24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

Kiptaş’ın gözüyle geçmişten günümüze

Dünyanın her yerinde ibadethanelere büyük değer verilir. İslam toplumlarında ise mabed aynı zamanda hayatın merkezindedir. Osmanlı’nın ince işçilikli camileri o günlerin izlerini taşırken bugün yeni bir mimari anlayışa ihtiyaç var. Gelenekten Geleceğe Camiler kitabı dünle bugünü buluştururken yeniye dair de düşünme imkanı sağlıyor.

FATMA ERSOY 17 Mart 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Kiptaş’ın gözüyle geçmişten günümüze

İbadet mekanları olmasının yanı sıra kültürel özellikleri de yansıtan camilerin her bir noktasındaki işçilik o günün toplumundan izler ve değerler taşır. Cami mimarisinde günümüzün estetikten yoksun anlayışına karşı geçmişin zenginliğinin hatırlatılması için İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraki KİPTAŞ; Kültür Tarihi Araştırmaları Merkezi bünyesinde, kültür tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu’na “Gelenekten Geleceğe Camiler” kitabını hazırlattı. Titiz bir çalışma ürünü olan eser çok bilinen abidevi camilerin yanı sıra yeni yapılmış ibadethane örneklerine de yer veriyor. 

MİMARİSİ ANLAM TAŞIMALI

Kitapta; Kabe’den başlayarak, İslamiyetin doğuşu ile ilk ibadethane oluşumları, Türklerin İslamiyete girişlerinden sonraki camiler, Selçuklu ve Osmanlı dönemi camileri günümüz mimarisine ışık olabilecek şekilde ele alınıyor. Kitabın yayınlanma amacını Güncüoğlu, “İslam medeniyetinin cami geleneği ve özelliklerini kısa bir demet halinde sunmaya çalıştık” sözleriyle özetliyor. Güncüoğlu, bugünün cami mimarisine karşı eleştirisini ise şöyle ifade ediyor: “Caminin, insanın bu dünyadaki varlığı ile ebedi varlığı arasında bir köprü olduğunu, dolayısıyla cami yapısının mimari ögelerinin, anlam ileten birer mecaz olarak okunması gerektiğini bilmemize rağmen, bugünkü modernite içinde, İslam tarihinde mimari ve görsel açıdan bu kadar çirkini görülmemiş camiler yaşadığımız topraklarda inşa edilmektedir. İslam’ın bir medeniyet olduğu olgusunun göz ardı edilip geriye itilerek tek cami tipinin ön plana çıkarıldığı örneklerle karşılaşmaktayız.” 

Şehzadebaşı Camii

Mimar Sinan’ın ‘çıraklık eserim’ dediği Şehzadebaşı Camii, İstanbul kimliğinin yapı taşlarından birini oluşturmaktadır. Güncüoğlu, bu camii ile ilgili şu ifadeleri kullanıyor: “Caminin ne zaman yapıldığına dair bazı sorular var. Kanuni Sultan Süleyman, pek sevdiği oğlu Şehzade Mehmed’in ölmesiyle mi onun adına yaptırdı? Ya da ölmeden önce zaten inşası devam eden caminin haziresine defnedilmesiyle mi onun adı verildi? Büyük ihtimalle Kanuni daha önce caminin inşasına başlamış ve çok sevdiği oğlunun ölümü üzerine camiyi onun adına bağışlayarak, caminin yanı başına defnetmiştir. Kanuni, oğlunun mezarı olan yerde bir türbenin inşa edilmesini istemiş ve türbe bitene kadar da cami inşaatı bekletilmiştir. 1544’te türbenin bitirilmesiyle cami inşaatına devam edilerek 1548’de tamamlanmıştır. Cami, 1613 ve 1633 yangınlarında tahrip olmuş akabinde ise onarılmıştır. Evliya Çelebi’nin bildirdiğine göre avludaki şadırvanın kubbesi Sultan IV. Murad zamanında yapılmış. Osmanlı mimarlığının merkezi planına yeni bir boyut getiren bu cami 38x38 metre ölçülerine sahip bir alan üzerine 19 metre çapında yerden 37 metre yükseklikte bulunan bir kubbenin dört ayağa oturtulması ve kubbenin dört köşesine yarım kubbelerin, köşelere ise küçük kubbelerin yerleştirilmesiyle sağlanmış.”

