25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Birgül Ulusoy: Tv’de iş yapmak pazarda mal satmak gibi

‘Çılgın Bediş’ ile tanınan Birgül Ulusoy’la bir araya geldik. Fark ettik ki Ulusoy pek çok oyuncudan çok daha realist! “Televizyona iş yapmak pazarcılık yapmaya benziyor. Halden mal alır gibi; al senaryoyu çek, yayınla, bitti. Genelde bir önceki bölümde ne olduğunu hatırlamıyor bile insanlar. Suya imza atıyoruz” diyor.

Büşra Uğraş24 Eylül 2016 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Birgül Ulusoy: Tv’de iş yapmak pazarda mal satmak gibi

Oyuncu Birgül Ulusoy yaklaşık 26 yıldır bu sektörün içinde.Onu ilk önce ‘Çılgın Bediş’ dizisiyle tanıdık. Sonra ardı ardına projelerine devam etti. En son ‘Kırgın Çiçekler’ bitti derken üzerine dikilmiş bir karakterle ATV ekranlarında yayınlanacak ‘Aşk ve Mavi’ adlı diziyle ekranda yerini alacağını öğrendik. Deneyimli oyuncu bu kadar çok projenin içinde yer alınca haliyle sinema ve televizyon dünyasının bütün iç yüzünü bilen kişilerden biri de o oluyor! “Bu ülkenin yarısı oyuncu diğer yarısı da şarkıcı olmak istiyor!” diyen Ulusoy ekliyor: “Bugünlere gelene kadar pek çok şey gördüm. Uzun çalışma saatleri yüzünden gelen şikayetler var tabii haklı olarak. Ama bence gelinen nokta o kadar da kötü değil. Daha ne olabilir ki? Şöyle bir meslek düşünün; tanınıyorsunuz, popülersiniz ve sevdiğiniz işi yaparak para kazanıyorsunuz. Bu büyük bir konfor.” Daha neler mi konuştuk? Biraz oyuncuları çekiştirdik biraz sektörü... Yeni projeleri de es geçmedik. Detaylar sohbetimizde!

-Neler yapıyorsunuz bu günlerde?

Yeni bir projenin hazırlık arifesindeyim. Çekimleri Kapadokya’da olacak. Kanalımız yine ATV. Anlatmak için çok erken. ‘Aşk ve Mavi’ adlı yapımın başrollerinde Emrah Erdoğan ve Burcu Kıratlı olacak.

-Bari karakterinizi anlatın biraz!

Karakterin ismi Birgül... Üstüme dikilen bir rol, haute couture bir iş. Oyunculuk kariyerimde ilk kez başıma böyle bir şey geliyor. Senaristlerle daha önce çalışmıştık “Bizim bazı uğurlu oyuncularımız var, onlardan birisiniz, bunu oynamanızı istiyoruz” dediler.

OYUNCULUK KONFORLU İŞ

-Diğer projeler bitti değil mi?

Bitti onlar geride kaldı ama ‘Kırgın Çiçekler’den dönülebilecek bir şekilde ayrıldım. Türk dizilerini bilirsiniz her an her şey olabilir. (Gülüyor) Ama bu çok yapılan bir şey öldüğünü düşündüğünüz karakter bile çıkıp geri gelebiliyor. Uzayan dizilerde şöyle bir handikap var; konu derinliği kayboluyor.

-Siz bir oyuncu olarak bu işleyişi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Televizyona iş yapmak pazarda mal satmak gibi, günlük bir iş. Halden mal alır gibi; al senaryoyu çek, yayınla, bitti. Genelde bir önceki bölümde ne olduğunu hatırlamıyor bile insanlar... Suya imza atıyoruz. Küçümsemek için söylemiyorum yalnızca dizileri bu mantıkta izlemenin ve oyuncuların bu mantıkla dizi çekmesinin daha doğru olacağını düşünüyorum. Bazı arkadaşlar bazı şeyleri gözünde çok büyütüyor ya! Onlara diyorum.

