Mustafa ÇİFTÇİ

mciftci@stargazete.com

Kemalettin Tuğcu’yu okumak

Babam o kış gerçekten şiddetli hastalanmıştı. Soğuk algınlığı olur da bu kadar mı olur? Adamcağız yattığı yerden kalkamamıştı bir zaman. İşte o günlerde beni yanına çağırdı ve kale komutanlığını genç subaya devreden eski komutan gibi konuştu. “Oğlum ben yattım kaldım. Sen şimdi annenin söylediklerini çarşıdan alıp getireceksin. Kasaba uğra selamımı söyle. Manav zaten hemen kasabın yanındadır. Kolayca halledersin sen. Aslan oğlum” dedi.

Kasabın hemen yanında manav olsa ne olur ki oraya kadar ben nasıl gideceğim mesele o. Ama annem sağ olsun beni çok motive etti. “Çarşıya gitmek matematik çalışmaktan daha kolaydır emin ol. Arabalara dikkat et. Kenardan git. Yabancılarla konuşma tamamdır.”dedi.

Yaşım dokuz idi. Babam hasta annem ise yolumu gözler idi. 

Çarşıya doğru yola düşmeden evvel aklıma bir şey geldi. “Gelirken kitapçıya uğrayıp bir de kitap alırım kendime.” dedim.

“Tamam” dediler...

Yola düştüm. Ormanda tek başına yol alan küçük kızlar kadar korkmadıysam da epeyce tedirgin oldum. Sanki babamın hasta yatışı, annemin yolumu gözlemesi omuzlarıma daha ağır bir yük koymuştu. Her araba üzerime üzerime geliyor gibiydi. Pür dikkat yol aldım. Sonunda kasaba vardım. Hemen yanında manav var idi. Babam doğru adres tarifi yapmıştı. Alınacaklar listesinde ne varsa hepsini aldım. Para üzerini güzelce saydım. Paranın bir kısmını bir cebime diğer kısmını öteki cebime koydum. Gele gele kitapçının önüne kadar geldim. Burası hem gazete bayi hem kırtasiye idi. Hangi kitabı alacağımı bilmiyordum sadece kendime kitap alacak olmam hoşuma gitti için istiyordum. İçeri girdim. Kırtasiyeci göbekli, sık siyah saçlı bir adamdı. Kasap bile ondan daha müşfik duruyordu. “Ne istiyorsun?” deyince sanki dükkan inledi. Sesimi çıkaramadan kitapları işaret edebildim. Kırtasiyeci benim gösterdiğim raftan bir kitabı aldı bana verdi. Parayı ödeyip kendimi zor attım dışarıya. Portakalların arasına koydum kitabı ve eve yollandım.

Babam ile annem benim çarşı seferimden çok memnun kalmışlardı. Evin erkek çocuğu olarak uzak diyarlardan padişahın kızını kurtarmış keloğlan kadar havalıydım. O heyecanla babama kitabı gösterdim. Babam kitabı aldı ve “cık” dedi “...bu olmaz” ben şaşırdım babam neden olmayacağını izah etti. “Bu kitap çizgi romandır. Bir kere alışırsan bir daha kurtulamazsın. Kitaba alışman iyi ama bu essah bir kitap değil kitapmış gibi yapan bir kandırmaca” dedi. Çizgi romana karşı bu kadar mesafeli olmasına şaşırdım. 

Ve babam telefona sarılıp kırtasiyeyi aradı. “Az evvel oğlumun aldığı kitabı lütfen alın ve yerine Kemalettin Tuğcu verin.”dedi. Babam kolayca halletti ama ben o adam azmanı kırtasiyeye nasıl gidecektim. Kıvrandım. Bir saate yakın mızmızlandım. Sonunda razı oldum. Yola düştüm. Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın der gibi zar zor adımladım yolları. Sonunda kırtasiyeye geldim. Hayret o adam yoktu. Daha genç bir abi vardı. Durumu anlattım. Abi gülümsedi ve bana bir kitap uzattı. “Kemalettin Tuğcu okudun mu hiç?” dedi. “Cık” dedim. “Al öyleyse seversin umarım” dedi. “Umarım” lafını televizyonda duyardım da ilk defa kullanan birini gördüm. Hoşuma gitti “Ben de umarım” dedim... gülüştük...

Meğer o gün babam benim edebiyat bahçeme ilk fidanı dikmiş de haberim yokmuş. “Umarım” diyerek aldığım Kemalettin Tuğcu’dan hiç ummadığım şeyler öğrendim. Kabul ediyorum çok acıklı hikayelerdi. Ama oradaki çocuklar sanki çocuk değildi. Büyümüş de küçülmüş gibiydiler. Becerikli, sabırlı, paranın kıymetini bilen tutumlu, tatlı çocuklardı. Ben tabi bir taneyle yetinmedim. Sayısını hatırlayamadığım kadar çok        Kemalettin Tuğcu hikâyesi okudum. Hikâyelerin hepsini anneme anlattım. Annem bulaşık yıkarken, patates soyarken dinledi beni. Sonra ben arkadaşlarıma anlattım. Onlar da çok sevdiler. Hatta her biri kitaptaki çocuklardan kendine birer takma isim buldular. Kemalettin Tuğcu okuyanlar ile aramızda şifre gibiydi. O isimler, o kahramanlar...

Yıllar geçti ben başka romanlar başka hikâyeler okudum. Ama babamın hasta yatağından doğrulup çizgi romana hayır demesini ve beni Kemalettin Tuğcu ile tanıştırmasını hâlâ hatırlarım. 

Aradan geçen bunca zaman sonunda ben de kendi kızıma Kemalttin Tuğcu verdim. Babamdan kalan mirası paylaşır gibi kıvanç doluydum. Kızım kitabı alıp odasına çekildi bir saat sonra göz yaşı içinde kitabı geri getirdi. “Ben buna dayanamıyorum çok acıklı.” dedi. Ben itiraz edecek oldum. “Kızım zaten tadı acıklı olmasında” dedim. Ama kızım benim kadar hoşlanmamıştı belli ki...Nesil farkı herhalde...

Ama ben takım halinde aldığım Kemalettin Tuğcu’ları arada bir rastgele açıp okuyorum. Becerikli, sabırlı, tutumlu çocuklara, onların çilekeş annelerine, hatırlı hürmetli öğretmenlere, hakkaniyetli yaşlı amcalara selam gönderiyorum. Ve rahmet diliyorum Kemalettin Tuğcu’ya...