Fatih Camii

Fatih Sultan Mehmet’in kendi adına yaptırdığı devasa camiyi görüp de hayran kalmayan yoktur. Baştan aşağıya her bir köşesinde ince işçilik ve keskin zekanın görülebildiği camiye ilişkin Güncüoğlu, şunları söylüyor: “Fatih Külliyesi, Selçuklular zamanından beri yapılmış olan ve Fatih’ten sonra yapılan bu gibi kültürel ve sosyal manzumelerden en geniş ve tam teşekküllüsüdür. Külliye, cami, mektep, kütüphane, 8 adet tali, 8 adet ali medrese ile imaret, kervansaray, tabhane, darüşşifa, ve hamamdan oluşmaktadır. Cami-i Cedid yani Yeni Camii ismi altındaki bu manzumenin vakfiyesinin her satırı, insani ve kültürel mevzular yüzünden pek kıymettar birer örnektir. Caminin yapıldığı tarihi, cümle kapısının iki yanındaki 16 satırlık Arapça kitabe göstermektedir. Yazı, devrinin meşhur hattatı Ali bin Sofi’nin nefis eseridir. Bu kitabede Fatih’in Osman Bey’e kadar olan ecdat isimleri de zikredilmektedir. Binaya 1467’de başlanmış ve 1470’de tamamlanmıştır. Mihrabın son tarafından türbe yanından geniş bir ramp ile girilen Hünkar mahfeli ve odalar bulunmaktadır ki bunlar ihya sırasında yapılmıştır. Yalnız şunu da ilave etmek gerekir ki yakın zamana kadar tahmin edildiği gibi cami genişletilmedi. Minarelere gelince; şerefeye kadar olan gövdeleri devrinindir. Taş külahları da Sultan 2. Abdülhamid zamanında depremden sonra yapılmıştır.”

Nuruosmaniye Camii

İstanbul silüetinde ihtişamıyla göz dolduran Nuruosmaniye külliyesi, ilk barok yapı olmasıyla Osmanlı’nın yeni bir döneme girdiğinin en önemli simgelerinden biridir. Güncüoğlu, “l. Mahmud tarafından yaptırılan külliye, padişahın devletin kurumlarını yenilerken gösterdiği reformist tavrının, mimarideki yansıması olarak değerlendirilebilir. Înşaatına 1749’un Ocak ayında başlanan caminin mimarı olarak Simeon Kalfa seçilmiştir. Üslup olarak o döneme kadar yapılan camiler arasında farklılığı açık olan cami, kare planlı tek kubbeli yapıdadır. Önemli özelliklerinden biri genellikle dikdörtgen şeklinde yapılan iç avlunun bu camide poligonal bir şekil almasıdır ki bu da barok üslubunun özelliklerini göstermektedir. Klasik dönemde minare öğe kurşun kaplı külahlarla sonlandırılırken, Nuruosmaniye Camii’nde kurşun kaplı ahşap külahın yerini taşın aldığı görülür. Taş külah geleneğinin bu camiyle başladığı söylenebilir” diyor. 

Akl-ı ve zevk-i selim camiler

Şehirleşmenin en güzel örneğini oluşturan Osmanlı mabetleri, aynı zamanda toplumun sosyal ve kültürel dönüşüm mekezleriydi. Modern İstanbul’un konut ihtiyacını sağlayan Kiptaş ise insanın manevi dünyasında ve İslam şehir algısında önem arz eden cami ve mescidlerin yeniden inşasını da göz ardı etmemiştir.

İmam-ı Azam Camii 

Başakşehir’de 2 bin 500 metrekare üzerine inşa edilen bu cami 2 bin kişi kapasitesine sahip. Büyük bir ana ve dört küçük kubbe ile örtülmüş kare formlu bir ibadet mekanı ile kütlesel anlamda klasik dönemi çağrıştırmaktadır. Ayrıca revaklı ve üzeri küçük kubbelerle örtülü son cemaat yeri ve bir avlu da kütle anlayışının bir sonucudur. Avlunun ortasında bir de şadırvan bulunmaktadır.

Medine Camii 

Büyükçekmece’de inşa edilen Tepecik Medine Camii, ana kubbeli büyük bir sahn ve beş küçük kubbeli son cemaat yerinden oluşmaktadır. 600 kişinin aynı anda ibadet edebildiği caminin kubbeleri kurşun kaplamadır. Son cemaat yeri üstü açık olarak tasarlanmıştır. Camide yer alan beyaz sütunlar altın varaklarla süslenmiştir. Cephede ise kesme taşı kullanılmıştır.