Ömer EKİNCİ

oekinci@stargazete.com

Kalabalıklar neye inanır?

1998 yılı.

 

Vay canına, şimdi hesapladım da, tam da 20 sene olmuş.

 

98 yılının 20 yıl geride kaldığına kim inanır ki? Neyse, ne diyordum?

 

Hah, 1998 yılı.

 

Gençliğimin ilk günleri. Yaşım 14.

 

Çok sıkı futbol takipçisi olduğum günler .Galatasaraylıydım ama öyle böyle değil.

 

O zamanlar Türk Telekom’un mobil hattının adı ARİA’ydı, hatırlayanlar vardır mutlaka. Sonraları AVEA’ya dönüşecek olan ARİA, o dönem bütün büyük futbol takımlarının sponsoruydu.

 

Bilişim 98 diye o zamanın en büyük bilişim fuarında ARİA dev bir stand yaptırmış, adeta fuarın yıldızı olmuştu.

 

Standda dört büyüklerin formalarını hediye ediyorlardı diye hatırlıyorum, yahut futbol topu, tam emin değilim taraftarı oraya çekecek herhangi bir şeyler işte.

 

Yetmemiş, o standa büyük takımların futbolcularını da getirmişlerdi.

 

Ama görmeniz lazım, adeta curcuna. Dört büyük takımın taraftarları bütün fuar alanını doldurmuştu.

 

O kalabalıkta fuara yaklaşmaya çalışırken gözüm üst katına takıldı ARİA standının. Üst katı VİP misafirlere ayrılmıştı. O da ne? Bir de baktım dört büyük takımın başkanı kahkahalar atıyor, kadehler tokuşturuyor. Sarılıyorlar ki görmeniz lazım nasıl bir candan sarılma.

 

Dank etti kafama. TV ekranlarında birbirine ateş püskürenler, bizi o tribünlere dolduranlar, birbirimizi ölümüne yuhalatanlar, kavga ettiren, kapıştıranlar meğer nasıl da sıkı dostlarmış.

 

Daha sonra da bir gün Fenerbahçe Başkanı ile Galatasaray Başkanının ticari hayatta aslında çok yakın iki iş ortağı olduğunu öğrenecektim.

 

14 yaşımda şunu öğretti o fuarda, o standda gördüklerim.

 

Biz, kalabalıklar…

 

Neye inanmamız isteniyorsa ona inandıracak mesajlar belirleniyor, o mesajlar bir yerlerde tasarlanıyor, o tasarımlar iletişim mecraları ile bize yediriliyordu.

 

Biz de o mesajları alıp, aldığımız mesajla istenilen fikir düzeyine varıyor ve “Ben şöyle düşünüyorum” diye başlayan cümleler kuruyorduk.

 

Oysa düşünen biz değildik. Şöyle filan da düşünmüyorduk. Yaptığımız sadece kargoculuktu, bize sunulan fikrin, ideolojinin, algının lojistiğini üstleniyorduk.

 

Düşünürken düşünmeli insan. En çok da düşünürken düşünmeli.

 

Gerçekten kendi fikirlerimizi mi taşıyoruz zihnimizde, yoksa zihnimiz kendisine yüklenmiş kargoların mı taşıyıcısı?