24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

'Masal anlatıcılığını seviyoruz'

Eda Tezcan: “Biz masalcı bir toplumuz. Bu yüzyıllardır bizim genetiğimizde var. Dolayısıyla masal anlatıcılığını seviyoruz. Bunu ister görsel olarak yap ister yazılı. En nihayetinde bir hikâye anlatmam gerektiğine inanıyorum yazdığım sahnelerle.” 

GÜLCAN TEZCAN 20 Temmuz 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
'Masal anlatıcılığını seviyoruz'

Çoğunuz senaryosunu yazdığı dizilerle tanıyorsunuz onu. Sıkı takipçileri ise Kız Kulesi’nden Galata’ya Mektuplar ve Masumiyet Daima ile aşina masalsı diline. Başarılı senarist Eda Tezcan, Yamak Ahmet’le başlayıp Hercai’ye uzanan yolculuğunda hep bizden hikâyeler anlattı, tanıdığımız bildiğimiz sokaklara düştü yolu. Aşkı, sevmeyi, sevdiği için dünyayı karşısına almayı bir de güçlü kadınları anlattı en çok. Şimdi de aşkla izlediği bir Hint dizisini uyarlamak için kolları sıvadı. Dünyanın bir ucunda dizilerinin fanları olan, replikleri ezberlenen, salıncak modasının sorumlusu Tezcan’a senaristliğe ve işlerine dair merak ettiklerimi sordum.  

Kaç sene oldu senaryo yazmaya başlayalı?  

11 yıl. Ondan önce radyo oyunları, çizgi film, hikâye gibi yazım alanları ile uğraşıyordum ama dizi yazmalıyım dediğim yıl 2008’di. 

Eda Tezcan aslında hikâyecidir diyebilir miyiz? 

Elbette, ben hikâyeci olarak tanımlanmak isterim. Hikâyeci kimliğimin senaristliğime çok faydası oldu. Senaryo yazarken de bir hikâyeyi çok uzun bir şekilde anlatıyorum. O yüzden dizilerim de farklı oluyor. Biz masalcı bir toplumuz. Bu bizim genetiğimizde var yüzyıllardır. Dolayısıyla masal anlatıcılığını seviyoruz. Bunu ister görsel olarak yap ister yazılı. En nihayetinde bir hikâye anlatmam gerektiğine inanıyorum yazdığım sahnelerle. 

Senin zihninde, gönlünde oluşmuş hikâyenin içine sinecek şekilde ekrana yansıyabilmesi kolay bir süreç mi?  

Hiç kolay değil. Çünkü sen bir şey hayal ederek yazıyorsun ama o dünyayı kuran kişi yönetmen. Yönetmenle elektriğin, enerjin ve kimyan tutarsa o zaman ortaya senin hayal ettiğin şey çıkıyor. Hercai bu bakımdan bu güne kadar yazdığım işler içinde hayal ettiğim şeyin beklediğimin ötesinde çıktığı tek iştir. Çünkü Cem, anlattığımız şeyin bir masal olduğunu anladı ve bunu çok masalsı çekti. Bu benim için çok büyük şanstı, Hercai’nin bu kadar çok izlenmesinde çok önemli etkenlerden biriydi. Ama bu her zaman denk gelen bir şey değil. 

Hercai sezonun yarısında başlayıp zirveye oturan bir dizi oldu. Böyle bir sonuç bekliyor muydun?  

Başlarken karşılık bulacağını düşünüyordum. Ama bu kadar muazzam bir etkisi olacağını düşünmüyordum. Sadece Türkiye’de değil dünyada da çok ciddi karşılık buldu. Dünyanın her yerinde salıncak kuruyorlar şu anda. Böyle bir akım başladı. Fas’a gittiğimde bir gün kaldığım otelin lobisinden çağırdılar beni. Beş, altı tane genç kız gelmiş. Beni görünce ‘Ne demek ne belli’ dediler. Şaşırdım. ‘Türk müsünüz’ diye sordum. “Biz Fas’lıyız” dediler. Hercai’yi izliyorlarmış ve replikleri ezberlemişler. Bana ayna getirmişler. Dizideki bir sahneyi canlandırdılar “Bu aynayı sana, seni de Allah’a emanet ediyoruz” dediler. Bunlar çok heyecan verici şeyler. Çok şaşırıyorsun, Afrika’nın bir ucunda yazdığın dizinin yankılarıyla karşılaştığında. Diziler hem ülkemizin hem dilimizin tanıtımına inanılmaz katkı sağlıyor. Mardin’i, dilimizi kimbilir kaç kişi tanıdı, türkümüzü kaç kişi dinledi. Düşünsenize Venezuela Devlet Başkanı bizim bir dizimizin, Osmanlı imparatorluğunun fanı. Çok muazzam bir güç bence bu. Eleştirebileceğimiz çok fazla şey olabilir dizilerimizde ama bir yanıyla ülke tanıtımı adına çok büyük fayda sağlıyorlar. 

