25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

'Anadolu’nun Öz’ünü dünya sahnelerine taşıyoruz'

“Geleneksel bir saza sahip olan bir müzisyen nasıl başka müziklerle entegre olabilir, başka müzikler doğurabilir, yeni keşifler yapabilir. Biz bunun örneğini veriyoruz” diyor Coşkun Karademir. The Secret Ensemble ve Endless Path albümleri ile Türk müziğini Avrupa müzik platformlarında liste başı yapan genç müzisyen yeni albümü Öz ile çıtayı biraz daha yukarıya çıkarıyor. Karademir,“Quartet dediğimiz minimal müzik anlayışları içerisinde Batılıların da anlayacağı bir dille nasıl öze dönük bir şeyler anlatırız, yeni bir söz söyleriz, amaç buydu” şeklinde konuşuyor.

GÜLCAN TEZCAN 12 Ocak 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
'Anadolu’nun Öz’ünü dünya sahnelerine taşıyoruz'

2019’u yeni bir albümle karşıladınız. Öz, müzikal yolculuğunuzun hangi durağı? 

Öz albümü bize ait hisleri, dokuları, enstrümanları dünya sahnelerine hem minimal hem de güçlü bir müzikaliteyle nasıl sunarız derdiyle ortaya çıkmış bir çalışma. Bu arayış The Secret Ensemble ile başladı. Orada çok daha büyük bir ekip vardı. Sadece mistik müzik eksenli bir ensemble olduğu için özümüzün belli bir kısmını belli bir mecraya aktarabiliyorduk. İlerleyen zamanlarda yaptığımız başka projelerle ilgili geri dönüşler ve aldığım fikirler doğrultusunda müzikal olarak kendimi daha da geliştirmeye çalıştım. Yaptığım işle ilgili çok araştıran, dinleyen, gezen, bu uğurda yol giden biriyim. O yolculuğun duraklarından biri diyebilirim Öz albümü için. 

Mevlana’dan da sözler var Şah İsmail’den de albümde…  

Eserlerin hepsi şiir olarak da müzik olarak da özümüzü arayışı anlatıyor. Anadolu’da bir çiçeğin doğuşunu, yayla havasını taşıyoruz notalara. Enstrümanlar otantik ama dünya müziği formatında yeni bir örneklemeye dönüştürdüm yaptığımız işi. Yurtdışında çok fazla konser veren biriyim. Quartet dediğimiz minimal müzik anlayışları içerisinde Batılıların da anlayacağı bir dille nasıl öze dönük bir şeyler anlatırız, yeni bir söz söyleriz dedik. Amaç da buydu. Secret’da da Hz. Mevlana’nın “Dün dünde kaldı cancağızım bugün yeni şeyler söylemek lazım’ sözüylü yola çıktık. Hâlâ aynı noktadayız çünkü o sözün hakkını vermek zor bir şey. Bir ömür isteyecek ve biz de bir ömür vereceğiz buna. 

Yeni şeyler söylerken besteci kimliğinizi de görüyoruz… 

Evet benim bestelerim de var Öz’de. Aranjör Levent Güneş’in eserleri ve düzenlemeleri de var. Çok ilginç bir eser var mesela. 10. İspanya kralına ait bir beste Santa Maria Amar. Aslında Cantiga formu bir eser. Hz. Meryem için yakılmış ağıtlara Cantiga deniliyor. “Dini” bir musiki. 1200’lü yıllarda bestelenmiş ve çok ciddi bir tarihi var. Kıymetli ağabeyim Mehmet Yeşilçay kazandırdı bu eseri bana. Münih Flarmoni ile yaptığı bir projeye davet etmişti beni. Üç büyük dinin müziğini anlatan bir projeydi. Orada ben de bunu icra etmiştim ve çok sevmiştim. Sözleri İncil’den alınmış, Hz. Meryem için yakılmış bir ağıt olduğunu bilmiyordum başta. Mehmet abiden istedim. Eseri orijinalinden bizim anlayacağımız formata getirmişti. Sağolsun verdi, Levent ve ben de düzenledik. Zor bir eser. Mana olarak da çok farklı. Bizden eserleri yeni bir formla icra edebiliyoruz ama Batıdan bir klasiği de bugünkü forma taşıyabiliyoruz diyebileceğimiz bir çalışmaydı ve inanılmaz bir etkisi oldu. İrlanda, Hollanda ve Belçika’da da konserler verdik Quartet’le birlikte. 

Albümden önce müzikler çok dolaştı yani... 