-Herkes sektörden şikayetçi ya siz?

Sektörde en yıpratıcı olan şey çalışma saatleri. Ama yine de şunu belirtmek gerekiyor; artık setlerde konfor sağlanıyor. Ben ekmek arası kaşar, salamın olduğu sandviçlerin verildiği setlerde çok çalıştım.

HERKES ÜN PEŞİNDE

-Kaç yıldır bu meslektesiniz?

26’ncı profesyonel yılım. Bugünlere gelene kadar pek çok şey gördüm. Bence gelinen nokta o kadar da kötü değil. Bu ülkenin yarısı oyuncu diğer yarısı da şarkıcı olmak istiyor! Ün herkesin ukdesi... Çünkü tanınıyorsunuz, popülersiniz ve sevdiğiniz işi yaparak para kazanıyorsunuz. Bu büyük bir konfor. Bir insan daha ne ister ki Allah’tan belasını mı? (Gülüyor) Şartlar tabii ki bütçesine yapım şirketine, prodüksüyona göre değişir ama bir başrol oyuncusunun 60 bin liradan önüne 13 bölümlük para konuyor. Hangi işte olur bu?

-Başrol tamam ya geri kalanlar?

Set çalışanlarına hiç girmiyorum bile! Sette çaycının aldığı para haftalık 300 TL... Piyasadaki kıyaslanamayacak uçurum var. Oyuncunun işi biter gider. Bakmayın öyle çok ağlandığı gibi trajik bir durum yok.

-Bir okulunuz da var... Öğrencilere de anlatıyor musunuz bunları?

Dört aylık temel oyunculuk programı uyguluyoruz. Gençlerin oyunculuk algılarını değiştirmeye çalışıyorum. Yoksa oyunculuk dört ayda öğrenilebilecek bir şey değil. Hepsinin hayalinde orayı bir an önce bitirip deli gibi para kazanmak var. uVazgeçenler oluyor mu?

Olmaz mı çok! “Başka yerde başka bir şey anlatırlarsa bilin ki yalan söylüyorlar” diyorum onlara. İnsanlar konservatuarı bitiriyor, yıllarca çalışıp didiniyor ve sonunda pes edip işi bırakıyor. Bunun karşısında dört aylık bir kurstan ne beklenir ki? Ne kitap okur, ne oyun izler ne sinemaya gider... Ne bekler yani?

ŞÖHRETE GÜVEN OLMAZ

-Bu işte şans faktörü yok mu?   Ben şansa inanmam! Tamam öyle insanlar var ama e? Sonra ne oluyor o insanlara? Kaç proje devam ediyor o durum? Bu meslekte başarı demek en az 10-15 yılı her sezon istikrarlı devinmektir. Medyanın ilgisine kanmamak gerekiyor. Medya bugün bana güzel yarın başkasına. Hayranlar gibi aynı. Hayran mantığına da çok inanmam ya...

-Hayranlarınıza inanmıyor musunuz?

Yani çok kapılmamak gerekiyor diyorum. Bugün bana hayran olan yarın sana hayran olur. Naz Elmas’ı kim hatırlıyor? Bir dönem Türkiye’nin Michelle Pfeiffer’ı diye lanse ediliyordu...Ve bu kız bir de üstüne konservatuarlı! Devamlılık arz etmiyor kimse. Nurgül Yeşilçay’ın da dönemi bitiyor... Haa bir de herkesin bu platforma çıkıp kendini göstermeye ve boyunun ölçüsünü almaya hakkı var. O yüksek egolar akrebin kuyruğu gibi dönüp kendilerini sokuyor sonunda. Seyirci bile bunun farkında. Ben televizyondan insana enerji geçmez zannederdim ama geçiyormuş.

-Nasıl yani?

Tiyatroda izleyici ve oyuncu birbirlerinden çok etkilenir. Fark ettim ki televizyondan da öyle. Bunu anladığım gün dehşete kapıldım! İzleyici anlıyor kimin ne olduğunu. Televizyon tehlikeli bir araç insanların evinin içine giriyorsunuz.