Hercai neden çok sevildi?  

Aslında çok sert bir hikâye anlattık. Ama bir tarafıyla o kadar masalsıydı ki, bu romans ve oradaki aşk etkiledi seyirciyi. Ben bunun her zaman kabul görür bir şey olduğunu düşünüyorum. Çok yıllar önce Yamak Ahmet’te de bu dille anlatmıştım hikâyeyi. O da böyle karşılık bulmuştu. Bence insanların hâlâ bu masallara ihtiyacı var. Hercai’de de ortaya koyduğumuz şey çok büyük bir duyguydu. Baş karakter kritik bir hata yapıyor her şey böyle başlıyor. Sonra bunun hem kendisini hem de diğer bütün karakterleri nasıl etkilediğini görüyoruz. Biz de hayatımızda haksızlığa uğruyoruz ve tek dileğimiz onun bir gün pişman olup gelip bizden özür dilediğini görmek. Bence biraz o duyguyu da tatmin etti bu iş. Miran’ın özündeki iyilik o kıza duyduğu aşkla birlikte ortaya çıkıyor. Kötülük eden bu adamın pişman olup geri dönmesi, acı çekmesi, bir şekilde seyircide katarsis sağladı. Muhtemelen onunla ilgili bu kadar karşılık bulması. Miran bu kadar çabuk pişman olmasaydı bu derece reaksiyon alamayacaktık belki de. 

Bu proje önüne geldiğinde ne düşündün? 

“Bunu Mardin’de yapmalıyız ve asla İstanbul’a taşımamalıyız” dedim. Hepimiz aynı şarkıyı söylüyoruz ama hepimizin sesi başka. Ben kendi şarkımı söylüyorum, kendi ağa dizimi yazdım. Klişeye yeni bir şey koyabilirsin. Hazar gibi bir baba, namusla ilgili cinayetlerin işlendiği bir zamanda kendisinden olmayan bir kız çocuğuna evladım deyip sahip çıkıyor. Ayrıca Hercai kadınların çok fazla iktidarda olduğu bir dizi. Güçlü kadınları seviyorum. Burada da Azize çok büyük bir ikon. Aslında çok eleştiri aldı Hercai; Reyyan’ı güçsüz yazıyorsunuz diye. Reyyan’ın başına gelen bizim başımıza gelse ayakta bile duramazdık. Reyyan’ın şartlarında düşünemiyor olayları seyirci, bizim gibi zannediyor. Kendi yaşam şartlarında çok güçlü davranıp Miran’ı yaptığına pişman etti daha ne olsun. 

Şimdi ne yapacaksın? Gündeminde neler var?  

İki yeni projem var. Onlar da dizi. Bir tanesi kardeşimle birlikte yazdığımız kendi hikâyem. Diğeri de ilk kez yapılacak bir Hint uyarlaması. Iss Pyaar… Çok sevilen bir dizi Türkiye’de. Ben de çok severek izlemiştim ve yapmayı çok istiyordum. Kendi geleneğimizden dokunuşlarla anlatacağız o hikâyeyi. 

Bilinen bir işi tekrar yorumlamak bir risk değil mi? 

Buraya koyabileceğim şey benim duygum. “Ben yazsaydım şunu da koyardım üstüne” dediğim bir diziydi. Uzun süre de dua ettim benden önce kimse görüp yazmasın diye. Döndü dolaştı, bana geldi ve yazmak nasip oldu. Çünkü iyi bir hikâye bulmuşlar iyi karakterler var. Ben de üstüne bir şeyler katarsam güzel olacağına inanıyorum. 

Neden uyarlıyoruz da kendi hikâyelerimizi yazmıyoruz?  

Türkiye’de çok iyi senaristler var. Ama özgün hikâyeler kalmadı. Senaryo yazmak çok ciddi bir matematik gerektiriyor ve teknik bir mesele. Fakat senaristlerin çoğu hikâyeci değil. Yapılmış bir şeyi, bir duyguyu satın almak, onu bulmak da bir iştir, yetenektir. Ama bunu sıfırdan bulmak zor bir şey ve bunu yapan çok fazla senarist yok. 

