25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Görmez: FETÖ hem emanı hem imanı yaraladı

Bugün milletçe bir ihanetin, bir dirilişin, bir destanın ve binlerce kahramanlık öyküsünün tarihe geçtiği 15 Temmuz. Hazırlıkları 40 yıl önce başlanmış kirli oyunun bozguna uğratıldığı günün üzerinden bir yıl geçti. Ama yaşadığımız acılar da o gece okunan salalarda hafızamızda dün gibi. Anadolu’yu işgal girişiminin yıldönümünde din maskesi takan eli kanlı örgüt FETÖ’nün bilinmeyenlerini Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Görmez’den dinledik.

YAKUP KÖSE 15 Temmuz 2017 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Görmez: FETÖ hem emanı hem imanı yaraladı

15 Temmuz gecesi Anadolu’yu işgal girişiminin olduğunu öğrendiğiniz anda neler düşündünüz?

Köprünün işgal edildiğini, Ankara semalarından F16 uçaklarının insanların kalbine korku salmaya başladığına şahit olduktan ve TRT’nin işgal edilerek o malum ilan yapıldığını öğrendikten sonra aklıma yaşadığımız darbelerden çok doğrudan İslam coğrafyası üzerinde oynanan büyük oyunların son halkası geldi. İslam ümmetinin son kalesi, son umudunu da yok etme ve işgale hazır hale getirme teşebbüsü olarak değerlendirdim. “Peki bir mümin ve bir Diyanet İşleri Başkanı olarak bana, bize bu gece ne görev düşer” diye düşündüm. Bizim görevimiz sadece camilerde namaz kıldırmak mı, yoksa zor zamanlarda milletin maneviyatını ayakta tutmak, onların yanında durmak  mı? Acaba 120 bini bulan din gönüllüsünün bu gece görevi ne olmalıydı? Kalplerimize korku salmak isteyenlerin kalbine korku salmalıydık. Bunun için camilerimizin kapılarını açmak, minarelerin ışıklarını yakmak ve oradan salalar okuyarak buna karşı durmak, bir karşı duruş sergilemek lazımdı. 

Başkanlık olarak işgal girişiminekarşı neler yaptınız? 

Kriz masası oluşturduk, arkadaşlarla irtibat halindeydim. Ana arterlerden uzak yerlerde bu konuyu yönetmeye çalışıyordum. Hemen bir metin kaleme alarak 120 bin arkadaşımıza bir mesaj gönderdim; “Değerli din gönüllüsü kardeşim, bugün milletin hukukuna sahip çıkmak bir iman vazifesidir” sözleriyle başlayan. Tabii topluma da Diyanet İşleri Başkanı olarak mesaj vermem gerekiyordu. O gece beş ayrı kanalda canlı yayınlara bağlanarak bu çağrılarımı yeniledim. 

O gece halkı işgalcilere karşı salalarla motive eden DİB mensupları bazı bölgelerde fiili saldırıya uğradılar. 

Mezkûr saldırılarla ilgili yargılanmalara başlandı. Başkanlığınız yargılanma sürecini takip ediyor mu? 

Tabii biz olayın akabinde, müftülüklerimizle irtibata geçerek o gece darp edilen, herhangi bir kötülükle karşılaşan arkadaşlarımızın olup olmadığını tespit ettik. 60 kadar arkadaşımızın o gece dövüldüğüne, hakaret edildiğine, darp edildiğine şahit olduk. Hatta biz onlara sala gazileri adını verdik, onların hepsini Ankara’da topladık. Dava açan bütün arkadaşlarımıza müdahil avukat bulundurabileceğimizi, kendilerine her türlü desteği verebileceğimizi söyledik. Bunları da Diyanet İşleri Başkanı olarak Hukuk Müşavirliğimiz günü birlik takip ediyor, takip etmeye de devam ediyoruz. 

FİTNE BAŞARILI OLAMAYACAK

FETÖ’nün Türkiye’de toplum inancına verdiği zararın boyutları mâlum. Bu zararın telafisi mümkün mü? Başkanlığınızın bu mevzuya dair çalışma var mı? 

