25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Ayasofya’yı inşa ettiren isyan: Nika

İstanbul’da tam bin 487 yıl önce bugün Bizans Hipodromu’nda 40 bin kişi ok yağmuruna tutuldu. “Nika”, yani “Zafer” diye bağırarak istibdadı güçlü İmparator Justinyanus’u tahtından etmek isteyen isyancıların cesetleri kapıları aşmıştı. İşte Ayasofya Bizans İmparatoru’nun bu zaferi sonrası ‘sembolik bir taç’ olarak 5 yıl gibi kısa bir sürede inşa edilmişti. 

M. HAKAN KEKEÇ19 Ocak 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Ayasofya’yı inşa ettiren isyan: Nika

Miladi 571 yılında bir gün, Bizans nam Doğu Roma’nın başkenti İstanbul, nice ülkelerden bulunup Mese Yolu (Divan Yolu) üzerindeki meydanlara yerleştirilmiş koca sütunları dahi titretecek kadar korkunç bir sabaha uyandı. Hâlihazırdaki efendileri Justinus’un dayıları olan, bir önceki efendileri, kanun koyucu ve hüküm verici Büyük Justinyanus döneminde Anadolu’dan getirilmiş matematik dehası iki mimara inşa ettirilen heybetli ve kutsal Ayasofya’nın emsalsiz kubbesi, o sabah, açılışından 34 sene sonra yerle bir olmuştu. 

Bizans halkı ayaklanmalar ve sık sık gerçekleşen depremler nedeniyle Ayasofya’nın bazen bir bölümünün bazen de tamamının yıkılmasına ve yakılmasına artık alışıktı. Ama bu sefer ortada sıra dışı bir durum vardı: Mabed, sebepsiz yere çökmüştü. Ya da sebebi ilk bakışta anlaşılamıyordu. Kendi aralarında Tanrı’yı, Kutsal Ruh’u, Meryem’i veya Havariyum’da (bugün Fatih Camii’nin bulunduğu yerdeydi) uyuyan ve şehri koruyan azizleri kızdırdıklarını konuşuyorlardı. Öyle ya da böyle, 571 tarihi Rum ülkesine bir mesaj veriyordu. 

Derviş Şemseddin Karamani, Tarih-i Beyan-ı Bina-ı Ayasofya-ı Kebîr’de, rivayet eder ki: İran’da Nuşirevan zamanında Muhammed Mustafa (SAV) dünyaya ayak bastı (571). O gece birçok tapınak ve kilisenin kubbesi darmadağın oldu. Anonim Osmanlı kroniğinde de rivayet odur ki: Hz. Resulullah’ın dünyaya geldiği gece ateşe tapanların kutsal ateşi söndü, Kisra’nın Sarayı ve Ayasofya’nın kubbesi çöktü. Gelibolulu Mustafa Ali de Kitabü’t-Tarih-i Künhü’l-Ahbar’da benzer rivayetlere yer verir. 

571 tarihinde bir mutabakat bulunmakla birlikte; Müslüman kaynakların rivayetlerinin Ayasofya’ya ‘kutsallık’ kazandırmak için kubbenin çöktüğü gece ile Hz. Muhammed’in doğduğu geceyi bir tutmuş olmaları güçlü bir ihtimaldir. Buna karşılık 553 ve 557’de İstanbul’da şiddetli iki deprem olduğu, devasa mabet beş sene gibi kısa bir sürede devşirme malzemelerle bitirildiği için aslında tam sağlam olmadığı ve bu nedenle kısa aralıklarla yaşanan iki depremden kötü etkilendiği; 558’de yaşanan başka bir depremde de kubbenin nihayet çöktüğü söylenir. (Jane Taylor – İstanbul: İmparatorlukların Başkenti).  

İstanbul’un dev hipodrumu 

6.yy’da Ayasofya’nınki kadar büyük bir kubbe inşa etmenin, bugünün hesabıyla; uzaya rutin seferler düzenlemekle eş bir teknoloji olduğunu söylemek gerekir. Hesap hataları yapılması ya da inşa sırasında acele edildiğinden istemeden de olsa cüretkâr davranılmış olması; bu nedenle kubbenin birçok kez sorun çıkardığı yüksek ihtimaldir. Tabii tarihi hadiselere öyle peşinen ‘tamam’ deyip geçmemek gerekir. “Öyleyse inşa için neden acele edildi?” diye soralım. Çünkü cevap bizi Doğu Roma tarihinin en kanlı olayına götürecek: Tam 1487 yıl önce bugün bastırılmış Nika Ayaklanması’na. 

Justinyanus İmparator tacı giydiğinde (527) Doğu Roma artık eski gücünde değildi. Roma denince akla gelen İtalya, İspanya ve Kuzey Afrika toprakları “barbarların baskınları” nedeniyle kontrolden çıkmıştı. Justinyanus’un hedefi Roma’yı yeniden Roma yapmak ve merkezi yönetimi güçlendirmekti. Bunun için iki adım gerekiyordu: Askeri operasyonlar ve iktidarı paylaşan aristokrasi sınıfıyla ‘demotai’nin gücünü zayıflatmak. İmparator ilk görünüşte hamlelerinde başarılı olsa da sefer düzenlediği bölgelerde yıkıma neden olduğu ve içeride de ‘güç odaklarıyla’ oynadığı için tepki toplamaya başlamıştı. İşte bu içerideki tepkiler, şiddetle bastırılacak Nika Ayaklanması’na neden oldu. 

