20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Güneş: Filmi çekmeyelim diye çok uğraştılar

Bazılarının aksine 1915 yılında yaşanan Ermeni tehciri olayını yalanlarla köpürtüp soykırım gibi göstermek ya da acımasızca eleştirmek yerine objektif bir bakış açısıyla anlamaya çalışan yönetmen İsmail Güneş’in yazıp yönettiği Kervan 1915’in vizyon tarihi sonunda belli oldu. Sonunda diyoruz çünkü Güneş’in bu filmi yapmasını engelleyen pek çok ‘gizli el’ vardı. Güneş “Filmi yapmamam için çok uğraştılar ama görmeyi umduklarını bulamayacaklar” diyor.

BÜŞRA UĞRAŞ16 Eylül 2017 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Güneş: Filmi çekmeyelim diye çok uğraştılar

Yönetmen İsmail Güneş 1915 yılında Ermeni tehciri sırasında yaşanan olayları gerçek öykülerden yola çıkarak sinemaya uyarladı. Film, tehcir kararının uygulanması sırasında kadın ve çocuklardan oluşan bir grup Ermeni’nin savaş sona erinceye kadar zorunlu olarak ikamet ettirilecekleri Suriye’ye taşınmasını ve taşınma görevini üstlenen tarihi gerçek bir karakter olan Katırcı Salim ve adamlarının yol hikayelerini anlatıyor. Birinci Dünya Savaşı sırasında bozulan Türk ve Ermeni ilişkileri gerçek olaylarla ele alınıyor. Karşılıklı çekilen acılara, oluşan güvensizlik ortamına objektif bir bakış açısıyla yaklaşmayı tercih etmiş yönetmen Güneş. Biz de yapımcılığını Aynur Güneş’in, senaryo yazarlığı ve yönetmenliğini İsmail Güneş’in üstlendiği 6 Ekim’de vizyona girecek olan Kervan 1915 adlı filmin ufak bir bölümünü izleme fırsatına nail olduk. Bu küçük bölüm bile bizi etkilemeye yetti. İki milleti birbirine yaklaştırabileceğini düşündüğümüz bu sanat eserini görmenizi tavsiye ederiz. Bizler heyecanla vizyon tarihini beklerken yapım hakkında Güneş ile sohbet ettik.

Bugüne kadar pek değinilmemiş bir konu. Proje nasıl ortaya çıktı?

Yaklaşık 35 yıldır çeşitli zamanlarda bu meseleyi kendi zihnimde gündeme getiriyorum. Hatta yazdığım ilk senaryo da bu konuyla ilgiliydi ama çekmek kısmet olmadı. 2000’li yıllarda Ararat filminin çekileceğini duyduğumda ‘Kendi bakış açılarıyla bir yapım ürettiler peki biz ne yapabiliriz?’ diye düşünmeye başladım. Ancak destek bulamadım. O zaman anladım ki devletin bu konuyla ilgili böyle bir derdi yok. Her yıl bir şeyler oluyor, birileri soykırımı kabul ediyor ya da reddediyor. Biz ona engel olmak için uğraşıyor, bunun için bir sürü para harcıyoruz. Ancak sonunda dönüp dolaşıp her yerde bir karşılık bulunuyor ve her geçen gün birileri bu soykırım iddiasını kabul ediyor. Karşı taraf, diaspora, meselesinin idraki için büyük gayret sarf ediyor. Bu meseleye “Yok olmamıştır” demek yerine acıları anlamak ve paylaşmak için ‘adil hafıza’ diye bir oluşum başlayınca o zamanlar başbakan olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’nın bir mektubu yayınlandı. Bunun üzerine biz de bir şeyler yapabileceğimizi düşündük ve harekete geçtik. Filme konu olan hikayeyi daha önce küçük bir kupürde görmüştüm. Gerçekte de böyle bir vatandaş yaşamış. Katırcı Salim’in hikayesini kendi bulduğum hikayelerle destekledim ve ortaya bu senaryo çıktı. 

İki taraflı bir hikaye anlatıyorsunuz. Senaryoyu yazmadan önce Ermeni ailelerin anılarını dinlediniz mi?

Pek çok metin taradık ve farklı farklı hikayelere rastladık. Ancak biliyorsunuz mağdur olan hikayesini anlatırken onu biraz büyütür. O nedenle sadece hatıralar tarih kitabı olarak sayılmaz. Hatıranın esprisi kişisel olmasıdır. Acılarınızdan bahsederken de hiçbir güzellik görmemiş gibi anlatırsınız. Biz kimse kimseyi öldürmemiştir demiyoruz. Sadece “Benim bahsettiğim adamın böyle bir prensibi vardı ve o prensip doğrultusunda kendine emanet edilenleri kayıpsız varış noktasına götürmek için elinden geleni yapıyor” diyorum. Bunu başarıp başaramadığını filmi izleyenler görecek. Katırcı Salim öylesine hedefine odaklanmış bir adam ki bu uğurda rotasını değiştiriyor, devletin ona yaptırmak istediklerini reddedip kendi bildiğini okuyor. Senaryoyu yazarken hep annemi düşündüm. O hep deniz görmüş, onu denizden alıp hiç bilmediği Halep coğrafyasına götürseler ne hisseder, nasıl yaşar? Üstelik bu yolculuğu yürüyerek, zorluklarla, kaotik bir coğrafyadan geçerek yapması gerekse.