Elbette mümkündür, ancak önce şunu ifade etmek isterim: Bir milleti millet kılan en yüce değerler inanç değerleridir. Bir millete verebileceğiniz en büyük zarar da milletin ortak inancına, inanç değerlerine saldırıdır. Dolayısıyla 15 Temmuz girişimine öncülük yapan ve 40 yıldır bu milletin içerisinde bunu hazırlayan FETÖ yapılanmasının Türkiye’ye verdiği en büyük zarar sadece kurumlara, ekonomiye, insanlara verdiği zarar değildir. Örgüt hepimizi birleştiren inanç değerlerimize zarar verdi. Bunu iki aşamada yaptı. Birincisi; toplumun her kesiminden bir nesli şahıs merkezli adeta yeni bir dine mensup kıldı, yeni bir paralel dine mensup kıldı ve bir nesil böylece zedelendi; bu çok acı. Başka nesillerde ise dine olan güveni yok etti. Hem toplumsal güven yok oldu, yani hem eman yok oldu, hem emanı yaraladı, hem de imanı yaraladı. Bu açıdan gerçekten çok büyük zararlar verildi.Telafisi elbette mümkün, çünkü İslam’ın dini bilgi kaynakları sağlam. Bir harfi değişmemiş bir kitabı tarih boyunca bize süreklilik kazandıran Sevgili Peygamberimizin sünneti seniyesi olduğu için ve medeniyetler kuran ana yol çok güçlü olduğu için tarihte benzeri yüzlerce fitne hareketini bu anayolun gücü nasıl ortadan kaldırdıysa, yine aynı şekilde ortadan kaldıracaktır. Batinilik ilk ortaya çıktığında İmam Gazali sadece bir heyetle birlikte verdiği mücadeleyle çok kısa sürede adeta belini kırmıştır. Yani tarihimizin pek çok dönemlerinde nice fitne hareketleri ortaya çıkmış, İslam’ın gücü, hikmeti, onu yok etmeyi başarmıştır. Dolayısıyla bunun da üstesinden gelebileceğimize olan inancım tam. Ama tabii ki yaralarımızı sarmak için topluca bir seferberliğe ihtiyaç var. Her şeyden önce insan yetiştirme düzenimizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Doğru bilgi üreten, özellikle dini alanda doğru bilgi üreten kurumlarımızı güçlendirmemiz lazım. Bir kötülük sadece anlatılarak ortadan kaldırılmaz, bir kötülük aynı zamanda iyilik inşa edilerek ortadan kaldırılır. Ayrıca, iyiliği inşaa ederek, doğruyu inşaa ederek bunun üstesinden gelebileceğimizi ve telafi edebileceğimizi düşünüyorum. 

DİYANET 15 TEMMUZ’U 10 YIL ÖNCE YAŞADI!

Kurumunuzun yurt dışındaki faaliyetlerinde ve FETÖ’yle mücadelede yaşadığınız sıkıntılar nelerdir?