Özgün hikâye yazanlar piyasada karşılık görüyor mu peki? 

Tabi ki görüyor ama benim hikâyelerim mesela 11 yıl sonra karşılık bulmaya başladı. Hikâyeyi satabilir hale gelmek için bir şey yapıp sendeki o duyguya güvenmelerini sağlaman lâzım. İnsan işiyle parlıyor her zaman. Aldığın rating, yaptığın iş senin referansındır, aynandır ve o kadar tanınırsın. 

Nereden besleniyorsun? 

İnsanlardan. İnsanlarla konuşuyorum onların hikâyelerini dinliyorum. İki buçuk senedir hiçbir şey izlemiyorum. En son Game of Thrones’u izledim. Çok nadir film izliyorum başkalarının bulduğu şeylerden kafamı temizlemek için. Başka bir yazar için belki böyle olması gerekmiyordur. Ama ben başkalarının yaptıklarını izleyince özgünlüğümü yitirdiğimi hissettim. Seyredeceksem de Amerikan dizisi seyrediyorum. Onlar çok farklı bizden. Bu da beni etkileyecek bir şey olmuyor.  

"Afrika’nın bir ucunda yazdığın dizinin yankılarıyla karşılaştığında çok şaşırıyorsun. Ülkemizin ve dilimizin tanıtımına inanılmaz katkı sağlıyor. Mardin’i kimbilir kaç kişi tanıdı, türkülerimizi kaç kişi dinledi?"

SENARİST EDA TEZCAN: RAHAT RAHAT DİZİ İZLEYEMİYORUZ

Bir senarist ne kadar rahat ve özgürce dizi izleyebilir? 

11 yıl boyunca matematiği neymiş filan demeden sadece bir diziye çok aşık oldum. Deli gibi izledim. Ağladım, güldüm, onların aşkıyla yaşadım. Dizi bitti bir daha izledim. O da şu an yapacağım Hint dizisiydi. Yoksa bir senaristin böyle rahat rahat dizi izlemesi çok zor. Sürekli senarist refleksin araya giriyor. Mesleki dezenformasyon oluyor. Bir taraftan çok da fazla izleme yapmamaya çalışıyorum. Çünkü kafam başka bir film ya da diziden sahne aramaya başlıyor. Bu kötü bir şey değil alabilirsin, esinlenebilirsin ama niye kendi sahnemizi üretmeyelim ki? 

GELENEK GÜZELDİR 

Hıristiyanların bütün ritüellerini dizilerden öğrendik. Bizim dizilerde ise pek yok inanca dair unsurlar... 

Evet neden kendimize ait şeylerden çekiniyoruz bunu hiç anlamıyorum. Biz biraz Avrupai dille anlatıyoruz hikâyeleri. Ama kandil, bayram, Hıdırellez gibi geleneğimizde var olan ve anlatabileceğimiz bir sürü şey var. 

Dindar karakterle ilgili sıkıntı mı var? 

Herkesin bir çekincesi var. Türkiye’de din ve inanç konusu hâlâ çok büyük bir tabu. Bu yeni Hint işinde gelenekle ilgili şeyler yapacağım. O dizide kendi geleneklerini, bayramlarını, ritüellerini gelenek üzerinden çok güzel anlatmışlar. Bizde de çok güzel gelenekler var. Bunlar kimliğimizin bir parçası, bunları reddedersek biz olmaktan çıkıyoruz. Ben seviyorum böyle unsurları işlerime koymayı.

BÜYÜK HİKAYE BASİT OLANDIR

Sinema filmi hazırlığın da var. Ne aşamada, ne anlatıyor?  

Hayattaki en büyük hikâyeler en basit olanlardır. Anne, babamızla, dedemizle olan yaşanmışlıklar bir yanıyla hepimizin hikâyesi.  Kitabımdaki ilk hikâyeyi sinemaya uyarlayacağız. Kitaptaki hikâyede dedemle bir fotoğraf çektiriyoruz son kez birbirimizi unutmamak için. Bunu her okuyan bana ‘Bu fotoğraf nerede?’ diye sordu. Ben de dedim ki ‘Bu hikâyenin en acıklı kısmı bu. O fotoğraf hiç çekilemedi’. Bu filmi çekilemeyen o fotoğraf yerine yazdım. Dedemle benim hikâyemin upuzun bir karesi olsun diye yazdım. Bakanlıktan destek aldık, çekimlerin başlaması önümüzdeki yıla kalacak gibi görünüyor.