Trablusgarp’ta Osmanlı-Amerika rekabeti

ABD Donanması, Donanma Günü’nün 241. yılını kutladığı mesajda, Türk bayrağıyla savaşan insanların öldürülmesini konu alan Berberi Savaşı’nın temsili tablosunu kullandı. Bu, geçmişte donanmalarının aldığı ağır yenilgiyi bastırma psikolojisinin bilinçaltı yansıması ve subliminal bir mesajdı.

6 Kasım 2016 Pazar 07:00
Açık Görüş Haberleri

Yrd. Doç. Dr. Muhammed Tandoğan / İstanbul Medeniyet Üniversitesi



Osmanlı idari taksimatında jeo-stratejik bir konuma sahip olan Garp Ocakları, Akdeniz’deki ticareti kontrol altında tutuyor; kendileriyle bir antlaşma yapılmadan herhangi bir ülkeye ticaret izni vermiyordu. Cezayir, Trablusgarp (günümüzde Libya) ve Tunus sahillerinde ticaret yapabilmek için bazı kurallara uymama noktasında yabancı devletler, direnç gösterirlerse gemilerini, tayfaları ve içindeki mallarıyla birlikte kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya kalıyordu. Amerikalılar, 18. yüzyılın ortalarından itibaren Berberi kelimesinden mülhem “Barbary Powers” dedikleri Kuzey Afrika güçleriyle ilk defa bağımsız bir devlet olarak temasa geçti. İngiltere ile menfaat çekişmesi sonucu ayrışan Amerika, Akdeniz’de ticaretlerini emniyet altına almak ve uluslararası siyasette yalnızlaşmaktan kurtulmak için ilk aşamada Fransızlarla bir antlaşma yaptı. Fakat bu tedbir, Garp Ocakları’ndaki “terlemeden para kazanacak, solumadan can verecek” Osmanlı yoldaşlarına ve bunların seferlerine karşı tam bir koruma sağlamıyordu. Çok geçmeden Amerikalılar, Fransızların aracılığıyla Fas Sultanı Filâlî Şeriflerinden III. Muhammed ile bir antlaşma yaparak, Tanca’da ilk konsolosluğu açmaya muvaffak oldu. Elde ettikleri bu diplomatik tecrübeyi, Kuzey Afrika’nın geneline yayarak yıllık haraç ödemeden bölgede var olma yolunda bir umuda kapıldılar. Fakat beklentilerinin aksi bir durumla karşılaştılar. 1793’e kadar üst üste aldıkları ağır yenilgiler ve gemilerine el konulması karşısında Amerikalılar, Akdeniz’deki ticari menfaatlerini korumak için bir deniz gücü oluşturma kararı aldı.

İlk diplomatik kriz

Trablus korsanları, bu yıllarda denk geldikleri Amerikan gemilerine aralarında antlaşma olmadığı gerekçesiyle el koyuyordu. Trablusgarp Bahriyesi’nin başındaysa Murad Reis vardı. Limana getirilen bu gemilerden Sophia’da daha önceleri on küsür yıl Cezayir’de esir tutulmuş ve yakın zamanda serbest bırakılmış Richard O’Brien vardı. Bu karşılaşmayı fırsata çevirmek istedi ve onun gayretleriyle anlaşma zemini oluştu. Yusuf Paşa’nın her yıl ödenmek kaydıyla istediği yüksek meblağlı haracı vermeyi kabul etmese de onu bir seferliğine 12bin İspanyol doları ve bazı hediyeler karşılığında ikna etti. 4 Kasım 1796’da imzalanan dostluk antlaşması metni, 29 Mayıs 1797’de Amerikan Senatosu’na sunuldu ve10 Haziran’da onaylandı. Antlaşmanın akabinde 10 Temmuz’da ilk Amerikan konsolosu Trablus’a atandı ancak şehre 1799 Nisanı’nda gelebildi. Yaşanan gecikme dolayısıyla antlaşmadaki 10. madde gereğince Trablusgarp Paşası, alacağı para ve hediyelerden mahrum kaldı. Kısacası yaptığı bu antlaşmadan hiç memnun değildi ve yıllık haraç da alamayacağı için süreç krize girmişti.