Diyanetin dünyanın muhtelif yerlerinde farklı alanlarda yürüttüğü çok başarılı hizmetleri var. Birisi, yurt dışındaki millet varlığımız. Batı’da 4-5 milyonu bulan vatandaşımız var. Bunların  yaşadıkları toplumlar içerisinde, barış içerisinde varlıklarını sürdürebilmeleri, kendi inanç değerlerini ve kimliklerini korumaları bakımından Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 40 yıllık hizmetleri çok büyük önem arz ediyor. İkinci büyük hizmet alanı, gönül coğrafyamız dediğimiz Orta Asya, Balkanlar. Bu coğrafyada da 100 yıllık bir fasıladan sonra Müslüman kimliklerini yeniden inşa etmeye çalışan kardeşlerimizin kendi inanç değerlerini yeniden ayağa kaldırmalarına, dini kurumlarını oluşturmalarına, dini yayınlarına yardımcı olmak için bilhassa son 15-20 yıl içerisinde çok  önemli hizmetlerimiz oldu. Daha sonra kaybettiğimiz kıtalarımız vardı; Afrika, Latin Amerika, Pasifik Asya’da hizmetler başladı. Ama eş zamanlı bu küresel fitne hareketi dediğimiz FETÖ de buralarda buralarda daha önce yapılanmıştı. Şimdi anlaşılıyor ki aslında bir güç bu dünyalara Diyanet’ten önce FETÖ’nün gitmesini istemiştir. Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’dan sonra kurulacak olan sağlıklı İslam kimliğini engellemek, resmi sömürgeler bittikten sonra Afrika’da ortaya çıkacak Müslümanlığı başka yönlere kanalize etmek için Diyanet ve benzeri müesseselerin gitmesinden önce FETÖ’nün buralara gittiğine hepimiz şahit oluyoruz. Buna hangi güç yardımcı oldu, hangi küresel güç bunları götürdü oralarda yapılandırdı? Herkesin cevabını araması gereken bir sorudur. Sadece 15 Temmuz ile söylemiyorum, Diyanet ve Diyanet Vakfı, 2007’li yıllardan itibaren bu dünyalarda güçlenmeye başladığı andan itibaren karşısında FETÖ’yü buldu. Yani FETÖ’nün Türkiye’de ilk karşısına aldığı müesseselerden birisi Diyanet oldu, çok erken başladı. 2011’de göreve başladığım yıl içerisinde MİT krizinden önce Diyanet’e düzenlediği kumpaslar, Diyanet’in itibarını ortadan kaldırmak için yaptığı çalışmaların haddi hesabı yoktur. Bunları ileride tarih yazacaktır. Diyanet’in hizmetleri küresel ölçekte FETÖ’nün düşüncesi ve yaptıklarının yanlış olduğunu ortaya koydu. Onlar dış dünyada Diyanet’i itibarsızlaştırmak için çok yoğun bir karalama kampanyasına, bir bilgi kirliği oluşturma kampanyasına giriştiler. Hamdolsun bunu başaramadılar, biz bu konuda daha güçlüyüz. Bugün Avrasya İslam Şûrası, Afrika İslam Zirvesi, Latin Amerika, Pasifik Asya,  buradaki beraber çalışma yaptığımız kurumları doğru bilgilendirerek bu konuda mesafe aldık. Bunun belki tek istisnası var, o da henüz kıta Avrupa’sında maalesef bilgi kirliliği politikaları hala etkili olmaya devam ediyor. 

Almanya’nın Diyanet imamlarıyla ilgili casusluk iftirası da FETÖ’yle mi alâkalı? 

Bence bu husus Almanya’nın FETÖ’nün etkisinde kalarak kendi yakın siyasi tarihinde de yaptığı en büyük hatalardan biridir. Diyanet İşleri Başkanlığı 1960’lı yılların sonundan itibaren Almanya’da yaşayan vatandaşlarımıza din hizmeti götürmeye başlamıştır. 80’li yıllardan itibaren bu çok daha örgütlenmiştir ve bu birliktelik daima Almanya’ya kazandırmıştır, daima barış ve huzur taşımıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı en büyük katkıyı yapmıştır. Almanya’da yaşayan vatandaşlarımızın kendi dini hayatlarını tanzim etmeleri noktasında Almanya’nın onlara bir lütfu olmamıştır. Onlar kendileri bütün bu camilerini yapmış, derneklerini kurmuşlardır. Diyanet İşleri Başkanlığı ile Almanya’daki Türklerin, Müslümanların yaptıkları hizmetler saklı, gizli hizmetler olmamıştır. İki ülkenin ittifakıyla yapılmıştır. Türkiye’den Almanya’ya gidecek her din görevlisi Almanya’nın vizesini almıştır. Son yıllarda ise her din görevlisinin gideceği ülkenin dili, kültürü bakımından eğitimlerini beraber verdik. Dolayısıyla 40 senelik bir tecrübeden sonra FETÖ’nün iğvasından hareket ederek tarih boyunca din hizmetinden başka herhangi bir hizmeti asla olmayan din gönüllüsü insanlara ajan muamelesi yapılması son yıllarda tırmanan aşırı ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobik nefretin sadece şahısların zihinlerini değil devlet aklını da teslim almasından ibaret görüyorum doğrusu. 