BU FİLMİ BEN TANITACAĞIM

Filmi 15 Temmuz şehidimiz Erol Olçok’a ithaf ettiniz.

Erol (Olçok) benim gençlik arkadaşımdı. Filmi de 20 Nisan 2015’te kendisine göstermiştim. İzledikten sonra “Bu filmin basın tanıtımı için hiç kimseye gitme. O işi ben yürüteceğim” dedi. Kısmet olmadı şehit düştü. Benim filmlerim hep böyle özel insanlara ithaf edilir. İlk filmimi ustama ithaf etmiştim ki bu da Türk sinemasında ilktir. Sözün Bittiği Yer’i sıkça çalıştığım bir arkadaşıma, Macit Flordun’a ithaf etmiştim. Ateşin Düştüğü Yer de Ömer Lütfi Mete’ye ithaftır.

İNSAN SEVGİDENDİR

Ermenistan’da ve ABD’de kurulan, Ermeni Soykırımı iddiasını savunanlar sizce filme nasıl bir tepki gösterecekler? Ne öngörüyorsunuz?

Tepkilerden ziyade görülmemeyi, ciddiye alınmamayı, yok sayılmayı dert ederim. Amacımız bunu insanlara yaymak. Objektif bir hikaye anlatmaya gayret ettik. Anlamak üzerine bir şey yaptım, yargılamak üzerine değil. ‘O kadın benim annem, kız kardeşim olsa ne hissederdim’ diye düşündüm. Diğer yandan taşıyanları da anlamaya çabaladım. Kafalarında bir Ermeni, öteki profili var. O öteki iş icabı taşıma fikri zorlukları olan bir şey. Şöyle düşünün; polissiniz ve kardeşinizi öldüren kişiyi sağ salim nakletme vazifesi size verilmiş. Ne hissederdiniz? Öteki de ben onun kardeşini öldürdüm ve şu an ona emanetim, beni taşıyacak. O ne hisseder, nasıl bir korkuyla uykuya dalar, ne içer ne yer. Bunu anlamak üzerine yaptık filmi ve mottomuz ‘İnsan sevgidendir’ oldu. 

Cesaret isteyen bir konu. Sizin bu anlama çabanız iki cepheden de eleştiri alabilir. Belki bu yüzden bu zamana kadar bu konu üzerine eğilmedi yönetmenler?

Tabii tehlikeli bir konu. Sadece yönetmenler değil oyuncular da öyle. Biz kadroyu kurarken çok sıkıntı yaşadık. Kimse oynamak istemedi. Sebebini tam olarak ben de bilmiyorum ama bazen menajerle mani oldu ya da oyuncunun kendisi bir bahane uydurdu. Sonuç olarak projede yer almak istemediler. 

Hali hazırda oynayan oyuncuları nasıl ikna ettiniz?

Ben bu işin tek elden yürütüldüğünü düşünüyorum; bu filmi yapamamam için epey emek sarf etti birileri. Diaspora sadece ABD’de değil burada da var ve bu filmi başarmamı istemediler. Çok fazla engelle karşılaştım; yalnızca oyuncu olarak düşünmeyin, ekibin yüzde 70’i işi bıraktı. Halihazırda oynayan oyuncuların bir kısmına ulaşamadılar. Buz dağının benim tahmin ettiğimden daha büyük bir parçası varmış. Bunu yolda gördük. Ama hayal ettikleri gibi bir filmle karşılaşmayacaklar diye düşünüyorum. Hiçbir filmim sert bir tavır takınmaz.

İKİ MİLLETİ BİRBİRİNE YAKLAŞTIR

Filmin müzikleri de Ermeni bir müzisyenin elinden çıktı.

Müzikleri yapan Suren Asatryan dünya çapında bir duduk virtüözü. Tevafuk, filmde küçük kızı oynayan Alin Lucy’nin babasının komşusuymuş Ermenistan’da. Sık sık Türkiye’ye gidip gelen bir sanatçı, çok iyi bir Türkçesi var. Sete davet ettik, projemizi anlattık. “Projede yer almak istediğini bu işin iki halkı birbirine yakınlaştırmak adına önemli olduğunu ve katkı sunmak istediğini” söyledi ve çalışmaya başladık. 

KATIRCI SALİM’İN HİKAYESİ

Gerçek öyküsü anlatılan Katırcı Salim nasıl bir adamdı?

Katırcı Salim’in işini o dönemin nakliye şirketleri gibi düşünebilirsiniz. Hayatlarında ilk kez bu tehcir ile insan taşımışlar. İnsan taşıma işini de devletin açtığı ihaleye katılarak, adam başına bir para taahhüt ederek yapmışlar. Bu taahhüt edilen para da karşı tarafa insanları teslim edince almak üzere anlaşmışlar. Dolayısıyla ‘Parayı alıp yolda taşıdıkları kişileri telef edeyim’ deme ihtimalinin önüne geçilmiş. Devlet o dönemde bu tehcir olayı için 256 milyon kuruş para harcamış. I. Dünya Savaşı dönemi, her cephede savaş devam ediyor, Çanakkale’de özellikle büyük bir direniş var. Devlet bu kararı öyle bir atmosfer içinde alıyor ve yatırım yapıyor.