Yusuf Paşa’nın taleplerini karşılamakta Amerika, kasıtlı olarak gevşek davranıyordu. Trablusgarp’ı müstakil bir devlet gibi değil de uluslararası sistemde Osmanlı Devleti’nin bir vilayeti olarak görmesi de bu süreci etkiliyordu. Paşa, sonunda antlaşmayı geçersiz sayarak korsanlara yol verdi. Bu bir korkutma operasyonuydu ki; çok geçmeden Amerikalıların talebi üzerine onlarla detaylı bir görüşme yaptı. İspanya, Napoli, Venedik, Ragusa (Dubrovnik), Danimarka ve İsveç gibi Amerika’nın da yıllık haracını ödemesi gerektiği bildirilince Konsolos bu talebi reddetti. Kasım 1800’de Amerikalılar artık Trablus ile aralarındaki barışı sürdürebilmek için ya donanma gönderilmesi yahut da haracın ödenmesi gerektiğini biliyordu. Paşa, Şubat 1801’de antlaşmayı hükümsüz kıldığını ve arada Cezayir olmaksızın yeni bir antlaşma yapılabileceğini; bunun için de 225 bin dolar peşin ve yıllık haraç olarak da 20 bin dolar istediğini Trablus konsolosuna bildirdi. Konsolos da ona, hükümetiyle bu hususu görüşmek için kendisine 8 ay mühlet tanıması karşılığında 30 bin dolar haraç teklif etti ancak reddedildi.

Bayrak direği kırıldı!

Paşa’nın başveziri, 10 Mayıs’ta Amerikan konsolosluğuna giderek dört gün sonra resmen kendilerine savaş ilan edileceğini söyledi. Cathcart, Paşa’ya 30 bin dolarlık haraç teklifini yineledi ancak kabul edilmedi ve 14 Mayıs’ta Trablus’taki Amerikan Konsolosluğunun bayrak direği kırılarak savaş ilan edildi. Zaten Thomas Jefferson da yaklaşık dört ay önce ABD Başkanı olmasıyla birlikte ticari menfaatleri korumak için haraç ödemektense savaşarak güç devşirme politikası izlemeye başlamıştı. Yusuf Paşa’nın savaş ilanından sonra Konsolos Cathcart, 24 Mayıs 1801’de Trablus’u terketti. 31 Mayıs’ta Amerikan hükümeti yardım almak ve müttefik bulmak amacıyla Napoli Kralı IV. Ferdinand’la görüştü. Yine bir haçlı zihniyeti devredeydi. Hilale karşı salibin ittifakı söz konusuydu. Ferdinand, Napolyon ile savaşta ise de Amerikalılara silah ve asker yardımı yapmayı taahhüt etti. İkinci müttefik, Trablus ablukasına katılan İsveçliler oldu.