Bir kötülük sadece anlatılarak ortadan kaldırılmaz, bir kötülük aynı zamanda iyilik inşa edilerek ortadan kaldırılır. Ayrıca, iyiliği inşa ederek, doğruyu inşa ederek bunun üstesinden gelebileceğimizi ve telafi edebileceğimizi düşünüyorum. 

İSLAM’DA DİN ADAMI YOKTUR HERKES DİNİNİN ADAMIDIR

Sayın Başkanım, Cumhurbaşkanımız’ın dindar nesil vurgusunda aklımıza Diyanet geliyor. ‘Dindar nesil’ yetiştirmede sadece Diyanet’in çabası yeterli mi?  

İslam, dini şahıslara ve kurumlara tevdi etmez. İslam, dini bütün mensuplarına, bütün müminlerine emanet eder. Dolayısıyla, İslam’da din adamı yoktur, herkes dininin adamıdır, olmak zorundadır. Çünkü İslam, hayatı bir bütün olarak görür. Dindarlık dediğimiz kavram her türlü iyiliği, güzel ahlakı, faydayı, maslahatı içine alır. Aliya İzzetbegoviç’in güzel bir ifadesi vardır, ‘Dünyada iyi ve güzel adına ne varsa öteki adı İslam’dır der. Bütün kurumlar ve tüm toplumsal kesimlere görev düşüyor. Ancak tabii ki Diyanet İşleri Başkanlığı toplumu din konusunda aydınlatmakla yükümlü olduğu için elbette kendi üstüne düşen vazifeler vardır. Hasseten biz onun için görev tanımlarının değişmesi üzerinde çok duruyoruz.  

CEHALET MÜHENDİSLERİNDEN KORUNUN

Medyanın dini konulardaki yayınları toplum inancını nasıl etkiliyor?

Üzülerek belirteyim, insanların dini konularda dahi bilgi kaynakları tamamen değişmiştir. Eskiden sadece aile, okul ve mabet vardı. Şimdi medya tamamen bu müesseselerin önüne geçmiş görünüyor. İnternet medyasıyla birlikte artık her şahsın özel bir medyası oluştu. Bu dünyaya baktığımız zaman beni en çok ürküten husus internet medyasındaki cehalet mühendisliğidir. Yani malumat ile cehalet inşa etmeye kalkışmak. Ayrıca internet medyasında İslamofobik kampanyalar etkin olarak devam ediyor. Çok ciddi bir bilgi kirliliği, enformatik cehalet var. Bu da hepimizi düşündürmeli, önlem almaya sevk etmeli. Biz o dünyadan uzak durmamalıyız. Oralara İslam’ın rahmetini ve hikmetini nasıl koyabiliriz onu da düşünmeliyiz. Genç ve çocuklarımızı medyayı nasıl doğru kullanacaklarının eğitimini ve öğretimini vermeliyiz. Diyanet olarak başa çıkamadığımız, başa çıkmakta zorlandığımız bir alan. Bunun için toplumun bütün kesimleriyle, bütün kurumlarla birlikte adeta bir seferberlik ilan ederek üzerinde durmalıyız. 

İnternet medyası derken sosyal medyayı mı kast ediyorsunuz? 

İnternet, sosyal medya, yeni medyanın tamamını kast ediyorum. Wikipedia’yla ilgili yaşadığımız sorunu görüyorsunuz, yani milyarların başvurduğu bir bilgi kaynağı oluşturuyorsunuz, sonra Hazreti Peygamberimiz ile ilgili saygı ifadelerini İslamofobik nefretin eseri olarak oradan kaldırıyorsunuz. Böylece o nefretler bilgiye yön vermeye başlıyor sadece bir örnek veriyorum yani. Bunu kabul etmek mümkün değil. Ancak biz Müslümanların bütün dünyaya hitap eden doğru bilgi mecralarını kuramamış olmamız, tabiri caizse İslampediayı bütün dünyaya takdim edememiş olmamız en büyük ihmalimizdir. 