Evet, ilk konserimizi İstanbul Caz Festivali’ndeki Vitrin projesinde verdik. Dünya Müzik Delegasyonu’nda bulunan  insanlar da vardı bu konserde. Konser o kadar büyük etki yarattı ki “Bu grup çok az kişiyle çok önemli bir iş yapıyor. Dünyanın bu müziği dinlemesi lâzım.” gibi sözlerini işittiğimiz ciddi müzik adamlarını gördük. Batı’da Quartet dediğin zaman piyano, bas vb. farklı enstrümanlardan kurulur ve bizim geleneksel müziğimize ait bir tarif de değildir. Bizde böyle ikili üçlü buluşmalar genelde ney, tanbur, kemençe ile yapılır. Ama onlar da sadece geleneksel müzikler üretir. Biz ise çok farklı bir şey yapıyoruz. 

N’apıyorsunuz? 

Bizde çello da var duduk da. Kopuz var, bağlama var. Bir yandan ciddi düşünülmüş bir perküsyon kurulumu var; içinde hem etnik vurmalılar hem de caz davuluna ait parçalar mevcut. Bu Quartet kendime göre geliştirdiğim bir kopuz icra tekniği üzerinden, o çerçevede geliştirilen bir müzik yapıyor. Kalbimden oluşturduğum bir Quartet’in müziği bu aslında. Tam olarak Anadolu’nun özüne ait sazın perdelerinden, tellerinden dünya sahnesine kurgulanan bir dörtlü müzikten bahsediyoruz. 

Ama bu riskli bir şey… 

Bunları yapabilmeniz için sadece kendi müziğinize vakıf olmanız yetmiyor. Başka müzik kültürlerini dinlemiş, zevk edinmiş olmak, o kültürleri tanımak için oralara gitmek ve ciddi zaman harcamak gerekiyor. Küçük yaşlarımdan itibaren böyle bir çabanın içindeydim. Dolayısıyla konser projelerinde de albümlerimde de cesur adımlar atabiliyorum. Son iki cd’im dünyada üst üste  yılın albümü seçildi. Bize ait şeyler var içinde ve bu bir ilkti. Ben bu riski almaya devam edeceğim. Yeni jenerasyon bizi anlıyor. İşin kalitesinden ödün vermediğin zaman popülaritesine bakmadan insanların kıymet verdiğini ve geldiğini görüyorum. 

İran’la olan gönül bağınız bu albümde de devam ediyor galiba.  

Evet, İranlı dostlarımdan neyzen Mehdi Teimoori konuk oldu bu albüme. Endless Path projesinde tanışmıştık. Ayrıca yeni keşfim var; Sepideh Raissadat. Devri Daim adlı eserimde şiir okuttum. Bir konserle onu da Türkiye’deki müzik camiasına kazandırmak istiyorum. Mahsa’yı da biz getirmiştik. Şu an belki de kendi ülkesinden daha fazla seviliyor Türkiye’de. Geçenlerde tar üstadı Ali Ghamsari geldi. Dil, hissiyat ve ruh olarak çok yakın bir alışveriş ve irtibat var aramızda. O irtibat noktalarını bilirseniz çok büyük müzik çıkıyor ortaya. 

İsfahan için yaptığınız bir beste de var albümde… 

İran’a son seyahatimde İsfahan’da bir köye götürdüler beni. Köyün ismi Abyaneh. Kızıl bir topraktan oluşmuş. 3-4 bin yıllık bir köy. Orada gezerken ıslıkla çalmaya başladım bu melodiyi. Yanımdakiler ‘Bu ne’ dedi. ‘Bilmiyorum ama bir şey geldi’ dedim. Telefonu açtım kaydettim, gece otele döndüğümde de kopuzla çalıp kayıt aldım. İran’a Abyaneh’e selam olsun diye o köyün ismini verdim şarkıya. Çünkü bizi çok güzel ağırlıyorlar İran’da. Müzik aracılığıyla çok fazla dost edindik. Son dört yıldır çok ciddi şeyler yaptık bu anlamda. 

Öz’ünüzde kimler var?  

Bu albümde dört kişiden oluşan bir müzik sözkonusu. Özer Özel her albümde olduğu gibi bu albümde de nazarlığım gibi. Her albümde sazına dokunduruyorum muhakkak. Özer abi şu an Türkiye’nin en büyük tanburisi. Ben nasıl onu müziğinden besleniyorsam o da benim kadar Halk Müziğinden besleniyor. Beraber Neşet Ertaş dinleyip ağlıyoruz. 