Korsan saldırılarına karşı Amerikan ticaret gemilerini korumakla ve gerekirse Trablus’u ablukaya almakla görevlendirilen Richard Dale, Cebel-i Tarık’a geldiğinde karşısında Osmanlı Amirali Murad Reis’i buldu. Amerikan donanmasının ise henüz Trablusgarp’ın kendilerine savaş açtığından haberi yoktu. Dale tedbiren Philadelphia firkateynini, muhtemel saldırıları bertaraf etmek için Cebelitarık’ta bıraktı. Çok geçmeden Amerika’nın Tunus Konsolosu William Eaton, 23 Temmuz 1801’de Trablus limanının abluka altına alındığını resmen ilan etse de askerler arasında çıkan salgın hastalık sebebiyle operasyon başarısız oldu. 6 Şubat 1802’de Amerikan Kongresi, resmen Trablus’a savaş ilan etmese de Trablusluların gemilerinin yakalanmasına ve her türlü savaş operasyonuna onay verdi. Akdeniz filosu kumandanlığında görevi devralan R. V. Morris, ilk aşamada Tunus ve Fas’ın Trablus’a destek amaçlı gönderdiği erzak gemilerini ele geçirmeye başladı. Yusuf Paşa ise yılmıyordu. Sürekli olarak ödenmesi gereken haraç meblağını artırarak, Amerika üzerindeki baskısını artırıyordu. Ayrıca Paşa, diğer ülkelerle yaptığı antlaşmalarla Amerika’yı Trablusgarp’ta yalnızlaştırma politikası gütmeye başladı. Ekim 1802’de İsveç, Trablus ile bir antlaşma yaparak savaştan çekildi. Morris kumandasındaki donanma, Haziran 1803’te Trablus’u bombardıman etse de müttefiklerinin desteğini de kaybedince topluca Malta’ya geri çekilmek zorunda kaldı.

Bu başarısızlığı örtbas etmek için Morris’in yerine Komodor Edward Preble atandı. Yeni kumandan Eylül 1803’te Akdeniz’e geldiğinde Amerikan donanmasına yeni bir düzen verdi ve Philadelphia ile Vixen adlı gemileri Trablus ablukasıyla görevlendirdi. Bu tarihlerde bir Trablus gemisinin ardına düşen Philadelphia, limana girer girmez sığ bir yerde kayalıklara sıkıştı. Amerikalılar, gemiyi kurtarmak için çok gayret gösterse de başarılı olamadı. Trablus denizcileri derhal gelip 44 toplu ve 297 mürettebatlı bu yüksek donanımlı gemiye el koydu. 27’si subay olan gemi mürettebatının tamamı esir alındı ve yeniden antlaşma yapılana kadar da yaklaşık 19 ay Trablus’ta esir tutuldular.

Gemiyi ateşe verdiler

Komodor Preble, böylesine güçlü bir geminin Trablus donanmasında olmasındansa yakılmasının daha uygun olacağına karar verdi. Bu tehlikeli görev için seçilen 70 gönüllü, 16 Şubat 1804 gecesi zifiri karanlığında limana sızıp hızlı bir sabotaj sonucunda bu gemiyi ateşe verdi. Amerikalıların bu eylemi, kendileriyle beraber Hıristiyan Avrupa’yı da sevindirmişti. Hatta Papa VII. Pius, “Amerikalıların bir gecede bu Hıristiyan düşmanlarına verdiği zararı, Avrupa devletleri uzun yıllardır uğraşmalarına rağmen veremedi” diyerek bu başarıyı alkışlamıştı. Amerikalılar bu başarının ardından Yusuf Paşa’nın antlaşmaya yanaşacağını düşünüyordu. Fakat Şubat ayında Danimarka Konsolosu, ülkesinin Trablus ile bir antlaşma yapması sebebiyle artık Amerikalılarla ittifakı sürdüremeyeceğini açıkladı. Amerika,  İsveç’in ardından Danimarka’yı da kaybedince paniklemişti. Paşa’nın izlediği tarz-ı siyaset karşısında zora düşen Amerikalılar, Paris’teki elçileri vasıtasıyla Fransızların desteğini sağladı. Trablus ile yapılan müzakereler başarısız olunca artık umumi bir hücuma karar verdiler. Malta’dan hareket eden filo, Trablus önlerine geldi. Birinci hücumun ardından Amerikalılar, artarda dört hücuma daha kalkışsalar da kıyıdan oldukça uzaktılar, yaklaşmak istedilerse de başaramadılar. Dolayısıyla yapılan bombardımanlar, hiçbir netice vermiyordu. Üstüne üstlük Amerikalıların mühimmat gemisi (İntrepid), Trabluslular tarafından havaya uçurulunca savunma mukavemeti açısından donanmaları ağır yara almıştı. Son başarısız hücumun ardından Preble, iki gemisini Trablus önlerinde bırakarak Malta’ya kaçtı ve çok geçmeden Akdeniz Filo Komutanlığı’ndan istifa etti.