KURTULUŞU HAMASETE HAPSETMEYİN

15 Temmuz’u tarihte sahip olduğumuz bazı saldırılardan kurtuluş tarihleri gibi sadece bir resmi tören ve hamasete hapsetmemeliyiz. Biz, 15 Temmuz gecesinde Rabbimizin inayetini, rahmetini ve nusretini asla unutmamalıyız. İkincisi, milletimizi o gece birleştiren maneviyatı unutmamalıyız, manevi gücümüzün ne kadar önemli olduğunu hatırlamalıyız. Salalar ve tekbirler eşliğinde milletin maneviyatının bu gibi zor zamanlarda ne kadar önemli olduğunu unutmamalıyız. Üçüncüsü de, hep endişeyle baktığımız gençliğimizin hala sahip oldukları tarih bilinci, vatan savunması, vatan aşkı, iman aşkının ne kadar diri olduğunu hatırlayarak umudumuzu diri tutmalıyız. 15 Temmuz şehitleri, İslam ümmetinin umut bağladığı son büyük kaleyi en büyük kötülüklere karşı koruyan kahramanlar olarak tarihe geçeceklerdir, gaziler de öyle, onlar da kendi vücutlarındaki yaraları bir istiklal madalyası gibi saklamaya devam edeceklerdir.  Biz daha çok Diyanet İşleri Başkanlığı olarak hem şehitlerimize karşı manevi görevlerimizi ifade edecek çalışmalar yapacağız bu hafta içerisinde, hatimler, dualar vesaire, hem de az önce ifade ettiğim bilinci diri tutmak için ve de Allah’ın inayetini, rahmetini, nusretini unutturmayacak şekilde idrak etmek için Türkiye’nin her camisinde, her beldesinde önemli çalışmalar yapacağız inşallah. 

28 ŞUBAT MAĞDURLARINA MÜJDE

Bir 28 Şubat mağduru olarak 28 Şubat zulmünden dolayı mağdur edilen Diyanet görevlileriyle alakalı bir çalışma başlatılmıştı, bir netice alındı mı?

Biz aslında 60-70 kişi hariç hepsini neticelendirdik, sadece bir 60-70 arkadaşımız var o konuda. Ona da ben arkadaşlara talimat verdim her dosya tek tek incelendi ve ilgili yerlerde müspet talepler iletildi. Yani onları da tekrar kazanmak için müspet talebimiz ilgili makamlara iletildi.

HAC’DA ÖNCELİK YİNE ŞEHİT AİLELERİNİN

Bu gece de salalar okunacak inşallah. Peki geçen sene olduğu gibi bu hacca giderken yine şehit yakınları götürülecek mi?

Zaten bütün şehit yakınlarına öncelikler tanındı, o şekilde devam edecek inşallah. Ayrıca, yine salaların başladığı anda toplumsal hafızayı diri tutmak bakımından yine bütün minarelerimizde aynı şekilde salalar okunarak o hafıza yad edilecektir inşallah. Nitekim bu yıl da 6500 şehit yakını ve gazi bizimle beraber hacca gitti. 

SURİYELİ ANNEYE Mİ ÖZGECAN’A MI DAHA ÇOK ÜZÜLDÜN TEPKİSİNE CEVAP! 

Son dönemde yaşadığımız en büyük acılardan bir tanesi, Sakarya’daki vahşet. Bize sığınan misafirlerimize yönelik yapılan ırkçı söylem ve saldırılar sizleri nasıl etkiledi?

Tarih boyunca mazluma umut olan milletimiz bence ensar olma noktasında büyük bir özveride bulundu. Hiçbir ayrım yapmadan Suriye’den, Irak’tan, Libya’dan, Mısır’dan, Afganistan’dan gelen bütün Müslüman kardeşlerimize kucak açtık. Fakat süre uzadıkça bizde de hatalar başladı. Ve bunu istemeyen bazı çevreler bu alicenaplığa gölge düşürmeye başladılar.  Sakarya’daki olay hiçbir insanın, insafın, vicdanın kabul etmeyeceği çok vahşice bir hadisedir. Sadece muhacir-ensar ilişkisi açısından değil,  topyekûn milletin vicdanı ve merhameti açısından sorgulamamız lazım, içimizden nasıl böyle iki cani çıkar? Cenazede de ifade ettiğim gibi aziz milletimizin her ferdinden istirham ediyorum. Ülkemize sığınan muhacirler meselesinde siyasi pencerelerimizden değil, vicdan ve merhametlerimizin penceresinden bakalım.  

