23 Nisan 2024 Salı / 15 Sevval 1445

Gururla: Benim Annem Benim Babam

TRT Haber ekranlarında yayınlanan Benim Annem Benim Babam adlı program, çocukların aileleriyle kurduğu ilişkileri ve bu ilişkilerin onların hayatını nasıl etkilediğini birinci ağızdan konukları aracılığıyla gözler önüne seriyor. Program konuklarıyla, Türkiye’nin geçmişten günümüze aile yapısına ışık tutarken; seyirciye ise acısıyla tatlısıyla, yüce gönüllüğüyle, kutsallığıyla, kısacası gururla ‘benim annem benim babam’ dedirtiyor ve onlarla olan ilişkilerini sorgulatıyor.    

ALİ DEMİRTAŞ12 Ocak 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Gururla: Benim Annem Benim Babam

TRT Haber ekranında yayınlanan Benim Annem ve Benim Babam adlı program, ebeveynlerin çocuklarının hayatları üzerinde nasıl etkiler oluşturabileceğini gözler önüne seriyor. Programda konuklar anne ve babalarıyla kurdukları ilişkiyi ve bu ilişkinin onların hayatına nasıl yön verdiğini anlatıyor. Kişisel hikayelerin anlatıldığı programda ebeveyn ve çocuk ilişkisinin önemi vurgulanıyor. Farklı meslek ve yaş gruplarından kişileri konuk alan program, seyirciye geçmişten günümüze Türkiye’nin aile yapısıyla ilgili okuma yapma imkânı da sunuyor. Aile ilişkilerinin özellikle büyükşehirlerde çözülmeye başladığı bir dönemde toplumun temel taşına dair yeniden düşünmemizi sağlayan programın tasarımcısı İsmail Sert’e projenin ortaya çıkış hikâyesini sorduk. 

“Anne-baba hikâyelerimiz çok değerli. İster kendi içimizde tekrar edelim ister çocuklarımıza anlatalım, isterse televizyon ekranından paylaşalım. Onların lafzı da onlardan çıkardığımız ders de devşirdiğimiz ruh da önemli. O küçük hikâyeler, geçmişten geleceğe kuracağımız köprünün taşları. Onları kaybetmeyelim.” şeklinde konuşan Sert, programın içeriğini şöyle özetliyor: “Doğal bir seyri var anlatılanların. Program boyunca konuğumuzun karşısında oluyorum. Konuğumuz önceden tarif edilen bir yoldan yürümüyor. Kameranın varlığını unutuyoruz ve konuğumuz samimiyetle kırık dökük anılarını anlatıyor. Her seyredenin kendince anlamlandırabileceği bir hikâyeler bütünü çıkıyor ortaya. Ve tıpkı hayatta olduğu gibi; bazen gülüyor, bazen hüzünleniyor, hatta ağlıyoruz.” Yazar Ömer Lekesiz, yönetmen Yüksel Aksu, oyuncular Ahmet Mümtaz Taylan, Altan Erkekli, Prof. Dr. İlber Ortaylı, sanatçılar Orhan Gencebay, Muazzez Ersoy, yapımcı Osman Sınav gibi ünlü isimlerin konuk olduğu programın gelecek bölümlerinde hikâyesini anlatmak isteyen seyirciler de konuk olarak yer alacak. 

Programı yapmaya nasıl karar verdiniz? 

Annemiz ve babamız... Hayata gözlerimizi açtığımızda onları görürüz. Kimliğimiz, kişiliğimiz ve eğitimimiz onlarla başlar. Kaldı ki; ne kadar büyürsek büyüyelim onlar için yine de çocuk kalırız. Onları kaybettiğimizde ise hayatımızın rengi değişir. Sezai Karakoç’un ‘anneler ve çocuklar’ şiiri vardır. Şöyle başlar şiir: ‘Anne ölünce çocuk / Bahçenin en yalnız köşesinde / elinde bir siyah çubuk / Ağzında küçük bir leke.’ Şairin bahçe dediği ‘dünya’ aslında. Sadece çocuğun elindeki çubuk değildir siyah olan. Ağzındaki leke küçük olsa da silecek kimse yoktur artık. Bir de Cemal Süreya’nın şiiri vardır: ‘Sizin hiç babanız öldü mü? / Benim bir kere öldü, kör oldum’ der şair. İki şiirin de işaret ettiği ortak noktaya baktığımızda annemizi ya da babamızı kaybetmenin hayatımızın en keskin yol ayrımı olduğunu görürüz. Bir savrulmadır adeta. Artık onlarla yaşadığımız hikâyelerimizi her fırsatta anlatır ve onlara tutunuruz. Kişisel hayatımda bunu çok net gözlemledim. Ben yaş aldıkça, rahmetli olan annemi ve babamı daha çok anlatmaya başladım. Yayın dünyasının içinde biri olarak bunları düşünürken, konuşurken program da filizlenmiş oldu. 

Programı tasarlarken hangisi daha baskındı? Anne mi baba mı? 

Önceliği babaya vermiştim. Çünkü biliyoruz ki; baba-çocuk ilişkisi daha çok hikâye üretiyor. Daha inişli çıkışlı, daha sürprizli, uç noktalara gidebiliyor. Psikoloji metinleri bu tezi destekliyor. Baba-çocuk ilişkisi üzerine daha çok hikâye ya da roman yazılmış ve sinema filmi çekilmiş. Anne-çocuk ilişkisi bazen tek boyutlu olabiliyor. Dolayısıyla kısacık özetlenebiliyor: “Annem beni sevdi, ben annemi sevdim. O kadar.” Bu aşamada isim ve dolayısıyla içerik ‘Benim babam’ idi. Yanlış anlaşılmasın annelerin hayatımızdaki yerini küçültüyor değilim. Mümkün değil. Sadece barındırdığı hikâye envanteri açısından, babaların biraz daha önde olduğunu söylemeye çalışıyorum. Sonraki aşamalarda gördüm ki; annelere dair küçük ancak içli ve değerli hikâyelerimiz var. Böylece isim ortaya çıktı.  