-Egosu yüksek olanlar eleniyor mu?

Ego dediğiniz şey herkeste var. Bunlarınki hastalık. Bazı oyuncular rol ve gerçeği ayıramıyorlar. Hasta olmayanlar buna bir iş olarak bakıyor. Ben o gruptayım. Kostümümü giyerim, rolümü oynarım ve döner evime giderim. Hasta olanlar öyle değil ki yaşıyorlar o rolü, kendi karakterlerini karıştırıyorlar. Onları gördüğünüzde arkanıza bakmadan kaçmanız gerekiyor.

Yeteneği olan rolü kaldırır

-Dizi için Kapadokya’ya mı taşınacaksınız?

İş oturana kadar işe konsantre olmak zorundayız. Benim bir çocuğum var ve oraya taşınmam pek mümkün görünmüyor. Aynı zamanda bir de tiyatro var. Bu süreç içinde biraz seferi olacağım.

-Tiyatroda hangi oyunla izleyeceğiz sizi?

Sanırım ismi ‘Ayşegül Dört Mevsim’ olacak. Provaları devam ediyor. Skeçlerden oluşuyor bir kabere oyunu. Geçen sene de ‘Çevre Yolu Sakinleri’ ile Tiyatro Kılçık’taydık. Cenk Tunalı yönetmişti yine onun yönetiminde olacak. Ben de İstanbul’a gelebildiğim sürece ekipte olacağım.

-Bir de sinema filmi projesi var değil mi?

Evet vizyon tarihi alınmıştı ama ülkenin genel durumu itibariyle ertelendi. Ama ekimde vizyona girecek. Bir sosyal sorumluluk projesi. Sonradan engelli olan bir kızın engelli olmayan bir gençle yaşadığı aşk. Ben de kızın annesini oynuyorum. Bir sinema filmi daha var ama yetiştirebilir miyim bilmiyorum.

-‘Çılgın Bediş’ten bu yana biz sizi hep komedi içerikli projelerde izledik. ‘O Hayat Benim’, ‘Kırgın Çiçekler’ ve şimdi de bu sinema filmi... Sanki biraz değişiyor mu tarzınız?

Ben genelde komedi oynuyorum mesela tiyatroda hep tiyatro oynadım ama öyle “Biraz da dram oynayayım” falan demedim. İş öyle geldi. Oyunculukta öyle hangisini seçsem, hangisini daha çok sevsem diye bir şey yok. Senaryo gelir ve sen oynarsın. Tek kural budur; oynamak. Yeteneklerin müsaitse tabii... (Gülüyor)

Çocuğum oyuncu olamaz

-Bu sohbetin sonucunda çocuğunuz oyuncu olsun istemezsiniz diye düşünüyoruz.

Yok hayır asla istemem. Koşullar düzelmediği sürece istemem. Bana geliyorlar “Çocuğunuz çok yetenekli oynatalım falan diye” ben bir azarlıyorum, sorduğuna soracağına pişman oluyorlar. Küçücük çocuktan bahsediyorsunuz daha beş yaşında. Setlerde uyuyanlar, perişan olanlar... Uykusu geldiği için oynamak istemiyor mesela çocuk, onu zorlamak ne kadar doğru? E bir yandan da set duruyor olmuyor. Şimdi eskisi gibi değil daha çok dikkat ediliyor ama yine de kötü. Oyunculara tek bir karavan geliyor, e çocuklar da o karavanın içinde büyüklerle oturuyorlar. Psikolojileri de etkileniyor. Oynayamadıkları zaman depresyona giriyorlar. Bir sonraki sezon iş gelmezse psikolojileri bozuluyor. Çocukluktan çıkıp kendilerini büyük adam zannederek “Bu benim dizim” diyenler var. Tabii bunların hepsi anne baba hırsları. Çocuğa geçim kaynağı olarak bakılması bana garip geliyor.