Kadın STK’ların bu meselede kurban Suriyeli olduğu için tepki vermemelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Bu hataya asla düşmememiz lazım. Biz mağdurun, mazlumun, mahrumun, işkenceye uğrayanın, zulme uğrayanın dinini, inancını, ırkını, rengini, ülkesini asla sormamalıyız ve zulme uğrayan kim olursa olsun hepimiz orada ittifak etmeliyiz. O gün orada gerçekten kalbimden ne geçiyorsa onları paylaştım, akabinde arkadaşlarımız bana bazı olumsuz tepkileri getirdiler şaşırdım. ‘Özgecan’a ağlamadın da burada ağladın’ diye sordular. Hâlbuki ben o zaman yetişemedim, ama birkaç gün sonra bizzat evine gittim ziyaret ettim, annesini, babasını yanıma alarak Mersin’in büyük bir camisinde dini, manevi anlamda bir anma töreni yaptık, oradaki vahşete de karşı duruşumuzu ortaya koyduk. Aynı yılda dünya çapında dağıttığımız iyilik ödüllerinden bir tanesini de Mehmet Ağabeyimize verdik, yani o vahşice öldürülen kızımızın babasına.  Çünkü aklı selimle topluma çok güzel büyük mesajlar vermişti. Şehitlerimizin cenazesinde namazı niye kaldırmadın da, elin Suriyeli’sinin cenazesinde ağladın diye gelen tepkiler vardı ki çok üzücü hakikaten. Çünkü ben nerede olursam olayım benim en yakınımda bir şehit cenazesi olduğu zaman mutlaka orada olmuşumdur, sadece Ankara’da değil, Van’da, Diyarbakır’da, Gaziantep’te, Geyve’de, Afyon’da, Sandıklı’da, pek çok yerde. Dolayısıyla bu bahsi diğerdir, ama şunu ifade edeyim: Millet olarak bizim bu hastalıktan vazgeçmemiz lazım. Senin mazlumun, benim mazlumum tasnifinden vazgeçmemiz lazım. Bu büyük bir insani ayıptır, kusurdur. Eğer vicdan bizi birleştirmezse her şey bizi ayırır, merhamet bizi birleştirmezse her şey bizi parçalar. Vicdan ve merhamet bizi birleştirmeli, nerede olursa olsun zulme uğrayan birisi olduğunda onun ırkını, rengini, cinsiyetini asla sorgulamamalıyız. Her kesimde bu kusurlar ve hatalar bazen baş gösteriyor. 

SAKARYA OLAYINDAKİ ÜÇ AYRINTI

Suriyeli kardeşimizin cenazesine katılarak ne mesaj vermek istediniz?

Her şeyden önce bir insan ve baba olarak oradaydım ve orada üç hususu orada ifade ettim. Birincisi;  bütün insanlığı insanlığından utandıracak bir vahşete şahidiz. İkincisi; ensar olma özelliğimize kimse gölge düşürmemeli. Üçüncüsü de; bu toplum bu vahşeti nasıl üretiyor? Sakarya gibi tarih boyunca 72 milletten muhacire ev sahipliği yapmış Sakarya’dan böyle bir vahşi nasıl çıkıyor? Dolayısıyla bunları ifade etmek, ama yanı zamanda tabii ki Emani kardeşimizin bize emanet olduğunu ve bizim emanete sahip çıkma konusundaki özrümüzü, mahcubiyetimizi de ifade etmek için oradaydım. Ben o 10 aylık bebeği sırtımda taşımak isterdim, ama tabutuyla değil, her babanın da öyle hissettiğini kabul ediyorum, öyle düşündüğünü düşünüyorum doğrusu.