Edebiyat, sanat, siyaset, sinema… Birçok farklı alandan konuk ağırlıyorsunuz. Konuklarınızı neye göre belirliyorsunuz? 

Aslında hikâyesi olan ve anlatmak isteyen herkes potansiyel konuğumuz. Ancak yeni başladığımız için şimdiye kadar ‘ünlü’ konuklarımızı ağırladık. Seyircilerin hayatlarını merak ettikleri kişileri seçtik. Programımızın formatı oturduğunda, daha geniş bir alana açılacağız. Programlarımızı seyredip, “benim de anne-baba hikâyelerim var.” diyenleri ekrana çıkarmayı planlıyoruz.  

Konuk listesine baktığımızda bir çeşitlilik söz konusu…  

Başlarken bir ‘Türkiye mozaiği’ olsun istedik. Programımızda her yöreden, her kesimden portreler olsun istedik. Çünkü kültür dediğimiz yapıyı birlikte inşa ediyoruz. Birbirine benzemediğini düşündüğümüz kişilerin, birbirine benzemediğini zannettiğimiz hikâyeleri o kazanda kaynıyor. “Zannettiğimiz” diyorum. Çünkü birbirinin uzağında olduğunu sandığımız hayatların nasıl da birbirine benzediğini, anlatılanlardan öğreniyoruz. Hele annelerimiz babalarımız o kadar benzeşiyorlar ki; hayret ediyoruz. Aynı öğütleri veriyor ve aynı duaları ediyorlar. 

İnsanlardan programla ilgili nasıl geri dönüş alıyorsunuz?

Küçük büyük çocuklardan çok heyecanlı geri dönüşler alıyoruz. Her seyreden anlatılanlarla, kendi hayatı arasında benzerlikler buluyor. Anne babalar da çocuklarının aynalarında kendilerine bakmak istiyorlar. “Program bitince ben de kendimi muhasebe yaparken buldum.” diyenler oldu mesela. Diyormuş ki; “Benim çocuğum benim hakkımda ne anlatır acaba, nasıl anlatır?” 

Sizin anneniz ve babanızla ilişkiniz nasıl(dı)? Bu programın tasarımcısını bir gün o koltukta konuk olarak görebilir miyiz?  

Program, kendi hikâyemin benden taşmasıyla oluştu. Annem ve babamla, inişli çıkışlı bir hayat yaşadım. Onları daha çok sevindirdim. Ancak üzdüğüm zamanlar da oldu. Şimdi iki çocuğum var. Onlara, anne-babama dair kısa anılar anlatmayı seviyorum. Buna karşılık henüz anne-babamı, mikrofona anlatmaya hazır değilim gibi geliyor. Oğlum bu konuda çok cesur. Programa konuk olup, anne ve babasını anlatabileceğini söylüyor. Kendi adıma ona da hazır değilim sanki. 

PROGRAM ASLINDA BİR MİKRO TARİH 

Programdaki anlatımlardan sosyolojik bir okuma yapmak mümkün mü? 

Her birimiz bir annenin, bir babanın evladıyız. Biz ‘çocuk’ dediğimizde genellikle belli bir yaşa kadar olanları aklımıza getiririz. Oysa hepimiz çocuğuz. En yaşlımız bile annesinin babasının çocuğu. Mesela seksen yaşında bir konuğumuz olsa ve anne babasını anlatmaya başlasa, bizi yetmiş yıl önceye götürecek. O yılların ilişkilerini, o dönemin anneliğini, babalığını ve çocukluğunu anlatacak. Tabii ki gelenekler ve kültür ortaya çıkacak. Konuğumuz bugünden konuştuğu ve bugünün kelimeleri ile konuştuğuna göre anlattıkları yetmiş yıl öncesi ile bugün arasında salınacak. Başka bir deyişle; ‘mikro tarih’ ya da ‘kültür tarihi’ de diyebiliriz. Üstelik en sıcak ve yaşanmış hikayelerle yapılan bir çalışma. Ortaya çıkan ise geniş bir dönemin bütün renklerini barındıran bir resim. 

CUMHURBAŞKANIMIZI DAVET ETTİK, UMUTLUYUZ 

Gelecek programlarda konuk almayı düşündüğünüz isimler kimler? 

Bu kadar çok program konuğu önerisi geleceğini tahmin etmezdim. Her seyreden hikâyesini bildiği kişileri bize teklif ediyor. Onları programımızda görmek istediğini belirtiyor. O isimleri de defterimize not ediyoruz. Listemiz uzun. Her seyreden kendi çevresinden bir isimle birlikte, bir de Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın anne baba hikâyesini duymak istediğini söylüyor. Cumhurbaşkanımızın kamuoyu tarafından bilinen anıları var. Ancak, eminim bilinmeyenler de çoktur. İşte onları duymak istiyorlar. Bu kadar çok talep alınca, ben de Cumhurbaşkanımıza hitaben bir mektup kaleme aldım. Protokol cümlelerini atlayarak, bir aile büyüğüme yazar gibi yazdım üstelik. El yazımla, bildiğimiz mektup. Gönderdim. Çok yoğun olduğunu biliyoruz. Yine de biz ekip olarak umutluyuz. Bekliyoruz.