin minimum olduğu bir dünyada petrol ve doğalgaz fiyatlarının oldukça düşmesi ve düşen fiyatların Türkiye gibi yer altı kaynakları bakımından yetersiz olan ülkelerin büyüme ve kalkınmasına büyük ölçüde katkı sağlaması beklenmelidir. Türkiye bu küresel enerji  dinamiğinin neresinde yer almaktadır diye akıllara sorular gelebilir. Öncelikle ülkemiz enerji bakımından oldukça dışa bağımlıdır. Özellikle mineral yakıt ve türevleri ithalatı ülkemizin ithalat faturasını kabartmakta ve dış ticaret açığı vermemize neden olmaktadır. Dış ticaret açığımızın üzerine hizmet sektöründe edindiğimiz kazanımlar eklendiğinde ortaya çıkan cari açık rakamı bir nebze de olsa azalmaktadır. Ülkemizde turizmin bacasız sanayi olarak adlandırılmasının arkasında yatan asıl neden de budur. Mineral yakıt ve türevlerinin fiyatlarındaki her düşüş cari açığımızın kapanmasına her artış ise daha da çok artmasına neden olmaktadır. Özellikle petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki düşüşler yabancı ülke para birimlerine olan ihtiyacımızı azaltarak 2018 yılında yaşadığımıza benzer kur şoklarının önüne geçmektedir. Bu yüzden hem fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye hızlı geçiş hem de fosil yakıtların küresel piyasalardaki değer kaybı ülkemizin ekonomik olarak daha bağımsız bir hale gelmesinde ve kalkınma potansiyelinin artmasında etkili olacaktır. Aşağıda verilen cari açık grafiğine bakıldığında mineral yakıt ve türevleri hariç cari açığın yıllar boyunca sıfır etrafında seyrettiği açıkça görülmektedir. Kısacası mineral yakıt ve türevlerine olan bağımlılık gittikçe azaldıkça cari denge daha kolay bir şekilde sağlanacaktır. 

Doğu Akdeniz fırsatı 

Dünyada jeopolitik stratejileri baz alan enerji politikaları uygulanırken, ülkemiz için çarpıcı bir fırsat da Doğu Akdeniz’de doğmuştur. Ülkemiz Akdeniz’deki büyük kıyı şeridine sahip az sayıdaki ülkelerden biridir. Ayrıca, ülkü birliğimizin ve soydaşlarımızın olduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle ilişkilerimiz adeta etle kemik gibidir. Bilindiği gibi İsrail, Kıbrıs Rum kesimi ve Mısır Doğu Akdeniz’de arama ve sondaj çalışmaları yapmaktadır. Bu çalışmaların sonucunda başta İsrail ve Mısır olmak üzere bu ülkeler faal doğal gaz çıkarımına başlamışlardır. Fakat bu doğal gazı küresel piyasalara arz etme imkanı bulamamışlardır. Son zamanlarda ülkemiz de arama ve sondaj çalışmalarına ağırlık vermektedir. Doğu Akdeniz’de çıkarılan doğal gazın ticarileşmesi için iki yol bulunmaktadır. Birincisi bu doğal gazın sıvılaştırılması, diğeri ise boru hatlarıyla Avrupa’ya nakledilmesidir. Doğal gazın sıvılaştırılması için açılacak tesisler çok maliyetli olduğundan tespit edilen rezervler ekonomik olmaktan çıkmaktadır. Kısacası doğal gazın sıvılaştırılması yolu izlenebilecek karlı bir seçenek değildir. İkinci seçenek ise deniz altı boru hatlarının kullanılarak Akdeniz’den çıkarılan gazın Türk boru hatlarına entegre edilmesidir. Kısacası Doğu Akdeniz’de doğal gaz çıkaran her ülke bu gazın ticarileştirilmesi ve küresel pazarlara ulaştırılması için Türkiye’ye muhtaçtır. 

Sermaye seviyeleri  

Doğu Akdeniz doğal gazı, büyük petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip olmayan ülkemizin en azından dünyadaki büyük enerji aktarma merkezleri arasında yerini almasını kolaylaştıracak bir olgudur. Fakat sadece Doğu Akdeniz’deki ülkelerin ülkemize muhtaç olması yeterli değildir. Bu ülkelerle belli koşullarda masaya oturabilmek gerekmektedir. Yani dış politika ile enerji politikamız ahenk içinde yürütülmelidir. Ayrıca, ülkemizin yaptığı antlaşmalar hep iç piyasaya yöneliktir. Şu ana kadar yapılan antlaşmaların çoğu ithal edilen doğal gaz veya petrolün tekrardan ihraç edilmesini kısıtlamaktadır. Halbuki ithal edilen fazla doğal gaz ve petrolün tekrardan ihraç edilmesi ticari açıdan ülkemize daha fazla katma değer sağlayacaktır. Aynı zamanda Türkiye’deki altyapı dağıtım için yeterli değildir. Enerji aktarımındaki çeşitli verimsizlikler yüksek kayıplara neden olmaktadır. Bu durum enerji aktarma merkezi olmanın doğasına aykırıdır. Son olarak ise, enerji şirketlerimizin ölçek ekonomilerinden yararlanabilmeleri için birleşmeleri ve sermaye seviyelerinin arttırılması gereklidir. 

Gelişen teknoloji dünyada enerji fiyatlarını gün geçtikçe baskılarken, özellikle Ortadoğu kaynaklı jeopolitik riskler bu duruma negatif etki etmektedir. Mineral yakıt ve türevlerinin kullanımının azalması, dünyadaki fosil yakıt bolluğu ve doğal gaz ve petrol üretimine yakınlık Türkiye’miz için bir fırsat olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı zamanda Doğu Akdeniz’de kilit ülke olmamız bize büyük bir enerji merkezi olma yolunda kapıyı aralamaktadır. 

keskinhalit@gmail.com