Bizans İstanbul’u için 6.yy’da en önemli sosyal etkinlik, bugünkü Sultan Ahmet Meydanı’nda yer alan; Roma kentindeki Circus Maximus’un bir eşi Hipodrom’da gerçekleşen yarışları izlemekti. Hipodrom bugünkü Topkapı Sarayı’nın yerinde bulunan ve denize kadar uzanan Büyük Saray’ın bir parçası niteliğindeydi ve İmparator’un yarışları izlediği ‘kathisma’ya özel bir geçişi bulunuyordu. 50 bin kişinin toplandığı Hipodrom yarışları, İmparatorun halkla buluştuğu ve merasimler üzerinden iktidarını pekiştirdiği etkinlikler olma özelliği de taşıyordu. Yarışlar bireysel değildi. Bugünkü futbol takımları gibi Mavi, Yeşil, Kırmızı ve Beyaz takımları vardı. Demotai bu takımların ileri gelenlerinin oluşturduğu bir sınıftı. Zamanla Mavi ve Yeşiller sadece kalmış, Demotai’ler de yönetimde söz sahibi olacak kadar güçlenmişti. Justinyanus gibi bir profilin pek de tahammül edemeyeceği bir durum. 

“Üzerindeki pelerin kefenin olsun” 

Demotai huzursuzluk çıkarmak için bir bahane arıyordu desek yeridir… 11 Ocak 532’de Yeşiller Hipodrom’da İmparatorun Mavileri kayırdığını söyleyerek itiraz etti. İmparator kimseyle bire bir konuşmazdı. Mandator adlı bir aracısı vardı. Mandator aracılığı ile Yeşillerin ne istediğini sordu. Onlar da Spatarios Kalopodios adlı birinin kendilerine zulmettiğini, yarışlarda haksızlık olduğunu ve (Hunlular gibi giyinmeyi adet edinmiş) Mavilerin Yeşiller’den birkaç kişiyi öldürdüğünü söyledi (Marie – France Auzepy). Tartışmaya suçlanan Maviler de girdi. Yeşiller Hipodromu “Elveda adalet” diyerek terk etti. İmparator işaret vermeden ya da kathismadan Saray’a dönmeden Hipodrom’dan çıkıp gitmek büyük hakaretti. 

Şehrin valisi olayları yatıştırmak için hem Mavi hem de Yeşillerden birkaç Demotai’yi tutukladı. 13 Ocak günü Maviler ve Yeşiller barıştı ve tutuklananların affedilmesini istedi. İstekleri yerine gelmeyince işte o büyük isyan başlamıştı: On binlerce taraftar “Nika (Zafer)” diye bağırarak sokaklara dağılmıştı. İsyan 17 Ocak’ta kontrol edilemez bir noktaya varmış, şehrin dörtte biri yok olmuş, taraftarlar Büyük Saray’ın önünde toplanmıştı. Bu sırada Büyük Saray yanında yer alan (bugün Ayasofya’nın bulunduğu yerdeki) Büyük Kilise (daha doğrusu 2. Ayasofya) yakılıp yıkılmıştı. İsyancılar ayrıca Hypatios adlı birini mor pelerin giydirip İmparator ilan etmişti. 

Justinyanus bu sırada Sarayburnu’na getirttiği gemiyle kaçmaya hazırlanıyordu. Eşi Teodora pes eden İmparatora tarihe geçen şu konuşmayı yaptı: “Belki kadınların korkaklara cesaret vermesi doğru değildir. Ama o tacı taşıyan biri tacıyla birlikte canını da kaybetmelidir. Ey İmparator! Servetin var ama kaçtığında yaşamanın amacını kaybedeceksin. Merak etme, üzerindeki erguvan pelerin yeri geldiğinde muhteşem bir kefen olur. Şimdi gidebilirsin ama yanında ben olmayacağım. Tanrı bu pelerinle birlikte canımı da alsın.” 

“Ey Süleyman! Seni geçtim” 

Teodora’nın konuşması İmparatora Nika İsyanı’nın bastıracak gücü ve motivasyonu verdi. Kuzey Afrika’yı yeniden fetheden ünlü komutan Belisarius ve Arnavutluk valisi Mundus ile bir araya gelen İmparator isyancılarla savaşma kararı verdi. Birliklerini kullanarak asilerin Hipodroma toplanmasını sağlayan Belisarius, Mundus’un mızraklı birliklerine kapıyı tutmalarını emretti. Şimdi isyancılar ortada, Belisarius’un askerleri izleyici kısmındaydı. O an ok ve mızrak yağmuru başladı. Sonunda tam 40 bin isyancının cesedi Hipodrom’da üst üste yığıldı. Nika Ayaklanması 18 Ocak 532 günü büyük bir vahşetle bastırıldı. 

Bizans tarihinin en büyük isyanını bastırmış olması Justinyanus için şüphesiz büyük bir zaferdi. Taçlandırması gerekiyordu. İsyan sırasında yıkılan Büyük Kilise’nin (2. Ayasofya) yeniden ve daha heybetli bir şekilde inşa edilmesi için emir verdi. İnşaatın bir an önce bitirilmesini istiyordu. Miletli İsidoros ile Aydınlı Anthemios adlı iki mimar (aslında matematikçi) 5 sene gibi kısa bir sürede devşirme malzemeler ve sütunlar kullanarak Ayasofya’yı inşa etti. Dönemin tarihçisi Prokopios iddia ediyor ki: Justinyanus açılış günü (27 Aralık 537) mabede ilk girdiğinde “Ey Süleyman! Seni geçtim!” diyerek haykırdı. Tabii kendisi görmedi ama bu acele nedeniyle 571 yılında bir gece Ayasofya’nın kubbesi yıkıldı.