Seslerin Cem’i diye bir projemiz var. 2016’da ilk konserimizi verdik. Çok konser yapmıyoruz ama yapınca etkisi uzun süre devam ediyor. Birbirinin ruhunu, kalbini bilen, aynı hataları yapan, aynı nüansları fark eden iki kişiyi dinliyor gelenler. 

Türkiye’de etnik perküsyonun zirvelerinden biri olan Ömer Arslan bizimle. Duduk’ta Cem Ekmen var. Uğurcan Sesler en genç arkadaşımız. Çelloyu doğu ve batı müziğini çok iyi bilerek çalıyor. 

Yeni keşifler yapmak için başka müzik kültürlerini dinlemiş, zevk edinmiş olmak, o kültürleri tanımak üzere oralara gitmek ve çok ciddi zaman harcamak gerekiyor.

"Eserlerin hepsi şiir olarak da müzik olarak da özümüzü arayışı anlatıyor. Anadolu’da bir çiçeğin doğuşunu, yayla havasını taşıyoruz notalara."

Bağlama evrensel hale geldi 

Saz geleneksel bir enstrüman. Ama sizin kendinize özgü bir çalış stiliniz var.. 

Bağlama üzerine Türkiye’de bir şey yapmak çok kolay. Türkiye’de çok usta var. Ben de kendi adıma o kadar çok ustadan etkilendim ki. Zor kısmı onların dışına çıkabilmek. Onun için de başka müzikler bilmek, başka kültürler görmek, başka enstrümanları irdelemek ve müzik için o enstrümandan farklı bir teknik ve tını üretmek gerekiyor. Ben kopuzumun tellerini, akort düzenini değiştiriyorum, sınırlarını zorluyorum. Başka müziklerin akortları armonileri ile uyum sağlayacak bir hale getiriyorum. Böyle olunca da dünyaca ünlü bir caz piyanisti ile çalabiliyorum. Kendi icra tekniğim üzerine bir müzik düşünebiliyorum. 

Hem enstrümanı hem yapacağın müziği tasarlıyorsun yani... 

Evet, enstrümanı, o enstrümanın sesini, soundunu, tınılarını tasarlıyorum. Sonra bir orkestra şefi gibi o enstrüman üzerinden müziği kurguluyorum. Sadece kopuzla ve bağlama ailesi ile değil piyano ve çello gibi batılı enstrümanlarla da bunu kurgulamaya çalışıyorum. Geleneksel icra eğitiminden gelen insanlarız. Geleneğin de dibini gördük moderniteni de. 

Geleneksel bir saza sahip olan bir müzisyen nasıl başka müziklerle entegre olabilir, başka müzikler doğurabilir, yeni keşifler yapabilir. Biz bunun örneğini veriyoruz aslında. Yeni jenerasyon, konservatuar öğrencileri ya da müzikle uğraşanlar “inanılmaz ufuk açıyorsunuz bize” diyorlar. İçinde öz de bulunuyor dünyanın her yerindeki sanatçılarla da müzik yapabiliyorsunuz. Bu bir nevi komplekslerden de kurtarıyor gençleri. Dünya müziği yapmak için ille gitar ya da piyano çalmaya ihtiyacınız yok ki. Yeni ve farklı bir şeyler yapabilmek için kendilerini iyi bilmeleri şart. Temelin çok sağlam olması lazım. Eksik bir yer bırakmamak lazım ki onun üzerine güçlü bir şey kurabilesiniz. 

Mesele hazır notaları tekrar etmek değil diyorsunuz… 

Öyle olsa yeni müzik yapamazdım, yaptığım şeyler de bir yere ulaşmazdı. Çünkü ustaları var daha iyi yapanlar da var. Ben de geleneksel bir şey dinleyeceğim zaman açıp onlara dinliyorum. 

Kimleri dinliyorsun mesela… 

Neşet Ertaş’ı, Muhlis Akarsu’yu, Bekir Sıtkı Sezgin’i, tanburi Necdet Hoca’yı dinliyorum. Usta sıkıntımız yok ve yapan o kadar güzel yapmış ki onun üzerine bir şey söylemeye ne hacet. 

  

Tord Gustavsen ile albüm geliyor 

Tord Gustavsen dünyaca ünlü caz piyanisti. Avrupa’da çok büyük bir kitlesi var ve Avrupa’nın en büyük plak şirketlerinden birinin sanatçısı. Norveç’e gezmeye gittiğim zaman bir yerde kopuz çalıyordum. O da oradaymış. Oturdu üç saat kalkmadı yanımdan. ‘Seninle müzik yapmak istiyorum’ dedi. Böyle tanıştık. Bu sene beraber konser yapacağız ve bir albüm çalışması hazırlayacağız.