25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Kim demiş operanın modası geçti

Osmanlı’nın ıslahat döneminde başlayan opera serüvenimiz hâlâ sürüyor. 100 yıl önce sinemanın gelişiyle tiyatronun yok olacağını iddia edilmişti ama sahne sanatları dimdik ayakta. Türkiye’de yılda 400 bin kişi operaya gidiyor, 300’ün üzerinde oyun sergileniyor.

25 Şubat 2017 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Kim demiş operanın modası geçti

Rönesans dönemi Avrupası’nda aristokratları eğlendirmek için ortaya çıkan opera, Aydınlanma Çağı’yla kısa sürede halk arasında yayıldı. İlk eserler İtalya’nın şehir devletlerinde oynanırken, konusunu efsanelerden, mitolojiden ya da güncel olaylardan alan opera birçok ulusun ayaklanmasını ve eğitilmesini sağladı. Her ülke kendi acılarını, savaşlarını, tarihini oluşturan olayları operayla sahneye taşıdı. Fransız İhtilali’ne giden yıllar boyunca halkın açlığını ve sarayın ihtişamını konu alan operalar fakir, çaresiz ve kızgın halkı tetikledi. Yüzlerce şehir devletine bölünmüş Almanya’da ‘büyük birleşme’ öncesi Alman coğrafyasını gezen ‘gezici operalar’ halka ulus olma ve beraberlik düşüncesini aşıladı. İnsanlığın hızla geliştiği çağlar boyunca opera her kesime dokundu, tarihi değiştiren isimleri etkiledi. 

Osmanlı’da ilk opera 1797 yılında sahnelendi

Türkiye’nin operayla tanışması, Avrupa’da görevli Osmanlı elçilerinin sefaretnamelerinde verdikleri bilgiler aracılığıyla gerçekleşti. Osmanlı ıslahatlarının en önemli temsilcilerinden Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa’yı anlattığı ‘Sefaretnamesi’ 1719 yılında birçok Osmanlı aristokratını ve sarayı etkiledi. Opera salonunun ihtişamını, dekoru ve teatral şöleni betimlemelerle anlatan Çelebi, opera gösterilerinin aşırı masraflı olduğunu da vurguladı. O dönemde bir opera sergilenmesi fikri böylece rafa kalktı. Çelebi’nin ardından, diğer Osmanlı elçileri ve Avrupa’yı gezen aristokratlar da opera ile ilgilenmeye başladılar.  Bütün bu ilgi ve bilgiden sonra ilk kez III. Selim’in buyruğuyla 1797 yılı Aralık ayında Topkapı Sarayı’nda opera temsili gerçekleşti.  Müziğin, şiirin, dansın ve dramatik konunun görkemli biçimde sergilendiği opera kısa sürede benimsendi.  Öyle ki sahnelenen operalara yeni isimler bile takıldı: La Traviata’ya ‘Kamelyalı Kadın’ Il Trovatore’ye ‘Demirci Operası’ isimleriyle sahnelendi. 19. Yüzyıl’da Avrupa’daki gezici operalar Osmanlı turnelerine çıkmaya başlamıştı. İmparatorluğun başkenti İstanbul ve Balkanların incisi Selanik gibi kentler özel operalarıyla dikkat çekiyordu.

1940’larda konservatuvar  açıldı

Cumhuriyet dönemiyle birlikte Türkiye’de de opera eserleri üretilmeye ve sergilenmeye başladı.  1916’da Halide Edip Adıvar’ın yazdığı ‘Kenan Çobanları’ adlı eser, Lübnanlı Vadya Sabra tarafından bestelendi. Çok sesli müzik, genç Cumhuriyet’in bir numaralı önceliği olunca yabancı uzmanlar getirilerek Türk operasını oluşturma çabalarına girişildi. 1930’lar boyunca Nazi Almanyası’ndan kaçan çok önemli sanatçıların Türkiye’ye gelerek çalışmalarına devam etmesiyle hız kazanan opera gelişimi, Ankara’da Musiki Muallim Mektebi’nin kurulmasıyla bir adım daha ileri gitti. Musiki Muallim Mektebi, Türkiye’nin ilk operalarını sergileyerek, sanatçıları yetiştirdi. 1940’lardaysa müzik, opera, bale ve tiyatro bölümlerini içine alan bir Ankara Devlet Konservatuvarı’na dönüştü.

2.6 milyon dolarlık rekor bilet satışı

Avrupa aristokrasisinin eğlencesi olarak başlayan, tüm sahne sanatlarını içerisinde barındırdığı için kısa bir süre içerisinde bir anlatım aracına dönüşen opera, 100 yıldır amansız bir hızla gelişen teknoloji yüzünden ‘modası geçmiş’ olarak atfedilse de asla yerini kaybetmedi. Dünyanın en iyi operalarından sayılan New York Metropolitan Operası, eylül ayında başlayacak yeni sezon biletlerini satışa sunduğu Pazar günü tam 24 bin adet, 2.6 milyon dolarlık bilet satarak kendi rekorunu kırdı. Türkiye’de ise her yıl sergilenen 300’ün üzerindeki opera, 400 bin seyirciyi ağırladı. 

New York’tan canlı yayınla İstanbul’da

Metropolitan Opera’da sahnelenen eserleri canlı yayınla sinema salonuna taşıyan Akmerkez CinemaPink, opera efsanesinin teknoloji ile hayatta kalabileceğini ortaya koyuyor. New York’tan canlı yayınla seyircilere sunulan eserler, 3 boyutlu Dolby Atmos ses sistemiyle Metropolitan orkestrasını İstanbul’a taşıyor.  10 Aralık’ta Amin Maalof’un ‘L’amour de Loin’ ile başlayan Metropolitan Opera,  21 Ocak’ta ‘Romeo ve Juliette’yi sergilemişti. Her ay bir eserin sergilendiği programda Çek kültürünün parçası haline gelen besteci Antonin Dvorák’ın operaya taşıdığı ‘Rusalka’da 11 Mart’ta , Verdi klasiği La Traviata 25 Mart’ta, Mozart’ın trajedisi ‘Idomene’ 8 Nisan’da banttan yayınlanacak. Opera şöleni, modern dönemin iki müzik dehası Tchaikovsky ve Strauss ile son bulacak.