Karamanlı sülalesinde bir hain

Amerikalılar, A planı (abluka-bombardıman-hücum) başarısız olduğu için B planına geçmişlerdi. Buna göre, Karamanlı Ahmed Bey’i bularak onunla ittifak yapacaklar ve bu yolla Yusuf Paşa’ya gözdağı vererek antlaşmaya ikna edeceklerdi. Amerikalılar, bu yeni süreçte Yusuf Paşa’nın kardeşi Ahmed Bey ile ittifak kurup karadan Derne üzerine yürüyerek burayı kontrol altına aldılar. Paşa, bölge halkının işgalcilere gösterdiği sert tepkiyi de göz önüne alarak kan akmasını önlemek için birkaç gün sonra Amerikalılarla antlaşma yolunu tercih etti. Mehmed Nehicüddin Efendi’nin Tarih-i İbn Galbûn der-Beyân-ı Trablusgarb adlı eserinde vurguladığı üzere; esasında Yusuf Paşa, Amerikalıları mağlup etmişti. Savaş boyunca kaybettikleri gemiler ve yaptıkları milyon dolarlık harcamalar Amerikan bütçesine gerçekten büyük bir maliyet getirmişti. Amerikalıların elinde 100 Trabluslu esir varken Yusuf Paşa’nın elinde 300 Amerikalı esir bulunmaktaydı. Eğer içeriden bir ihanet yaşamamış olsaydı Yusuf Paşa, bir Osmanlı valisi olarak onlara kök söktürecekti. Amerikalılar bu kadar yıl süren bir mücadelede istedikleri neticeyi bir türlü alamamışlar ve artık pişmanlık emareleri göstermeye başlamışlardı ki imdatlarına bir hain yetişti: Karamanlı Ahmed Bey. Doğal olarak kardeşinin Amerikan himayesinde giriştiği bu taht mücadelesi, Yusuf Paşa’yı tedirgin etti. Tahtı kaybetmekten çok vilayet idaresinin zaafa düşmesiyle oluşacak iç isyanlardan korkuyordu. Bu sebeple yapılan karşılıklı müzakereler neticesinde 4 Haziran 1805’te bir antlaşma yapıldı. Buna göre her iki taraf, esirleri serbest bırakacaktı. Yusuf Paşa’nın elindeki fazladan 200 esirin fidyesi olarak ise Amerikalılar, 60 bin dolar verecekler; hiçbir şekilde yıllık haraç ödemeyeceklerdi. Her konsolos değişikliğinde Yusuf Paşa’ya 6 bin dolar kıymetinde hediye takdim edilecekti. Antlaşma maddeleri gereği, Derne’deki Amerikan kuvvetleri şehri boşaltacaklardı. 19 Haziran 1805’te Yusuf Paşa’ya taahhüt edilen 60 bin dolar teslim edildi. Amerikalı ve Trabluslu esirlerin değiş-tokuşu yapılarak antlaşma maddeleri uygulamaya konuldu.

Sözün özü, ABD Donanması’nın Twitter’da yayınladığı tahrik edici kutlama mesajı, esasında Amerika’nın Trablus sahillerindeki başarısız abluka girişimlerini tarihin tozlu sayfalarında gizleme uğraşından başka bir şey değildi. Donanma Günü’nün 241. yılının kutlanıldığı bu mesajda, Türk bayrağıyla savaşan insanların öldürülmesini konu alan Berberi Savaşı’nın temsili tablosu yer alıyordu. Bu, geçmişteki yenilgilerini bastırma psikolojisinin bilinçaltı yansıması ve subliminal bir mesajdı.

tandoganmuhammed@gmail.com